Rahip Brunson´un Türkiye mahkemelerinde yargılanma süreci tamamlandı ve hakkında ?terörle işbirliği?, Türkiye´ye karşı terörist faaliyetlerde bulunan örgütlere yardım ve yataklık yaptığına karar verilerek 3 yıl 1 ay 15 gün mahkumiyet kararı verildi. Herkes dikkatini Brunson´un neticede tahliye edilerek ülkesine dönmüş olduğuna vermiş ve bunun da Trump´ın veya ABD´nin baskısıyla gerçekleşmiş olduğunu söylüyor olsa da kimse şu gerçeğe dikkat etmiyor. ABD´nin başkanından bütün resmi çevrelerine kadar herkesin gurur duyduğu, ?dindar, masum, vatansever bir Hıristiyan vatandaş? olarak bilinen bir ABD vatandaşı Türkiye mahkemelerinde ?terörist? olarak tescillenmiş oluyor. Terörle mücadele davasında mangalda kül bırakmayan ABD hakkında bir Türk mahkemesi tarafından terörle işbirliği hükmü veriliyor.
Bu dava üzerine -ve aslında yürümekte olan hiçbir dava üzerine, sanığı peşin peşin mahkum edecek- hiçbir söz etmemiş biri olarak, kararın Trump´ın baskısı üzerine verilmiş olduğu iddiasına karşı sadece şunu söyleyebilirim: Belki bu baskılar olmasa Brunson daha erken bırakılmış olacaktı. Kendisine atılan suçlar içerisinde mahkemenin makul ve kanıtlanmış kabul ettiklerinin karşılığı bundan fazlası değil çünkü. Zaten isnat edilen suçlamaların tamamı kanıtlanamamış, bazı tanıklar ifadelerini değiştirmişti.
Savcı iddianamelerinde ve mütalaalarında isnat edilen suçlarla mahkemelerin isabetli buldukları ithamlar arasında uçurumların olabilmesi hem Türkiye´de hem de başka yerlerde çok görülen bir şey.
Neticede işin bütün boyutları değerlendirildiğinde ABD´nin tertemiz çocuğunun ne kadar temiz olduğuna Türk mahkemeleri karar vermiş oldu. Mahkumiyeti verdi, gereken cezayı da kesip evine yolladı. Üstüne üstlük, ABD de Brunson´u bu mahkumiyetle, bu damgayla göndermiş olan Türkiye´ye teşekkür etti. Bunu herkes istediği gibi yorumlasın, bence hiç sakıncası yok. Ama ne yalan söyleyeyim, ben bundan dolayı ülkem adına sadece gurur duydum, keyif aldım.
Gerisi Trump´ın işi kendi iç kamuoyuyla nasıl idare edebildiğiyle ilgili bir konudur. O da kendi açısından istediği yerden bakabilir, bu durumdan isterse elli tane zafer çıkarabilir. Başka ne beklersiniz? Yakında seçime girecek olan Trump, bu durumu bir fiyasko olarak mı sunacaktı? Tabii o da kendi açısından kârlı çıktığını ifade edecektir. O sözlerine bakıp olayı değerlendirmek hangi aklın, hangi iz´anın işi olabilir?
Sadece bu durumu bir zafer gibi gösterme ihtiyacı duymuş olmasından, aslında Türkiye´nin bu krizi yönetebilme kabiliyeti ve ABD ile ikili ilişkilerinde artan inisiyatifi üzerine çok şeyler görülebilir, çok şeyler söylenebilir.
Ama bugün için bundan daha ötesine geçmemiz gerekiyor.
Kendi vatandaşlarının dünyanın her yanındaki özgürlüğüne, hukukuna, onuruna bu kadar düşkün olan Trump´ın hazır eli değmişken Mısır´da şu anda tutuklu bulunan en az 20 ABD vatandaşına da el atması gerektiğini hatırlatmak istiyorum.
Üstelik bu ABD vatandaşları öyle Türkiye´deki gibi CMUK´undan bütün uluslararası hukuk sözleşmelerine kadar her türlü haktan faydalanacak durumda değiller. Bildiğiniz Ortaçağ zindanlarının şartlarında, sistematik işkence altında en ağır şartlar altında yaşıyorlar. Yüz bine yakın insanın tutuklandığı ve büyük çoğunluğunun hiçbir mahkemeye çıkarılmadan tamamen keyfi biçimde tutulduğu ve insanları hasta eden bu şartlarda her hafta birkaç kişi sadece tedavi görmediği için kendi kendine ölüyor.
Ölümlerinin tek sebebi aslında bu zindanlar ve bu insanların bu zindanlarda tutulmalarını gerektiren hiçbir suçları yok. Darbeciler bütün muhalifleri toplayıp bu zindanlara tıktı ve keyfi biçimde beş yılı aşkın zamandır insanlık dışı şartlarda tutuyorlar. Öyle Türkiye hapishanelerindeki gibi değil durumları. Ne avukatlarıyla ne yakınlarıyla görüşebiliyor ne de sağlık hizmeti alabiliyorlar. Aralarında yaşlılar, kadınlar, hastalar ve ABD vatandaşları var.
Ne var ki, bu ABD vatandaşlarına yönelik şu ana kadar ne Trump´tan ne de ABD makamlarından en ufak bir beyanat duymadık. Trump ve ABD yönetimi kendi vatandaşları arasında ayırım mı yapıyor? Yoksa konu Türkiye ile Mısır arasında gördüğü farkta mı yatıyor? Mısır´a gücü mü yetmiyor? diye soracağım ki, bu sorunun kuşları bile güldüreceğinin farkındayım.
Yoksa ABD´nin kendi vatandaşları konusundaki hassasiyeti aslında sadece bir efsane mi? Bu efsane sadece Brunson´un özel görevi dolayısıyla mı devreye giriyor?
İnsan Hakları İzleme Örgütü´nün raporuna göre, mesela, ?Mısır güvenlik güçleri 8 Ocak tarihinde İskenderiye´de Halit Hasan isminde 41 yaşındaki, New York´ta Limüzin şoförlüğü yapmakta olan bir ABD vatandaşını memleketini ziyareti esnasında zorla alıkoymuş ve tutuklamışlar. Takip eden haftalarda, güvenlik güçleri ?onu şiddetli bir şekilde dövdüler, cinsel organları da dahil olmak üzere elektrik şoku verdiler ve bir keresinde tahta bir çubukla ve bir kez de başka bir kişi tarafından en az iki olayda ona tecavüz ettiler.?
Evet, başkan Trump, bütün bu muameleler bir ABD vatandaşına, Mısır´da yapılıyor.
Bir başka vakayı The New York Times naklediyor.
Yine bir Amerikan vatandaşı olan Mustafa Kasım´ın hikayesi. O da bir ABD vatandaşı ve şu anda çok ağır şartlarda hakkında ispatlanmış hiçbir suçlama olmaksızın, sadece darbeye karşı gösterilere katılmış olması yeterli görülerek hapiste tutuluyor. Bulunduğu şartlar ve apar topar bir yargılamayla aldığı 15 yıllık mahkumiyet üzerine açlık grevine bile başlamış. Mustafa Kasım İhvancı da değil, sadece tesadüfen Rabia katliamının yapıldığı günlerde Kahire´de Rabia meydanına birkaç km mesafede bulunmuş.
Hikayesi çok uzun tabii ve irdelenecek bir sürü boyutu var. Zamanımız olursa ona daha sonra tekrar değiniriz. Ama Brunson davasına bir ABD´li olmaktan dolayı sergilenen hassasiyetinin yine bir ABD´li olan bunun gibi en az 20 kişiye neden sergilenmediği sorusunu tekrarlayarak bitirelim şimdilik.