Yeni Şafak Gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan, korona sonrası dönemde, Türkiye'nin uygulaması gereken tarım politikalarına yönelik düşüncelerini aktarıyor.
"İyi, hem de çok iyi bilinen bir gerçeği korona salgını bir kez daha suratımıza çarptı: “Bir ülkenin var olup var kalışı en çok tarımsal üretimin sürdürülebilirliğine bağlıdır.”
Sert gerçek şu: Korona salgınında bir ülkenin parasını verip bir başka ülkeden aldığı basit tıbbi maskelere bile “korsanlıkla el konulduğu” bir dünyaya uyandık. Bu “bilimkurgu filmi senaryosu” gibi gelen durum burada ve şimdi oluyor.
“Üretim yetersiz olursa dışarıdan alırız” fikri, parası bol olan ülkeler için bile geçerli olmayabilir yakın gelecekte. Kaldı ki bizim gibi “parası kısıtlı” ülkelerin yaşayabileceği sorunları hayal bile edemiyor insan.
“Yahu boş ver, her şey normale döner nasıl olsa” mı dediniz? İnşallah döner tabii. Ama hiçbir şey normale dönmeyecekmiş ve bu kriz çok uzun süre devam edecekmiş gibi çizmek zorundayız yol haritamızı.
Unutmayalım. “Zoru gelirse hayatta kalmak” için yapılabilecek şeyler listesinin ilk sırasında “gıdaya erişim” vardır.
Bu bakımdan korona salgını kapsamında alınan “ekilebilir tüm tarım arazilerini üretime katmak” tedbirini alınan diğer tüm tedbirlerden daha önemli ve hayati buluyorum.
Fakat açık konuşmak gerekirse bu konuda Tarım ve Orman Bakanlığı’nın açıkladığı paketi ilk basamak için bile olsa yetersiz buluyorum. Zira pakette sadece 21 ilde, çiftçiye tohumların yüzde 75’inin hibe edilmesi var.
Projenin amacını anlıyorum elbette. Buğday, arpa, kuru fasulye, mercimek, mısır, ayçiçeği ve çeltik gibi ürünlerin desteklenmesi rekolteyi artıracak, gıda arz güvencesi sağlanacak. Tabiri caizse “zoru gelirse” elimizde hayatımızı idame ettirecek kadar ürün olacak. Bu elbette iyi, çok iyi bir şey.
Yetersiz bulduğum kısım ise şu. Bence “ekilebilir tarım arazilerinin tamamının ekilmesi” projesi bir “destekleme planlaması” olarak değil bir “seferberlik” olarak ele alınmalı bu yıl için. 81 ile matuf, tohum destek kısıtlaması olmadan ve iyi planlanarak. Bu yıl Türkiye’nin ekim yapılabileceği halde ek
im yapılmayan arazi büyüklüğü “sıfır metrekare” olarak belirlenmeli ve tüm tedbirler buna göre alınmalı.
Devlet arazilerinin çiftçilere kiralanması projesi kapsamında kiralanan arazilerden gerekirse bu yıl kira alınmamalı. Henüz kiralanmayan devlet arazileri ivedilikle tarımsal üretim için planlanmalı. Gerekirse tohumların yüzde yüzü ücretsiz dağıtılmalı.
Bunlar ya da başka tedbirler, orasını bilemem. Ancak bildiğim şudur. Bu yıl bu seferberlik “gelecek yıl zorda kalmamamız” için her yıldakinden daha önemli bir haldedir.
Biz tedbirimizi “en üst düzeyden” alalım da sonunda “boşuna almışız bunca tedbiri” diyelim. Her halükârda “keşke tedbir alsaymışız” demekten iyidir.
İşin bir başka yanı ise şu. Korona bütünüyle hayatımızdan çıksa bile bizi çok sert bir ekonomik daralma bekliyor. Bu daralma, alım gücü düşük insanları etkileyecek en çok. Bu yıl ilan edilen ve doğru planlanan bir tarım seferberliği dar gelirli insanların gelecek yılı daha kolay atlatmalarını da temin edecek. Misal bir kilo pirinci 11 liraya almakla 15 liraya almak arasında, bir kilo domatesi 4 liraya almakla 7 liraya almak arasında çok ciddi bir fark oluşacak korona sonrası ekonomisinde.
Meselenin bir başka boyutu da şu tabii. İşlenmiş ya da “yarı mamul” denilen gıdalarda da üretim zorluklarına bağlı olarak çeşitli “arz sorunları” olabileceğini ifade ediyor uzmanlar. Yine salgın şartlarına bağlı bir durum bu elbette. Bunun planlaması da çok iyi yapılmalı ki peynir vd. ürünlerde hem arzın azalmasına bağlı gereksiz fiyat artışlarıyla karşılaşmayalım hem de yetersiz arz durumuyla.
İşte ilgililere açık çağrı. Evimin az altında birkaç dönüm bir arazi var. Devlete ait olduğunu tahmin ediyorum. Kirası neyse verip bostan yapmak isterim bu yaz. Çok ciddiyim. Bundan daha önemli bir görevimiz olmadığını düşünüyorum çünkü."