İbrahim Kahveci yazdı;
Demokrasiler, halkın oyuna dayalı bir yönetim sistemidir. O vakit halkın isteklerini yerine getirmek demokrasinin ve seçimi kazanmanın en büyük erdemi olsa gerek.
Acaba halkın her isteği gerçekten erdemli midir?
Mesela, gençler iş bulsun diye getirilen erken emeklilik bugün bir erdemli sonuç mu doğurdu? Oysa genç yaşta emeklilik sonucu sosyal güvenlik sistemi çökerek, emeklilerin maaş bağlama oranı düşürüldükçe düşürüldü.
Aslında toplum istemeden kendi kuyusunu kazdı. O yoğun istek sonucu emeklilikte sürünen ülke haline geldik. Ama asıl sürünme 2008 sonrası işe başlayanlarda olacak. Çünkü onlar 2000 öncesi çalışanlara göre yaklaşık 2 kat prim ödeyip, yarı maaş almış olacaklar.
***
Yapısal sorunlar ülkeler için çok daha önemlidir. Çünkü düzeltilmesi bir kuşak süresi gerektiriyor.
Nasıl ki rahmetli Süleyman Demirel’in Tansu Çiller ile 91 seçimlerini kazanmak için oluşturduğu erken emeklilik sistemi yapısal çöküşe yol açtı ise, aynı durumun benzerlerini bugün de yaşıyoruz.
Mesela eğitim sistemi.
Bugün herkesi üniversiteli yaparak aslında bir kuşağı yok ediyoruz.
Her aile evladının üniversite okumasını istiyor. Okusun ve ırgat olmasın, çırak olmasın istiyor. Böylece topluma yeni üniversiteler açmak çok hoş ve seçimlerde prim yapacak bir atılım gibi geliyor.
Ama sonuç ne olacak? Asıl mesele orası.
İşsizlik kampları haline gelen üniversiteler aslında Türkiye’nin geleceğini karartıyor.
Daha okula başlarken o iş alanında çalışamayacağı belli okullara öğrencileri yolluyoruz. Okurken yüreklere hoş gelen bir süreç...
Acaba mezun olunca ne olacak? İşsizler ordusuna bir eğitimli nefer daha kazandırmış oluyoruz.
***
Toplum her zaman realiteyi yakalayabilir mi? Mesela kamu bankalarından ucuza kredi dağıtmak herkesin hoşuna gidebilir. Ucuz kredili tüketim ve ihtiyaçların giderilmesi önemli bir seçmen kitlesini memnun edecektir. Ama bunun bir sonraki adımında katlanarak büyüyen maliyeti yine toplumun ta kendisi ödemektedir.
Bizler 1991-2001 arası benze süreci yaşamış bir ülkeyiz. “Kim ne verirse 5 lira fazlası benden” diyen rahmetli Demirel’in kriz faturası 2001’de karşımıza çıkıverdi.
Sadece kamu bankalarının ‘görev zararı’ tanımlı açıkları 20 milyar dolar denilmişti. Burada elbette banka yöneticilerinin temelde sorunu yoktu. Siyasi emirle oluşan zarar toplumun cebine yönlendirildi.
Bugün farklı değil elbette. Kamu bankaları adeta yardımlaşma fonuna döndü. Yardımı yapan 83 milyon ama faydalanan siyasi karar vericilerin çevreleri.
Ama tekrar edelim ki bu parasal faturaların ödenmesi yapısal çöküşlere karşılık çok daha kolaydır.
Eğitimini boşa harcamış, mesleksiz ve işsiz gençlerin faturasını kim nasıl ödeyebilir? İşte asıl sorun buradadır.
Toplumun istekleri elbette önemlidir. Ama devlet yönetimi bu istekleri kısa vadeli çıkarlar yerine, orta ve uzun vadeli düşünmek durumundadır. Aksi halde günümüzü kurtarıp geleceği batıran bir ülke oluşturmuş oluruz.
Bugün Türkiye’de yerli ve milli söylemler dini motiflerin eklenmesinin de katkısı sayesinde mevcut sorunlar dahi görmezden geliniyor. Oysa bizim için asıl büyük tehlike gelecek beklentisinin ve durumunun bozulmasıdır.
Bugün çöpte toplayıcılık yaparak aydınlık Türkiye’den bahsedebiliyorsak, bu durum iyi olduğumuzdan değil, karanlığı görmek istemeyişimizdendir.
Ama unutmayın ki yarın gün aydınlanacak ve bizim çocuklarımız o gün asıl faturayı ödemek zorunda kalacaklar. İsteklerinizi ve siyasi kadroları buna zorlamazsak halimiz nice olacaktır.
Şimdiden not düşelim ve evlatlarımızı düşünelim.