21. 09. 2018 Cuma
WASHİNGTON - Hüseyin Abdül-Hüseyin
Ortadoğu´yu kasıp kavuran bütün savaşlara, kaosa ve bölünmelere rağmen Washington, sessiz sedasız yeni bir düzen inşa etmeye kararlı görünüyor. Peki, geçmişteki çabalar başarısız kalmışken, yeni bir Ortadoğu düzeninin başarılı olacağını gösteren bir şey mi var?
ABD´nin yeni Ortadoğu düzenindeki en büyük fark, bu sefer iş başında diplomatlar ya da politikacıların değil, generallerin bulunması. Muhtemelen, ordunun direksiyonun başında olup bir iç savaşı başarılı bir şekilde bastırdığı Irak´taki Amerikan tecrübesi Washington´ı, askeriyenin siyasetçilerden çok daha etkili olduğu konusunda ikna etti.
Geçtiğimiz birkaç yıldır, İsrail Ortadoğu´da aciliyeti olan tek tehlikenin, nükleer gücü olsun veya olmasın, İran olduğu konusunda ısrarcı. Önceki Başkan Barack Obama zamanında ABD bu müttefikiyle çok ciddi bir görüş ayrılığı içindeydi. Fakat Başkan Donald Trump´la birlikte ABD ve İsrail´in dış politikaları neredeyse tamamen aynı görünecek derecede birleşmiş durumda.
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi son dönemde İsrail ile aynı doğrultuda politikalar izleyen ülkeler de, elinin uzandığı coğrafyanın genişliği ve saldırgan duruşu göz önüne alındığında İran´ın, kendileri ve ulusal çıkarları için en büyük tehdit olduğu kanısına vardılar.
İran, hem İsrail´in hem de Körfez ülkelerinin düşmanı olduğu için, işin içinde olan herkesin o klasik formülde birleşmesi sadece bir an meselesiydi: Düşmanımın düşmanı benim dostumdur. Ancak bir tarafında İsrail´in diğer tarafında Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkelerinin bulunduğu bir denklemde bir dostluk ilişkisinin olabileceği hayaline kapılmak, böyle bir dostluğun hakikatte gerçekleşmesinden çok daha kolay.
Yetmiş yıllık Arap-İsrail çatışması, her iki tarafta da çok kan döktü, çok can aldı ve Filistinlilerle İsrailliler arasındaki barışın sallantıda olduğu bir ortamda, İsrail´le KİK üyesi ülkeler arasında bir ittifak inşa etme gayretleri uzunca bir zamandır uzak bir ihtimal olarak kaldı; İsrail´le çabucak ve hiçbir şart öne sürülmeden barış yapılmasını savunan en büyük Arap isimler için dahi bu böyle.
İsrail´e yönelik Arap düşmanlığının etrafını dolaşabilmek için ABD; Mısır, Irak ve onlar kadar olmasa da Lübnan ile arasındaki başarılı askeri ilişkilere bakarak, diplomasi ve siyasetçilerin başarısız kaldığı noktada generallerin işi kotarabileceğine ikna olmuş görünüyor.
Bu çerçevede KİK üyesi ülkelerden, ayrıca Mısır, Ürdün ve ABD´den gelen generaller bu ayın başlarında Kuveyt´te bir araya gelerek, artık ismi ´Ortadoğu Stratejik İttifakı´ (Middle East Strategic Alliance - MESA) olarak oturmaya başlayan kavramın inşa sürecini müzakere ettiler. Bazen ismine ´Arap NATO´su´ da denen bu askeri ittifak belli-belirsiz, geçici siyasi ilişkilerden daha dayanıklı olacak şekilde planlanıyor.
Özellikle de iki rakip grubu temsil eden askeri komuta kademelerinin iştirakine bakılacak olursa, MESA toplantısı gerçekten de ciddi bir atılım gerçekleştirildiğinin işaretlerini verdi: toplantıda Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır´dan olduğu kadar Katar´dan da generaller vardı.
Yeni ittifak NATO örnek alınarak yapılandırılıyor; ortak bir komuta merkezi oluşturulacak, bu merkezin personeli de kuvvetle muhtemel ABD´li olacak. Bu arada ABD, petrol zengini Körfez ülkelerinin faturayı yükleneceğine güveniyor.
MESA´nın öncelikli misyonu, İran´ın, ABD´nin başa bela olarak gördüğü iki faaliyeti ile mücadele etmek: İran´ın bütün bölgedeki milislerini silahlandırması ve Körfez´de hedef olarak gördüğü noktaları vurma yeteneğine sahip olması. İttifak her halükarda Hürmüz, Babü´l-Mendeb ve Süveyş´teki üç suyolunda da jandarmalık yapmak zorunda kalacak. İttifak ayrıca, İran´ın ülke dışındaki milislerine lojistik destek sağlama kabiliyetini sekteye uğratabilecek yerel gruplara da destek sağlayacak; özellikle de kuzeybatı Irak ve kuzeydoğu Suriye´de.
Askeri mülahazalar ilk planda olmak üzere, ABD MESA´nın siyasi kazanımlar elde edeceğini umuyor. Katar ve muhalifleri askeri bir MESA toplantısında buluşabiliyorsa, o zaman bu işbirliğinin, istihbaratı ve belki daha sonra diplomatik ilişkilerin tamirini de içine alacak şekilde genişletilmemesi için hiçbir sebep yok.
Son olarak, MESA, İsrail´i bir tür ortak olarak deklare etmeden eksik kalacaktır. Ne de olsa İsrail ve MESA artık aynı yöne silah sıkıyor olacak -büyük ölçüde İran´a ve onun bölgedeki bütün milislerine- ve dolayısıyla İsrail ile yeni ittifak arasında askeri bir işbirliği olacağını öngörmek mantıklı olacaktır. Herhangi bir Körfez-İsrail işbirliğinin askeri düzeyde olacak olması nedeniyle bu durum, İsrail ile ilişkilerin normalleşmesine karşı çıkan Arapları da artık öfkelendirmeyecek olsa gerek.
Fakat, tıpkı Katar ve rakiplerinin arasında olduğu gibi, askeri işbirliği, Arapların İsrail´le olan diğer seviyelerdeki ilişkilerini de düzeltmeye yönelik bir yol açabilir. Arap-İsrail ilişkileri, önce askeri, sonra da diplomatik seviyede iyileşmeye başlarsa artık ortam da, "Asrın Anlaşması"nın icra edilmesi için optimum bir hale gelmiş olacak: bu barış anlaşmasının mimarları Jason Greenblatt ve onun ABD yönetimindeki sponsoru ve Trump´ın üst düzey danışmanı ve damadı olan Jared Kushner.
Hâlâ erken bir aşamada olsa da MESA, ABD ve müttefikleri için bir kazan-kazan durumu gibi görünüyor. Arap ve İsrail öfkesini İran´a kanalize etmek, her iki tarafın da inatçı ve sürekli sorun çıkaran bir hasmı zayıflatmasını sağlıyor ve aynı zamanda Arapların ve İsraillilerin neredeyse bir asırdır birbirlerine karşı ifade ettikleri öfkenin dozunu azaltıyor. Araplarla İsraillilerin arasındaki öfkenin azalıp İran nefretine dönüştüğü bir zamanda, Arap-İsrail barışının gerçekleşmesi daha yakın bir ihtimal olarak duruyor.
Askeri işbirliklerinin aşkın bir boyutu olduğu ve siyasi dostluklardan daha dayanıklı olduğu kanıtlanmıştır. Bu yönüyle MESA, Körfez barışında bir kilometre taşı olabileceği gibi, İran´ı geri çekilmeye zorlarken Arap-İsrail barışına hizmet de edebilir.
Washington´da sıcak bir gündem maddesi olmasına rağmen MESA şimdiye kadar diplomatlar ve siyasetçilerden ziyade generallerin at koşturduğu bir alan olarak kaldı ve bu sebepten de çok ön plana çıkmadı. ABD´nin genellikle çok tantana edip hemen hiçbir netice alamadığı önceki teşebbüslerine bakılacak olursa bu, anlaşılır bir durum.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
[Bir dönem Chatham House´da misafir araştırmacı olarak görev yapan ve şu an Washington´da ikamet eden gazeteci Hüseyin Abdül-Hüseyin, Arap medyasının yanı sıra New York Times, Washington Post, Christian Science Monitor, USA Today gibi gazetelere makaleler yazmakta, CNN ve BBC gibi televizyon kanallarında Ortadoğu analizleri yapmaktadır]