Toplumun geniş bir kesimini dışlayarak ‘merkez’ olunabilir mi?

Vahap Coşkun, MHP’den kopanlardan oluşan İYİ Parti’nin, mutedil bir dil kullanmadığı ve toplumu kuşatıcı bir siyaset geliştirmediği takdirde onun merkez parti olma ihtimalinin zayıf kalacağını belirtiyor.

Toplumun geniş bir kesimini dışlayarak ‘merkez’ olunabilir mi?

2002’de AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesi ve sağdaki diğer partilerin Meclis dışında kalmasıyla birlikte, merkez sağ çöktü. AK Parti bu alana yerleşti, toplumsal tabanını genişletti ve uzunca bir süre başka bir partinin merkeze gelmesine müsaade etmedi. Ancak bu tablo, önümüzdeki seçimlerde değişmeye meyyal görünüyor; zira siyasetin sağ cenahında partiler çeşitleniyor ve merkez-sağa oturma iddiası taşıyan aktörlerin sayısı artıyor.

İYİ Parti, bu iddianın sahiplerinden biri; Meral Akşener, MHP’de genel başkanlık yarışına girdi. Tablo, kazanacağı yönündeydi. Ancak iktidar, bütün aparatlarını Bahçeli’ye arka çıkmak için sahaya sürünce, Akşener genel başkanlık koltuğuna oturamadı. Yarışın kavga dövüş geçmesi, MHP içinde kalmasını imkânsız hale getirdi. O da arkadaşlarıyla birlikte MHP’den ayrıldı ve siyasi hayatında yeni bir sayfa açtı.

İYİ Parti yola çıktığında hedefini, MHP gibi dar bir tabana seslenen değil, geniş bir tabana oturan ve herkesin içinde siyaset yapabileceği bir siyasi parti olmak olarak duyurdu. MHP’nin seküler bir versiyonu olan milliyetçi bir parti olmayacak, milliyetçiliği de ihtiva eden merkez bir parti hüviyetini edineceklerdi. Akşener’in merkez sağ patikadan gelmesi ve o siyasetin hassasiyetlerine vakıf olması, bu bağlamda partinin hedefine varmasında müspet bir faktördü.

Fakat ‘merkez-sağ olacağım’ demekle merkeze gelinmez; çünkü merkez siyasetin birtakım olmazsa olmazları var. Evvela, merkez mutedil olmayı, köşelerden uzak durmayı gerektirir. Aşırılıklara prim vermez, makuldür. Toplumun farklı kesimlerden oluştuğunu kabul eder ve ılımlılıkla hareket eder. Mümkün mertebe farklı kesimlerin beklentilerini karşılamaya ve menfaatlerini uyumlulaştırmaya gayret eder, dolayısıyla kaçınılmaz olarak esnek ve pragmatiktir.

Merkez siyaset, geleneklere önem verir, toplumsal değerleri destekler. Merkezin sağında konumlananlar, devletin iktisadi hayata keskin müdahalelerine karşı çıkar. Hukuka ve hukuki eşitliğe büyük bir önem atfeder; vatandaşların ayrımcılığa tabi tutulmasına da imtiyazlarla donatılmasına da karşı çıkar. Sıkılıkla ‘düzen’ kavramının altını çizer; insanların gayrihukuki muameleye tabi tutulmadıkları ve kendilerini rahat hissedecekleri bir düzen, merkez siyaset için hayati bir kıymete sahiptir.

Merkeze talip olanlardan, eğer ciddilerse, elden geldiğince bu gereklere uygun bir siyaset tarzı benimsemeleri beklenir. Merkez adaylarının asla yapmamaları gereken ise, bir toplumsal kesimi toptan dışlamaktır. Merkezde oturmak isteyenlerin, köprüleri atmak gibi bir lüksleri yoktur. Bir toplumsal kesimi bütünüyle damgalamak, onunla veya onun temsilcileriyle ilişki kurulmasını otomatikman gayri-meşru saymak, merkezdeki bir siyasetçinin tarzı olamaz.

“Benden Kürtleri incitecek tek bir söz duymayacaksınız”

Zira böylesine keskin bir dil ve tavır, hem ileride farklı bir politika izleme mecburiyeti hasıl olduğunda eli-kolu bağlayan ve manevra kabiliyetini azaltan bir işlev görür, hem de varlık sebebi olan ‘kapsayıcılık’ iddiasının altını oyar. Bu çerçevede değerlendirdiğinde İYİ Parti’nin merkeze seyahatindeki en temel sorunun, Kürt meselesi olduğu söylenebilir.

Kürt meselesi, Türkiye’nin -gerçek ve mecaz anlamda- en can alıcı sorunu; iktidara namzet İYİ Parti’nin ise bu konuda, sorunu daha da içinden çıkılmaz yapan klasik politikalardan farklı bir yaklaşımı bulunmuyor. İYİ Parti’yi, mesela MHP’den ayırt eden bir beyanata rastlamanız imkânsız. “Benden Kürtleri incitecek tek bir söz duymayacaksınız” ifadesi, Akşener’in bu konuda geldiği en uç nokta, ki bundan ne bir siyaset çıkar ne de Kürtlerin tatmin eder. Hatta bir lütufmuş gibi sunulduğu ölçüde bu dil, Kürtlerin hoşnutsuzluğuna sebep olur.

İşin bir tarafı bu; diğer tarafında ise HDP ile ilgili herhangi bir kamusal tartışma olduğunda İYİ Parti’nin kendisini en ağır tepkiyi vermekle vazifeli sayması var. HDP’nin içinde yer almadığı ya da -son HDP’ye bakanlık verilir mi, verilmez mi mevzuunda olduğu gibi- ortaya çıkmasında hiçbir dahlinin bulunmadığı konularda bile İYİ Parti, taşkın bir ruh halinin içine giriyor. Susmakla veya sağduyulu bir cevapla geçiştirebileceği hususlarda hiçbir gereği olmayan aşırı reaksiyonlar gösteriyor.

İYİ Parti için iyi bir durum değil bu; çünkü bu partinin yarının Türkiye’sinde daha fazla söz sahibi olması için Kürtlerle yakınlaşmaya ve arasını kapatmaya ihtiyacı var. Oysa bu dil, bırakın arayı kapatmayı, mesafenin giderek daha fazla açılmasına neden oluyor. Kamuoyu araştırmaları ve İYİ Parti seçmeni üzerine yapılan sondajlar, bunu teyit ediyor, İYİ Parti’nin Kürtler arasındaki desteği ‘yok’ mesabesinde görünüyor.

Mamafih bu meselenin İYİ Parti için oydan öte bir manası var. Hiçbir sorumluluk emaresi taşımayan ve siyasi olgunluk ile de bağdaştırılamayacak bu siyaset, İYİ Parti ile toplumun bir kesimi arasında duvarlar örmekten ve var olan duvarları daha da yükseltmekten başka bir netice doğurmaz. Merkezin yolu ise duvarlar örmekten ve duvarları yükseltmekten geçmez.

O nedenle İYİ Partililerin öncelikle oturup kendilerini nasıl gördüklerine ve ne olacaklarına karar vermeleri icap ediyor.

Seküler tınısı güçlü bir milliyetçi parti mi olacaklar, yoksa bir merkez partisine mi dönüşecekler?

Hâlihazırda tuttukları yol onları merkeze götürmez; Kürtleri görünmez kılarak veya ötekileştirilmelerine taş taşıyarak merkez inşa edilmez.