Uzunca bir süredir savruluyoruz...
Kimimiz yanmaz kefen satıyor... Kimisi kibrit kutusu içerisinde müritlerini sırat köprüsünden geçiriyor. Hatta kimileri frenini o kadar boşaltıyor ki depremi bir mahalden başka mahale sevk ediveriyor.
Kimimiz de “Atatürk yaşasaydı bizim partimize gelirdi” saçmalamasını utanmadan söylüyor.
Kimisi de kırk yılını heba ettiğinden dem vuruyor... Birisi de can sıkıntısından olsa gerek Hz. Hasan tweeti ile gündemin ortasına bodoslama dalıyor. Üstelik düğün değil bayram değil hesabı.
En son olarak da bir İlahiyat hocası kalkıp “Kur’an Allah dili olabilir mi?” sorusu ile arz-ı endam ediveriyor.
Evet, savruluyoruz, nereden mi belli? Hiçbir sabitemiz kalmadı da ondan.
İlahiyatçı hoca o sözlerini aslında tarihselcilik saplantısına dayanak olsun diye söylüyordu. Yani Allah Peygamberin kalbine ilham etmiş ve o da aldığı mânâyı yaşadığı zamanın şartları içerisinde kelimelere dökmüştü. Kısacası “ilham” ilahi “kelam” insani idi.
İşte varılan netice: Alman ideolojisinin ürünü olan tarihselcilik ile yatarsan böyle saçmalamalara mecburen varırsın.
Gerçekten ciddi ciddi düşünüyorum: Eğer varılacak son durak Batı icadı bir menzil ise bu kadar çabalamaya ne gerek var? Yolu uzatmanın anlamı ne? Kestirmeden gidiverelim kopyala yapıştır kolaycılığına. Zaten Kemalizm vesilesi ile bu konuda yeterince deneyimli değil miyiz?
Tarihselcilik, çağdaşlık, özgürlük, demokrasi... Hepside pazarda müşterisini bekliyor. Lakin en yetenekli katiller demokrasinin beşiği olduğunu söyleyen ülkelerde yetişiyor. İnsan hakları nutukları eşliğinde tarihin en şedit zulümleri işleniyor.
Hani bizler vasat ümmet olacaktık? İnsanlığa iyi örnekler sunacaktık? Sahi bizim en büyük sorunumuz iyi örnek yetiştirememek değil mi?
İyi örnek olacağız iddiası ile yola çıktık, iyi taklitçiler yetiştirdik. Hatta Kemalizm’e demir atabilecek kadar.
Üzüntümü bir dostumla paylaşmak istedim. Yazdığı cevap gerçekten çok anlamlıydı. Şöyle diyordu mesajında bu kardeşim:
“Allah müminleri Müslümanların elinden, dilinden ve kalbinden korusun. Abbas kardeşim bunları dinleyip şu günlerde moralini bozma, yapmak istediklerine odaklan, daha güzel şeyler dinle. Hani ne demişti Cat Stevens “Ben Müslümanları tanısaydım asla Müslüman olmazdım. İyi ki Müslümanlardan önce İslam’ı tanımışım”
Ne kadar da haklı...
İyi ki CHP’de cinsel saldırı olayları yaşandı. Başladık hangi tencerenin altının daha kara olduğu tartışmalarına. Ne kolay bir yaklaşım değil mi? Ama hani nefis murakabesi? Önemli olanın daha az kötü değil, iyi olabilmek, temizlenebilmek çabası olduğu gerçeği.
Efendimiz savaştan dönerken ne demişti? Küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz. Gel de bunu burjuva özentisi içerisinde olan muhafazakârlara anlat.
Becerdiğimiz bir başka hususta linç kampanyası. Nefretin hunharca boşaltılması. Fütursuzca yöneltilen ölüm tehditlerine varıncaya kadar.
Geveze ilahiyatçımızın da başına gelecek olan bu: Linçe tabi tutulmak.
Al sana başka bir iğrenç tavır numunesi... Ağızlara sakız vermenin aymazlığı.
Netice aynı: Savrulmak; yani sabitesizlik; yani içgüdülerle tepki vermek: Şehvet, şöhret ve öfke. Mahşerin üç belalı atlısı...
Şayet bu ülkede gerçekten ilim sahibi, ehli namus, sorumluluk taşıyan ehil kişiler varsa olaya hemen el atmalı.
Deizm, ateizm yakınmalarını bırakıp savrulmanın önünü alacak sabitelerimizin üzerinde biriken tozları silmeli. Yoksa gidiş hiç iyi değil.
Zannımca önce Peygamber Efendimizden başlanılmalı. Zira şeytanın hizbi önce bu istinadımıza saldırıyor. Gençlerin zihinlerinde sinsice zehir tohumları ekiyor. O’nu şehvetine düşkün, işine gelen ayetleri yazıp toplum önüne çıkan bir kurnaz (hâşâ) gibi gösteriyor.
Kısacası yalancı (hâşâ) deniliyor.
Lakin bizim pehlivanlarımız birbirine laf yetiştirmek, mezhebini, cemaatini tarikatını, partisini dolayısıyla dünyevi çıkarlarını savunmakla zaman öldürüyor. Bunun içinde başta Kemalizm olmak üzere her kılığa girebiliyor. Lakin çıkarından, ticaretinden hiç taviz vermiyor.
Önce yanmaz kefen satıp sonrada şebek misali ekran ekran geziyor. Yahut ilim sahibi pozları ile kanallarda boy gösterip sadra şifa tek bir hususa değinmiyor. Pişkince Batı’nın ideolojik ajanlığına soyunuyor
Savruluyoruz. Hiçbir sabite bırakmıyoruz. Bir zamanlar muhalefet/umut konumunda iken şimdi kendimize habire muhalifler oluşturuyoruz.
Daha da vahim olanı, yaşananlardan hiç ders almıyoruz.