İktidar ve izlediği yol bakımından güzergah yeniden netleşti. Şöyle de denebilir: Seçim sonrası algılarda ve beklentilerde oluşan, “tereddüt, muhtemel değişim, yeni siyasi hamle parantezi” kapandı. Devlet merkezli siyasetin, arkasındaki asker-milliyetçi-muhafazakar ittifakının gevşemesi hayalleri muhalefet bakımından suya düştü.
Nitekim kimi adımlar, güvenlikçi-otoriter-milliyetçi politikaların hız kesmeden, belki daha derinleşerek devam edeceğine işaret ediyor.
İlk sinyaller Osman Kavala davasında, yeniden yargıya imkân vermeyen iktidar tutumuyla verilmişti. Takip eden büyük adım CHP’li belediye başkanı Ahmet Özer’in manasız, hatta karşılıksız iddialarla, gizli tanık söylentileriyle tutuklanması ve yerine kayyım atanmasıyla gerçekleşti. Bunu Ahmet Türk gibi simge ve bilge bir ismin yönettiği Mardin dahil üç ayrı belediyeye daha kayyım tayini takip etti. Daha bir süre önce Yüksek Seçim Kurulu’nun seçilme hakkını onayladığı, seçmen iradesiyle kent yönetimine gelen kişiler görevlerinden alınırken, bu yerel yönetim alanları devletleştirildi. Kendisini Kürt sorununda muhatap ve temsilci ilan eden DEM’in üzerindeki baskının artması, sadece iktidarın Kürt politikasındaki izlediği ve izleyeceği ana güzergahı göstermekle kalmıyor, siyasi alanının devletleştirilmesinin bize has biçimlerinin yerleşik hale gelmesine de işaret ediyor.
Otoriter uygulamaların sıradanlaşması, sıradan görülür hale gelmesi de Hâkim ve kuvvetlenen dalga olmaya devam etmesi de bir vakıa değil mi?
Sağda, solda kendisine uzatılan mikrofonlara iktidarı, Erdoğan’ı eleştiren insanların tutuklanması, 16 yaşındaki çocuklar için bile cumhurbaşkanına hareket davası açılması vakayı adiye haline geldi. Nasuh Mahruki son örnek. Muhalif kimliğiyle bilinen eski AKUT başkanı, çektiği bir tweet yüzünden “yargı organlarını aşağılama, yanıltıcı bilgi yayma” gerekçeleriyle kendisini hapiste buluverdi.
Ve hayat devam ediyor, böyle devam ediyor.
Ne ilginçtir Türkiye bu zeminde Kürt sorunu açılımını tartışıyor. Bahçeli’nin attığı adımı anlamlandırmaya, anlamlandırmanın da ötesinde bu adımdan bir beklenti ve umut üretmeye çalışıyor.
Şöyle düşünenler var: En zor sorunlar, çözümü gerekli ve kaçınılmaz olunca, rejimin tabiatına bakılmadan ele alınır ve çözülebilir. Ülkede yaşananlara rağmen umudu ayakta tutan belki de bu tür değerlendirmeler. Veya, demokrasinin önünü tıkanmasına vesile kılınan Kürt sorunun, bu kez tersine, demokrasi musluğunun açılması için bir umut oluşturması beklentisi…
Veya denebilir ki, tartışma, umut ve beklenti tümüyle sanaldır. Hamle, siyasi faydalara endekslidir, sonuç vermesi beklenmez. Ülkede böyle düşünen de pek çok…
Şu da başka bir fikir: Açılım hamlesi, bir açılım olmaktan çok, devletin eşkıya olarak gördüğü bir kişiye ve çetesine, eve dönme karşılığında silah bıraktırmak hamlesidir, velhasıl bildik bir güvenlik tedbiridir.
Akıl yürüterek, hipotez kurarak yol alacaksak bunların hepsinin bir karşılığı var…
Zaten akıl yürütme dışında başka bir araç da yok elimizde…
Bahçeli’nin çıkışından bu yana her geçen gün birbirine tezat oluşturan, zıt istikametlere işaret eden gelişmeler yaşıyoruz. Açılım süreci bir muamma halinde devam ediyor. Bu, bir devlet teşebbüsü müdür veya MHP’ye has bir siyasi teşebbüs müdür yoksa ortada bir teşebbüs yok mudur, bunu bile bilmiyoruz.
Her şey kapalı düzene uygun gidiyor…
Akıl yürütmeye devam…