ârihin bir ilerleme mi; değilse bir tekerrürler zinciri mi olduğu, vasat târih tartışmalarının temel sorularından birisidir. Senaryo bellidir; ?ilerlemeciler?, ?tekerrürcüleri? değişimlerden ürken dargörüşlülükle, ?tekerrürcüler ?de ?ilerlemecileri? târihin şehvetine kapılarak derinliklerinden uzak düşmüşlükle ithâm edip küçümserler. Boş tartışmalardır bunlar. Artık pek de yapılmıyor. Sebebi de postmodern durumun ?Carpe Diem? yâni ?Ânı Yaşa? mottosunun galebe çalması. Tüketim toplumunun baskın zihniyeti târih dışı bir konuma oturuyor. Bir zamanlar gençler babaerkilliği reddetmek için, babalar da onu yeniden üretmek için târihe başvurur ve târihi tartışırlardı. Bugün ise yaşamboyu ergenlik üzerinden târih tartışmaları devre dışı kalıyor.
Yanlış anlaşılmasın, târihe dâir bir meraksızlık üzerinden olmuyor bu. Tam tersine, târih dışılık, târihe mâtuf, yer yer tutkulu bir merak üzerinden gerçekleşiyor. Gelin görün ki, târihe dönük alâka, onu bütünlüklü ve ilişkili olgular olarak anlamaya adanmıyor. Tam tersine onu önce parça parça ediyor, güncelde tüketerek ve manâsızlaştırarak gelişiyor. Târih artık bir ?dâvâ? konusu olmaktan çok bir ?dosya? konusu. ?Dâvâlar? değil ?dosyalar? havada uçuşuyor. Ama o kadar dosyadan bir dâvâ çıkmıyor. Dosyaları birleştiren ve bireştiren (sentezleyen) bir dâvâ gelişmiyor .
Evrensellik dogmatiki üzerinden şekillenen ve ?köhnemiş eski? ile ?gürbüz yeniyi? çatıştıran târihsel dâvâlaşmaların klâsik örüntülerinin tasfiye edilmesinden şikâyetçi olacak değilim. Bu iş çok ihtimamsız yapıldı. Dahası insanlığa ağır bedeller ödetti. Zâten dâvâlaşmaktan vazgeçmek, bu ihtimamsızlığın fonksiyonu olarak gelişti. Resmî-ideolojik kabalıklara dayanan târihsel dâvâların tâkibinde o kadar bıktırıcı, bezdirici işler yapıldı ki, ?carde diem? mottosu herkese sadre şifâ bir şeymiş gibi gözüktü. İnsanın yabancılaşması tam da bu noktada derinleşti. (Henry Lefebvre, bu mesele üzerinde yoğunlaşan etkili çalışmalara imzâ atmış bir düşünürdür ve yazdıkları son derecede kıymetlidir.) Mesele, evrenseli târihsel bir kavrayış olmaktan çıkararak başladı. Teknolojizm ve ekonomizm dünyâ üzerinde alabildiğine kapsayıcı bir standartlaşma doğurup ?evrensel?in ahlâkî, siyâsal ve kültürel değerlerinin yerini alırken, gündelik hayâtı da kültürelleştirerek alabildiğine özelleştirdi. Bunu biraz açalım: Burada evrensellik düşüncesi tuhaf bir şekilde, ?zamansız? ve ?zeminsiz?; ?ezelî ve ebedî? zorunluluklar olarak tezâhür ediyor ve her türlü târihsel değerlendirmenin ve yargılamanın konusu olmaktan çıkartılıyor. Âdeta bir dayatmaya dönüşüyor. Ekonominin ve teknolojinin emperatifleri tartışılmaz bir mahiyet kazanıyor. Kaba bir dayatmacılık değil bu. Bunları eleştirmek yasaklanmıyor. Bu alanda atış serbest. Sonuna kadar, müştekî ve eleştirel olmak mümkündür? Hatta bu eleştirilerden, ?Into the Wild? veyâ ?Captain Fantastic? benzeri trajik veyâ romantik kahramanlık hikâyeleri türetilebilir. Ama nihâi kertede marjinalize edilmekten kurtulamayız. Yenilmemiz ise mukadderdir.
İnsanları ekonomizmin ve teknolojizmin dayatmaları karşısında rahatlatacak her şey sayısız çeşitlilikteki günlük hayât oyunları şenlikleridir. Teknoloji ve ekonomi tanrılarının buyrukları kesindir. Bu buyrukları özümseyip, ayakta kalabildiğimiz nispette kültürel şenliklerden nasibinizi alırız. Bunlardan yoksun kaldığımız durumlarda ise aklımızı ve şuurumuzu yağmalayan, içimizi kavuran tepki (hınç) yüklü duygularımızı boşaltabileceğimiz kanallar açıktır. Kültürel hayâtlar bugün şenlik ve kavga arasında bölünmüştür ve her ikisi arasındaki kanallar çeşitli ve geçişler alabildiğine hızlıdır. Her kavga bir şenliğe; her şenlik de bir kavgaya gebedir.
Günlük siyâsetin elimize tutuşturduğu, bağsız, bağlamsız târihsel dosyaların tâkibi bu kanallardan birisidir. Bürokratik baskı mekanizmaları ise bizim bu bağlamsız, bağsız muhalefetimizi tahkim eder. Bu tepkilerin nasiplendiği en kapsamlı kanal ise, kronik muhalif olmayı şiâr ve fazilet edinmiş entelektüellerin orkestrasyonunu yaptığı füzyonel-endüstriyel muhalefetlerdir.
Hamiş: Teferruatlı ve delilli olması aldatmasın bizi. Târihsel dosyalar sandığımız kadar târihsel değildir.