İlginç ve ilginç olduğu kadar trajik bir hikâye paylaşmak istiyorum. Hikâye, kamusal görünümümüzün ve işleyişimizin olmazsa olmazı ve toplumumuzun direnç noktalarını oluşturması gereken yapıların hal-i pür melaline dair. Anlatacaklarım şüphesiz münferit bir hadise olarak düşünülebilir. Etkisi ve boyutları böylece sınırlı da gösterilebilir. Ancak Sosyoloji’yi mümkün kılan şey; bu tür münferit görülen hadiseleri toplumla, toplumsal olanla etkileşime sokabilmek daha doğrusu bu tür tekil hadiseler ile toplum arasındaki bağı, etkileşimi, yapıyı açığa çıkarabilmektir. O zaman belki Halil Cibran’ın derin bir kavrayışla aktardığı gibi ağacın sararan yaprağı ile kökleri arasındaki derin ve kopmaz bağlantıyı fark edebiliriz.
***
10 Aralık 2022 tarihinde TBMM Başkanlığına verilen “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” adlı torba yasanın 11. ve 12. maddeleri sendika üyeliğiyle ilgiliydi. Torba Kanunlar adeta kamuoyundan gizlenecek şaibeli düzenlemelerin görünmez kılındıkları bir post-modern iktidar tekniği. Sendika üyeliğiyle ilgili maddelerin de araya gizlendiği bu torba yasa bu tekniğin somut örneği. Yetkili sendika (Memur-Sen) tarafından yönlendirildiği, motive edildiği açık olan düzenleme özü itibariyle şunu getiriyor: Bulunduğu hizmet kolunda yüzde ikiden fazla üye kaydetmiş olan kamu görevlileri sendikalarına toplu sözleşme ile belirlenecek tutarda “toplu sözleşme ikramiyesi”, yüzde ikisinden daha az üye kaydeden kamu görevlileri sendikaları üyelerine ise “toplu sözleşme desteği” verilecek. Bu da mevcut durumda yüzde ikiden fazla üye kaydetmiş sendika üyeleri için 707 TL’ye, yüzde ikiden az üye kaydetmiş sendika üyeleri için 250 TL’ye karşılık gelmektedir. İtirazlara rağmen komisyondan ve meclis genel kurulundan geçerek yasalaşan düzenleme üzerinde biraz durmamız gerekiyor. Bunun için de önce bir tarihsel arka plan vermek yerinde olur.
***
25.06.2001 yılında kabul edilen 4688 Sayılı “Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu” bir sendikaya üye aidatı kesilebilmesi için yüzde beş barajı getirmişti. Sendika kurdunuz, üye de yaptınız diyelim. Sendikanıza bir üyelik kesintisi yapılabilmesi için bulunduğunuz hizmet kolunda yüzde beşten fazla üye kaydetmiş olmanızı şart koşuyordu. Sendikalaşmayı baltalayan ve sendikal tekelciliği dayatan yüzde beş barajı 2004 yılında Ak Parti iktidarının demokratikleşme adımları kapsamında tamamen ortadan kaldırıldı. Barajın nasıl kabul edilemez olduğuna ilişkin son derece makul ve meşru bir söylem eşliğinde tabi. Hatta bugün yüzde iki barajının getirilmesi için canla başla mücadele veren yetkili sendikanın o dönemki genel başkanı da barajın kaldırılmış olmasının yerindeliğine ilişkin kamuoyuna beyanat veriyordu. Ancak hepimiz iddialarımızla sınanıyoruz.
***
Toplum olarak hafızamız zayıf. Kurumlarımızın hafızası da aynı şekilde. Ancak burada hafıza zayıflığından ziyade çok daha başka ve çok daha büyük problemle karşıyayız. O da ilkesizlik. Bunu besleyen temel şey de maalesef hak arayışımızı imtiyaz arayışından ayrı olarak göremeyişimiz. Bunun dar cemaatçi bir yapıda oluşumuzla, ötekini meşru eşitimiz olarak kabul etmeyişimizle doğrudan ilintili olduğu not edilmelidir. Trajik hikâyemize dönelim tekrar. 2004’de bir özgürlük ve demokrasi söylencesi eşliğinde yapılan barajın kaldırılması düzenlemesinin ardından 2022-2023 yıllarını kapsayan 6. Dönem Toplu Sözleşme metnine ‘’ yüzde bir’’ baraj şartı getirildi. Hükümet ve yetkili sendika “toplu sözleşme ikramiyesi”nden yararlanabilmek için yüzde bir barajını sendikal mücadeleyi güçlendirmek, sendikalılaşmayı teşvik etmek vs. gibi gerekçelerle yeniden yürürlüğe koydular. Tüm eleştiri ve itirazlara rağmen ne hükümet ne de yetkili sendika bu ısrarından vazgeçmedi. Hatta yetkili sendika yetkili sendika olarak elde ettiği kazanımlardan (sanki ortada elde edilen bir kazanım varmış gibi) kendisine üye olmayan diğer çalışanların da yararlanabilmeleri için kendilerine dayanışma aidatı ödemelerinin gerekliliğini dile getirdi ve maalesef hâlâ dile getiriyor. Nihayetinde yüzde bir barajı içinde bizim de olduğumuz belirli sendikalar tarafından Danıştay’a taşındı ve Danıştay 12.Dairesi 08.12.2021 tarihinde oy birliğiyle düzenlemenin “mevzuata ve hukuka uygun olmadığına” karar verdi. 4688 sayılı kanunun 28 maddesine, Anayasaya, ILO sözleşmeleri başta olmak üzere uluslararası sözleşmelere, sendikal hak ve özgürlüklere ilişkin AİHM kararlarına aykırı olduğu gibi ahlaka, vicdana sığmayan bu düzenleme yukarıda da belirtildiği gibi Danıştay’ın yürütmeyi durdurmasının ardından bir yıl sonra bu kez yüzde iki olarak meclisten geçirildi. Bu düzenleme ile mevcut 231 sendikanın 188’i yüzde iki barajına takılmaktadır.
***
Mevzuyla ilgili daha fazla teknik detay aktarmak istemiyorum. Hikâyeyi trajik kılan hususlara ilişkin bir kaç hususu kamuoyunun gündemine arz etmek istiyorum. Maalesef ülkemizde pek çok şey gibi sendikal yapılanma da yerli yerine oturabilmiş değil ve üstelik çok ciddi bir yozlaşma ve çürüme içinde. İktidarla, hükümetle, siyasetle girilen karanlık, karmaşık ilişkiler ağında üyelerin mali ve özlük haklarının yükseltilmesi yönünde mücadele vermesi gereken yapılar temsil ettikleri kesimleri manipüle eder bir noktaya savrulmuşlardır. Sendikal mücadele özü itibariyle ilgili olduğu alanın çalışanlarının hak ve hukuklarını korumak, onların mali ve özlük haklarını iyileştirmek, ilgili olduğu alanın işleyişine ilişkin denetleyici-dengeleyici bir rol üstlenmek ve şüphesiz alanın yapısına, işleyişine ilişkin teorik-pratik katkılar sunmaktan çıkartılarak basit birer çıkar ve imtiyaz mekanizmalarına dönüştürüldüler.
***
Bu durum sadece yapılar ve dayanıştıkları siyaset için bir maliyet oluşturmuyor aynı zamanda kamusal işleyişimizi denetimsiz ve kontrolsüz, toplumumuzu da güçsüz ve dirençsiz kılıyor. Milyonlarca insanın hayat standardına doğrudan ve güçlü bir şekilde etki edebilen yapılar bir takım muhterislerin kişisel ikbâline payanda edilerek işlevsizleştiriliyor. Yüzde iki barajı düzenlemesi hakikaten hikâyemizin trajikliğini tüm çarpıcılığıyla ortaya koyuyor. Tarihe not düşmek adına bu çarpıklıkların altını çizmek istiyorum. Hükümet kanadı düzenlemeyi sendikal mücadeleyi güçlendirmek, özendirmek vs. üzerinden sunuyor. Bizim bildiğimiz sendikal mücadele iktidara, hükümete karşı yapılır. Hükümetin özenle güçlendirmek, özendirmek istediği sendikal yapılanma zaten varlığı itibariyle akla ziyandır. Yetkili sendika birlikte mücadeleyi güçlendireceği doğal müttefikleri (diğer sendikalar) ile dayanışmak yerine hükümetle işbirliğine girerek onları güçsüzleştirmek, tasfiye etmek için uğraşıyor. İlgili olduğu alanın tüm çalışanlarının haklarını korumak ve kollamak yerine ortaklaşa itildikleri sefalet çukurunda kendi üyelerine üç ayda bir fazladan alacağı 450 TL’nin (ayda 150 TL, günlük 5 TL) kavgasını vermektedir. Yetkili sendika yetkili olduğu dönemde örneğin eğitim çalışanlarının ücreti asgari ücretin yaklaşık üç katından bugün asgari ücretle eşitlenecek seviyeye nasıl düşürüldüğünün, bundaki vebalinin ne olduğunun hesabını vermek yerine bu tarz cüz’i bir rakamla üyelerinin iradelerine ipotek koymaya çalışmaktadır. Bu yüzde iki düzenlemesi yetkili sendikanın ve hükümetin iki acı ve trajik itirafının altını çizmektedir: Birincisi, mali haklarınızı o kadar düşürdük ki günlük 5 TL gibi bir rakama bile muhtaç eder hâle getirdik. İkincisi ki bu hem itiraf hem de ciddi bir ithamdır, sizler yani üyeler ve çalışanlar günlük 5 TL için iradenize ipotek konulmasına razı geleceksiniz.
***
Türkiye’de sendikal mücadele zaten aidatın devlete ödettirilmesi (evet, sendikaya üye olanların aidatını Türkiye’de devlet ödüyor) ile raydan çıkarılmıştı. Sendikalar bu düzenlemelerle iyice ağır yoksullaştırmanın perdeleyicisi olarak tahkim edilecektir. Ekonomik krizin bu kadar derinleştiği bir yerde sistematik şekilde yoksullaş(tırıl)an kesimlerin mücadelesini diğer sendikaları da yanına alarak dayanışma içinde canla başla yükseltmesi gerekirken yüzde iki barajı ile yasal olmadığı gibi ahlaki de olmayan bir ilişkiyi ve işlemi tesis etmeye, onu meşrulaştırmaya çalışıyor.
***
Bu teklifin yasalaşması Türkiye’de sivil toplumu güçsüzleştirmek, farklı sesleri susturmak, alternatif görüşleri yok etmek ve sendikal tekelleşmeye gitmek anlamına geliyor. Ne sendikacılığın ruhu ne de güçlü sivil toplum yapılarının gereksinimleri açısından kabulü mümkün olmayan bu tarz imtiyaz arayışlarını ve düzenlemelerini ülke gündeminden çıkarmak hepimizin tarihi sorumluluğudur. Bu ahlaksız, yozlaştırıcı düzenlemelerin dümen suyunda yol alan her kişi ve yapı vebal altındadır, maşeri vicdanda mahkûmdur.