Trump'ın Kudüs teo-politiği ve Yüzyılın 'Barış' Anlaşması

Trump

Prof. Dr. Özcan Hıdır'ın 'konuya dair' analizi...

"Her zaman İsrail’in ve Yahudi halkının yanında olacağım", "Ben İsrail için çok şey yaptım; ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdım ve Golan tepelerinin İsrail’e ait olduğunu tanıdım." 28 Ocak’ta bu sözlerle "yüzyılın barış anlaşması" olarak nitelediği tek taraflı "Orta Doğu Barış Planı”nı açıklayan ABD Başkanı Donald Trump, böylece İsrail’e istediğini veren, iki devletli çözümü yok eden, Filistin’in ise "sağ cebindekini sol cebine dahi koymayan", Filistinlileri daha da izole edip adeta buharlaştıracak sözde barış planını açıkladı.

Tabiatıyla, açıklamanın ardından plana dair tarihi, siyasi, jeopolitik, demografik pek çok yön konuşuldu, konuşuluyor. Bu meyanda, daha ziyade üzerinde durulan yön, Trump’ın siyasi anlamda sıkıştığı azil oylaması öncesinde planı ilan ederek Evanjeliklerin ve Yahudi lobisinin desteğini almak istemesiydi. Ne var ki yer yer vurgulansa da, planın ardındaki teo-politik ve “apokaliptik” saikler üzerinde pek durulmadı. Oysa şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki ABD’nin ve onun yönetiminde bulunan Trump-Pence ikilisinin son dönemde İslâm dünyası ve Orta Doğu’ya yönelik politika ve planlarında temelde iki unsur birinci derecede rol oynuyor: Birincisi ekonomik çıkarlar; ikincisi ise Yahudilerin ve Yahudi lobisinin yanı sıra, blok halinde oylarını aldıkları, sayıları 100 milyonu bulan, ABD’deki İslâm karşıtı, radikal, fundamentalist Evanjeliklerin İsrail, Kudüs ve İslâm dünyasına yönelik teo-politik hedeflerini gerçekleştirmek.

Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz ki Kudüs’e yönelik Yahudi ve Hıristiyan Siyonizminin teo-politiği ve bu teo-politiği belirleyen “apokaliptik” anlayışlar ve bütün bunların harmanlanıp politikaya dönüştüğü “siyasi oryantalizm” yeterince bilinmeden, ABD’nin ve Yahudilerin-Evanjeliklerin, Kur’an’ın ifadesiyle “etrafı mübarek kılınmış” Kudüs’e yönelik politikaları ve hamleleri yeterince anlaşılamayacaktır. Zira Kudüs’e dair tartışmalar Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’ın kutsal metinlerinde yer alan “dünyanın sonu-kıyamet”, “Armagedon-milenyum (1000 yıllık dünya cenneti)” gibi apokaliptik anlayışlarla alabildiğine alakalıdır.

Nitekim Trump-Pence’in yönetime gelmesinden sonra Kudüs’le ilgili aldıkları apokaliptik temelli üç önemli teo-politik karar, esasen söylediğimizi doğrular niteliktedir. Bu meyanda, Amerikalı dinler tarihçisi Justin McCarthy’nin “Hayatta şu veya bu şekilde dinle bağlantılı olmayan hiçbir olgu yoktur” sözünü hatırlamak gerekir. Bu durum, (özellikle Kuzey’inde dinden-kiliseden uzaklaşmanın yüzde 70’lerde seyrettiği) Avrupa’nın aksine yüzde 70-80 civarında dindarlık oranına sahip olan Amerika’da çok daha belirgindir.

Trump’ın ve Siyonist Evanjeliklerin Kudüs teo-politiği ve apokaliptiği

Trump göreve geldikten hemen sonra kaleme aldığımız “Trump’ın Zaferinde Evanjeliklerin Rolü ve İslâm Karşıtlığı” adlı makalemiz ile ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma kararı sonrasında yayımladığımız “Trump’ın Kudüs Kararında Evanjeliklerin Rolü” başlıklı yazılarımızda da işaret ettiğimiz üzere, Trump-Pence ikilisinin Kudüs’e dair karar ve planlarında, başkan seçilmesinde etkili olan Evanjeliklerin teo-politik ve apokaliptik etkileri açıktır. Nitekim o dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunu “Arkasında Evanjelikler var; bizzat Sayın Başkan’dan dinledim” sözüyle açıklamıştı.

Başkanlığı sırasında çok geçmeden önce ABD Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı alan Trump, daha sonra da Cûlan (Golan) tepelerindeki İsrail işgalini tanıma kararı almıştı. Bu kararın da esasen Kudüs’le yakın irtibatı bulunmaktadır. Dolayısıyla Trump’ın “yüzyılın barış planı” diye nitelenen bu planının da Evanjeliklerin yanı sıra İsrail lobisinin teo-politik emelleri doğrultusunda hazırlandığı aşikâr. Dolayısıyla Siyonist Yahudiler açısından adım adım “vaad edilmiş topraklara”, Siyonist Hıristiyanlar açısından da Hz. Îsâ’nın Kudüs’te “yeryüzü cennetini” (milenyum) kuracağı ideale adım adım gidilen bu yolda, bir sonraki somut teo-politik adımın ne olacağı da merak edilmiyor değil.

Kudüs apokaliptiği

Kudüs’e yönelik Trump-Pence ve dolayısıyla Evanjelik teo-politiği anlamak için bu politiğin arka plandaki esas apokaliptik saik olan Yahudilik ve Hıristiyanlık kutsal metinlerinde yer alan “dünyanın sonuna”-“kıyamete” dair bilgileri anlamak gerekir. Bu bilgiler İslâm kaynaklarında da yer alır ve genelde “fiten-melâhim” ve “eşrâtü’s-sâa” isimleriyle anılır.

“Apokalips” ve “apokaliptik” kelimeleri kozmik birtakım hususları anlatmada kullanılır. Kelimenin aslı “örtülü bir şeyi açmak, ortaya çıkarmak” anlamındaki Yunanca “apokalypsis”den gelir. Esas itibarıyla kelimenin “yıkıcı felaket” ve sıkıntılarla ilgili kullanımına, Yeni Ahit’in son kitabı olan Yuhanna’nın Vahyi’nde rastlanmakta ise de M.S. II. yüzyıl ve sonrasında Yeni Ahit apokalipsi ile benzerlik arz eden bütün Yahudi ve Hıristiyan kitaplarını ifade için kullanılmıştır. F. Rosenthal’a göre “geleceğin tarihi” olarak nitelenen apokaliptik rivayetlere göre, Tanrı sonu çok yaklaşmakta olan dünya hakkındaki sırları, insanlara anlatmaları için bazı kişilere açıklamıştır. Bu kişiler söz konusu vizyon ve rüyalar aracılığıyla bu sır ve hakikatleri öğrenip yazıya geçirirler. Bu meyanda, Kitâb-ı Mukaddes’in itibar gören kitaplarındaki ilgili pasajların yanı sıra, Yahudi-Hıristiyan geleneği içinde Pseudo-Ephem Apokalipsi, Pseudo-Methodius Apokalipsi, Edessene Apocalypsi, Shenute Apokalipsi, John bar Penkaye Apokalipsi, 12 Havari Apokalipsi, Ezra Apokalipsi, Daniel Apokalipsi, Bahira Apokalipsi başta olmak üzere, bir apokaliptik literatür oluşmuştur.

Siyonist Evanjeliklerde bu anlayış, Kudüs’te yapılacak ve Büyük Kıyamet Savaşı olduğuna inanılan “Armagedon” sonrasındaki “milenyum” (1000 yıllık dünya cenneti) ve buna ulaşılması yolunda meydana gelecek “apokaliptik” olaylarla ilgilidir. Evanjeliklere göre Millenyum’a ulaşmada gerekli olan ara safhalardan biri, tüm Yahudilerin İsrail-Filistin’de toplanmasıdır. Bu ara dönem yaşandıktan sonraki son aşamada Hz. İsa’nın geleceğini, Yahudilere Hıristiyanlığa dönmelerini emredeceğini, bir kısmının kabul edeceğini, reddedenlerin de yok edileceğini düşünüyorlar.

Evanjeliklerin ve dolayısıyla Trump ve koyu bir Evanjelik olan yardımcısı Pence’in Kudüs’e yönelik kararlarının ve son olarak sözde barış planının ardındaki ana sebeplerden biri budur. Zira aralarında nüanslar olmakla beraber, hemen bütün Evanjelik fırkalar Hristiyanların en radikali-fundamentalisti sayılırlar. Kitâb-ı Mukaddes ve özellikle de İncillerdeki (kanonik-apokrifal) bazı eskatolojik-apokaliptik pasajları aşırı lafzî/literal-zahirî olarak yorumlarlar. Bu açıdan onları “radikal-entegrist selefilere” benzeten görüşler de mevcuttur.

"Tanrı’nın bahşettiği başkan"

Sivil toplum görünümlü organizasyonlarda oldukça aktif olan bu İslâm karşıtı, Siyonist Evanjelik gruplar içinde, dünyanın başlıca Evanjelik Üniversitesi Liberty’nin Başkanı Jerry Falwell Jr., Johnnie Moore, Sarah Palin, Billy Graham, Joyce Meyer, Pat Robertson, Tim Keller gibi isimler vardır. Bu çerçevede yeni Hristiyan sağın önemli, etkili temsilcilerinden ve İsrail’in de sıkı bir destekçi kitlesi olan Jerry Falwell’in kurduğu Moral Majority ile Christian Coalition, Focus on the Family, Family Research Council gibi Evanjelik organizasyonlar/STK’lar etkilidir. Bu gruplar arasında Trump’ı “Tanrı’nın gönderdiği başkan” olarak gören Evanjelik Hristiyan sayısı bir hayli fazladır. Mesela “Wall Builders” adıyla bilinen ve Amerikan Hükümeti’nin Kitâb-ı Mukaddes’in/Hristiyanlığın-Evanjeliklerin değerlerine uyması için çalışan grubun başkanı David Barton’ın şu ifadeleri önemlidir: “Trump bize Tanrı’nın bahşettiği bir adaydır ve yalnız başaramayacağımızı, Tanrı bize onun sayesinde göstermiştir. Bakarsınız Trumplı birkaç yıl sonra şöyle geriye bir bakarız ve ‘gerçekten de hiçbirimizin beklemediği bazı işleri bu adam yaptı’ diyebiliriz”.

Bu tür anlayışları sebebiyle Evanjelikler, ABD’de “Siyonist Hristiyanlar”, “Amerikan Talibanı” ve “aşırı sağ” olarak da isimlendirilir. Hatta Theodore Herzl’in ilk Siyonist kongresini toplamasından (1897) yaklaşık 10 yıl kadar önce “Hıristiyan Siyonizminin manifestosunu ilan ettikleri bilinmektedir. Bu manifesto doğrultusunda hareket eden Evanjeliklerin neredeyse yüzde 85’i İsrail’in Yahudilere Tanrı tarafından verildiğine inanmaktadır. Bu oran ABD’deki Yahudiler arasında bile yüzde 40 civarındadır.

Bu da gösteriyor ki Kudüs’e bakışta Evanjelikler ABD’deki Yahudilerden daha teo-politik ve apokaliptik bir ideal ve inanca sahiptirler. Aslında tarihi ve teolojik olarak Yahudilerden hazzetmeyen ve hatta Protestanlığın kurucusu M. Luther’in en önemli üç düşmanından biri -ki diğer ikisi “Türkler-Müslümanlar” ve “Papa”dır- olarak belirlediği Yahudilerin Kudüs’te bir Yahudi devletinin kurmasına yol açacak bir adıma Evanjelik Hıristiyanların bu derece destek vermeleri şayan-ı dikkattir ve daha ziyade teo-politik ve apokaliptik inançla açıklanabilir. Zira yukarıda da işaret edildiği gibi, Hristiyanlara göre Hz. Îsâ’nın gelişi ve “1000 yıllık dünya cenneti” demek olan “milenyumun” gerçekleşebilmesi Kudüs bölgesinde ve Yahudilerin orada devlet kurup ana mabedi (Süleyman Mabedi) yeniden inşa etmelerinden sonra olacaktır. Bu adımların atılması gerekir ki Îsâ Mesih’in liderliğinde “dünya cenneti” gerçekleşebilsin. Evanjeliklere göre, sonra zaten Yahudiler de Mesih’e iman edip Hristiyan olacaklardır. Olmayanlar ise düşman kabul edilip öldürüleceklerdir.

Yahudilerin bu “apokaliptik” hedefe dair yorumları tabiatıyla farklı olsa da, hedeflerine ulaşıncaya kadar bu teo-politik işbirliği bugün için onların da işlerine gelmektedir. Bu apokaliptik inanca ve dolayısıyla bu inancın yön verdiği Kudüs planlarına karşı çıkanlar, Evanjelik Hristiyanlara göre “Deccâl” ve “Ye’cûc-Me’cûc’dür”.

"Antichrist" (Deccâller) ve "Ye’cûc ve Me’cûc’ler"

Nitekim bu apokaliptik inancın yansımalarından biri olarak Siyonist-Evanjelik Craig C. White’ın bir müddet önce yayımlanan “Armageddon’a Az Kaldı - Şimdi Uyanmanın Zamanı - Halfway to Armageddon (High Time to Awake)” adlı spekülatif kitabı gösterilebilir. Nitekim bu kitapta, Kudüs başta olmak üzere Müslüman coğrafyaya yönelik teo-politik planlara karşı en etkili-nitelikli tepkiyi gösteren Cumhurbaşkanı Erdoğan özellikle hedef alınmakta ve İncillerdeki bazı ifadeler yorumlanarak “antichrist” (deccal) ve “ye’cûc-me’cûc” olarak nitelenmektedir. Nitekim Craig spekülatif çıkarımlarla Kitâb-ı Mukaddes ve İnciller’in eskatolojik-apokaliptik pasajlarının yer aldığı “Daniel”, “Ezekiel”, “İsaya” ve “Vahiy” bölümlerindeki ilgili bazı pasajlardan kendince apokaliptik deliller üretmektedir.

Tarihte Hristiyanlar Müslümanlar karşısında ne zaman yenilmişlerse, o dönemdeki güçlü Müslüman lideri “deccal” olarak nitelemişlerdir. Bu anlamda Kudüs’ü fethettiğinde Selahaddîn-i Eyyûbî, İstanbul’u fethettiğinde Fatih Sultan Mehmed, Avrupa’nın içlerine, Viyana önlerine kadar ilerleyen Kanûnî Sultan Süleyman hep birer “deccâl” olarak nitelenmiştir. Tabiatıyla, İslâm’ın zuhuruyla birlikte ilk kilise babalarının yazdıklarında ve Orta Çağ boyunca İslâm karşıtı polemiklerde Hz. Peygamber’in de başka pek çok çirkin yakıştırmanın yanı sıra hep bir “antichrist” (deccâl) olarak da vasfedildiğini biliyoruz.

Amerikan başkanları ve Kudüs teo-politiği

İsrail’e dini-teo-politik destek konusunda öne çıkan Amerikan başkanlarını da bu meyanda zikretmek gerekir. Mesela İsrail’in kurulmasının yolunu açan Balfour Deklarasyonu (1917) döneminde (1913-1921) başkan olan Woodrow Wilson’ın dindar bir Presbiteryen ve deklarasyonunun sıkı bir destekçisi olduğu bilinir. Zira Evanjelik bir papazın oğlu olarak onun, kutsal toprakların sahibi olduğuna inandığı Yahudilerce ele geçirilmesi gerektiğine ve bu sürece kendisinin katkı sağlamasının önemine inandığı belirtilir. Yine İsrail’in fiilen kurulduğu dönemde (14 Mayıs 1948) başkan olan (1945-1953) Harry Truman’ın, kendisini Kutsal Kitap’ta geçen Yahudilerin kurtarıcısı II. Kiros (Cyrus) olarak gördüğü ve İsrail devletinin kurulmasını çok önemsediği biliniyor. Bugün Evanjeliklerce Trump’ın da II. Kiros’a benzetildiği yazılıyor. Zira II. Kiros, M.Ö. 586 yılında Kudüs’ü istila edip Süleyman Mabedi’ni yıkan ve 70 bin civarında Yahudiyi Mezopotamya-Babilonya’ya sürgüne (ilk Yahudi diasporası) gönderen Babil Kralı Nebukadnezar’ın (Buhtunnasr) esaretinde yaşayan Yahudilerin yaklaşık 60 yıl sonra tekrar Kudüs’e dönmelerine ve Süleyman Mabedi’ni inşa etmelerine izin veren kraldır.

Yine 1963-1969 yılları arasındaki başkan olan Lyndon B. Johnson ile 1981-1989 yılları arasındaki başkan Ronald Reagan da benzer fikirlere sahipti. Diğer taraftan baba-oğul Bush’ların Irak’ın alabildiğine parçalanmasına yol açan plan ve politikalarını da bu meyanda zikredebiliriz ki bunun da İsrail ve Kudüs teo-politiği ile yakından irtibatı söz konusudur.

Neticede “yeni bir Balfour Deklarasyonu” olarak nitelenebilecek olan ve teo-politik ve apokaliptik saiklerle hazırlanıp ilan edildiğine dair güçlü emareler bulunan Trump’ın Kudüs planına karşı, Müslüman dünya reaksiyonerlikten uzak, aksiyoner adımlar atamazsa, kaos, yıkım ve göz yaşına boğulacaktır.

Hatırlanacağı üzere, İslâm İşbirliği Teşkilatı (İİT) Mescid-i Aksa’nın 1969’da “Church of God” isimli tarikat mensubu Hıristiyan bir entegrist olan Dennis Michael Rohan tarafından kundaklanması üzerine kurulmuştu. Öyle anlaşılıyor ki o dönemde nasıl Kudüs bir “asgarî müşterek” olarak Müslüman dünyayı birleştirdiyse, teo-politik, apokaliptik ve oryantalistik planlara yönelik farkındalığın artmasıyla birlikte, bugün ve yarın da birleştirme potansiyelini koruyacaktır. Buna karşılık Yahudi-Hıristiyan-Evanjelik apokaliptik projeksiyonu ise Trump-Pence ikilisinin perde önündeki öncülüğünde, Kudüs’e ayarlı olarak, “Tanrı’yı kıyamete zorlama” ve dünyanın sonunu bir an önce getirme gayretleriyle sürüyor.

[Prof. Dr. Özcan Hıdır İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesidir]

Kaynak:haksozhaber.net