Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Toplumsal Değişimde Aydın Misyonu Üzerine

Yazarımız Kenan Söyler'in, Özgün İrade Dergisi 2020 Mart((191.) Sayısında yayımlanan yazısı...

Toplumsal Değişimde Aydın Misyonu Üzerine

Tüm kuramların toplumsal süreçleri açıklamada kullandıkları modellemeler ve tanımlamalar farklı olsa da birleştikleri ortak nokta bu dinamiklerin üretilmesi, geliştirilmesi ve toplumun tüm kesimlerine yayılmasını sağlayan o toplumun önde gelen düşünce adamları, dâhileri, bilgin ve aydınlarıdır.

Böylece sen, bâtıl olan her şeyden arınmış olarak, yüzünü kararlı bir şekilde Allah’ın, insanları üzerinde yarattığı doğa/fıtrat kanununa/ dine çevir! Allah’ın, insanın doğasına yerleştirdiği fıtrata uygun davran ki, Allah’ın yaratmasında bir değişime meydan verilmesin. Bu, gerçek dinin amacıdır; fakat insanların çoğu bilmez.[Rum-30]

Toplumların incelenmesinde birçok farklı yöntem ve modelleme kullanılır. Toplumlara yön veren dinamikler ile ilgili tanımlamalar ise çeşitli ekollere göre farklılık gösterir. Örneğin Marksizm tüm olay ve olguları sınıf temelinde açıklamaya çalışır. Kimi toplumbilimcilere göre toplumsal değişimin temel dinamiği dinlerdir. Yine değişimin temel belirleyicisi olarak coğrafyayı/ekolojik koşulları görenler de vardır. Tüm kuramların toplumsal süreçleri açıklamada kullandıkları modellemeler ve tanımlamalar farklı olsa da birleştikleri ortak nokta bu dinamiklerin üretilmesi, geliştirilmesi ve toplumun tüm kesimlerine yayılmasını sağlayan o toplumun önde gelen düşünce adamları, dâhileri, bilgin ve aydınlarıdır.

Toplumu oluşturan kesimler bir piramide benzetilirse, bu piramidin en üst noktasında toplumun değişim ve gelişiminde motor gücü oluşturan peygamberler, düşünce adamları, alim ve aydınlar gelir.

Topluma yön veren bu büyük beyinlerin sayısı oldukça azdır. Piramidin ucu ile tabanı arasındaki geometrik fark bu azınlığın oranını tanımlar. Temel hak ve özgürlüklerin geliştiği, ekonomik, sosyal sınıf farklarının azaldığı, iptidai kast sistemlerinin, ırkçılığın olmadığı toplumlarda bu geometrik fark azalır. Erdemli ve özgür toplumun inşasında aydın bilinci tüm orta ve alt sınıflara kadar taşınır. Böylece toplumsal piramidin tepe sivriliği törpülenip genişlerken tabandaki aşırı yayılma daralarak geniş bir orta hacim oluşur. Toplumsal piramidin orta taban lehine biçiminin bozulması evrensel erdem ve değerlerin toplumu şekillendirmesinde temel bir dinamiğe dönüştüğünü ve toplumsal ana kütlenin bu iklimde bir yaşam inşasında ortak bir bilinç kazandığını gösterir.

Toplumsal piramidin düzgün biçimsel yapısının iptidailiğini bozmayı başarmış olanlar, diğer tüm toplumlarında doğal öncüsü, lideri, rol modeli olurlar. Böyle toplumlar kendi dönemlerinin medeniyet inşasını gerçekleştiren ve diğer tüm kültür ve toplumları kendi peşinden sürükler.

Sosyolojide toplumsal değerlerin üretildiği kurumlar sınıflandırılmıştır. Aile, eğitim, hukuk, din, siyaset ve kitle iletişim araçları başlıca değer üreten kurumlar olarak sayılabilir. Bu kurumlar tarafından üretilen değerler ile kendi bireylerine toplumsal bir kimlik ve aidiyet kazandırılır. Bu değerlerin üretilmesinde ve yaşama taşınmasında kuşkusuz en güçlü aktör alimler, aydınlar ve bilgiyi kuşanmış eğitimli insan gücüdür. Yani toplumsal kimliğin mimarı o toplumun ulema ve aydınları, düşünce ve fikir adamlarıdır.

Kitab-ı Kerim, insanı akletmeye, düşünmeye davet ederek, fıtrat/yaratılış hikmeti ve varoluş üzerinden derin tahkiki bir imana, kavrayış ve bilince davet eder. Bu bağlamda bilen insanı över, ayrıcalıklı kılar. Takvanın ancak ve ancak sahih bilgiyle oluşan derin bilinç ile sağlanabileceğini vurgular. Peygamberlerin gönderiliş amaçları da bu bağlamda ifade edilir. Vahiy bilgisinin taşıyıcıları olan ve bu bilginin yaşama taşınmasında hikmetle donatılan resullerin, fıtratın derin koordinatlarını kavramada bir rahmet-i ilahi olarak gönderildiğini, görevlendirildiğini söylemek mümkün.

Bilginin yaşamı şekillendirmekten uzak, pratiğe ve amele yansımamış olanı da çok şiddetli ve alçaltıcı bir şekilde eleştirilir. Cuma suresindeki ifadeyle; ‘Kitap yüklü merkep’ benzetmesiyle tahkir edilir. Bunun daha kötüsü ise bilginin toplumu ve yaşamı ifsadı için kullanılmasıdır. Kitab-ı Mübin’de Musa kıssasının anlatıldığı firavun toplumunda yaşamış, gerçek bir kişilik olan ‘Belam’ tanımlamasıyla, bilgisini, basit dünyalık bazı çıkarlar için satan, kullanan ve toplumsal zülüm ve ifsadı meşrulaştıran bir model kişilik olarak bahsedilir. Belam tiplemesi, alçaltıcı bir benzetmeyle efendilerine hizmet eden bir köpeğe benzetilir.

Özellikle başta Yahudiler olmak üzere, kendilerine kitap ve peygamber gönderilmiş toplulukların sahih vahiy bilgisini bilerek kendi çıkarlarına uymayan kısımlarının gizlenmesini, ayetlerin az bir pahaya satılmasını, Kuran-ı Kerim şiddetli bir şekilde lanetler. Şirke, küfre, zulme ve ifsada düşülmesinin temel nedeni olarak bu sapmayı ve tahrifatı görür.

Kur’an’daki bu anlatıların, toplumların iç dinamiklerin şekillenmesinde bilgi sahibi kesimlerin önemli ölçüde etkili ve belirleyici olduğunu gösteriyor. Bu tespitlerin evrensel olduğunu ve tüm toplumlar için geçerli olduğunu ayrıca belirtmek gerekir.

Tarih boyunca yaşananlar da bu gerçekliği teyit etmektedir. İnsanlık tarihi boyunca yaşanmış büyük değişim ve dönüşümlerin, helak ve yok oluşların temelinde bilgi sahibi kesimlerin ortaya koyduğu tavır, davranış ve söylemleri vardır. Adalet ve iyilikten yana erdem ve değerlerin yüceltildiği medeniyetler insanlık tarihine güzelliklerle dolu bir miras bırakmışken, zülüm ve kötülüğün yaygınlaştığı toplumlar ise bir yok oluşla, helakle karşılaşmışlardır. İslam tarihinde yer almış irili ufaklı devlet ve toplumlarda bundan beri değildir.

En büyük insanlık devrimini gerçekleştiren peygamberimizin vahyin bilgisi ve hikmetiyle inşa ettiği ilk İslam toplumu, peygamberin vefatından kısa bir zaman sonra saltanat toplumuna dönüşmüş ve Kerbela vakası gibi sembol zulümlerin altına hiçbir zaman unutulmayacak kanlı bir imza atmıştır. Ulemanın bu süreçte sorumluluğu büyüktür. ’Saray uleması’ diye tanımlayabileceğimiz bir kirlenme ile toplumsal manevi yıkımın ilk halkasını oluşturmuştur. Aralarında ikinci kuşak sahabe çocuklarının da bulunduğu Emevi dönemi bu kırılmanın temel dinamiği, vahiy bilgi ve birikimini, yakın dönem seçkin sahabe ve Peygamber söz ve uygulamalarını yakın hafızasını taşıyan ilim sahiplerinin ya bu yozlaşmanın yanında, mal mevki makam gibi dünyevi vaatler karşısında yer almaları veya en iyi haliyle sessiz kalarak kendi köşesine çekilip bir uzlet ve mistisizmimi seçmeleri olmuştur. Her iki pozisyonda vahiy iklimindeki duruşun uzağındadır. İmamı Azam, Hasan-ül Basri gibi istisna şahsiyetler olsa da genel gidişatın yönünü değişmemiştir.

Tarihsel süreç içerisinde Ömer Bin Abdülaziz, Tarık Bin Ziyad, Selahaddin-i Eyyubi gibi liderlerin dünyevileşmeden uzak, adalet ve vahiy ikliminde erdemli toplum örnekliklerine kendi çağında şahitlik etmiş olsalar da sürecin önemli bir bölümünde saray kültürünün hâkim olduğu dönemler yaşanmıştır.

Özellikle 17. Yüzyıl sonrası insanlığın medeniyet yolculuğunda önderlik İslam dünyasından Batı medeniyetine geçmeye başladı. Aydınlanma felsefesi denilen değişim ve dönüşüm Avrupa merkezli batı dünyasında birçok alanda ve özellikle bilimsel boyutta önemli sıçramalar yaşatmıştır. Batı’daki bu baş döndürücü değişimin temelinde ise yine düşünce adamları, bilgin ve aydınlar vardır.

Batı dünyası, Kant ve Descartes’ten başlayarakWeber, Einstein, Sartre’den günümüze uzanan Bill Gates, S. Hawking ve Steve Jobs gibi beyinlerin üretkenlikleri ile hala modernite üzerinden tüm dünyaya egemen bir kültürün, medeniyetin temsilcisi olmaya devam etmektedir.
Son üç asırdır yaşanan bu sürecin İslam dünyası ile etkileşimi Osmanlı imparatorluğu üzerinde gerçekleşti. Savaşlarda alınan ilk yenilgiler sonrası 18. yüzyılın başlarında çöküşü durdurmanın bir çözüm stratejisi olarak Osmanlı münevverleri batıya gönderilmeye başlandı. Amaç Batı’daki askeri ve teknolojik üstünlüğü ve yenilikleri öğrenip Osmanlıya taşımaktı. Ancak umulan olmadı. Aksine çöküşü hızlandıran, katalize eden sonuçlar Jöntürk denilen yeni batılı aydın sınıf tarafından İslam dünyasına taşındı.

Ürkütücü bir jakobenizmden kendini kurtaramayan aydınlanmacı, Batı’da eğitim görmüş Osmanlı münevverleri adeta büyülenmiş bir halet-i ruhiye ile kendi medeniyet değerlerini geri kalmışlığın tek suçlusu olarak ilan etti. Batı’nın Hıristiyanlık/din üzerinden yaşadığı acımasız hesaplaşmayı kendi topraklarımızda İslam ile yaşamadan bu geri kalmışlıktan asal kurtulmayacağımız gibi bir saplantı ile hareket etti.

Buradaki temel yanılgı İslam ile ortaçağ Hıristiyanlığını aynı nitelikte görüp, aynı kefeye koymaktı.

Temel karakteri aynı olan ve bir reddi miras üzerinden İslam’la hesaplaşmadan kurtuluşun gerçekleşmeyeceğine inanan bu yeni kuşak Osmanlı münevverlerinin Osmanlı sonrası döneme kadar savundukları düşüncelerini, Osmanlıcılık-Türkçülük-Batıcılık gibi üç ayrı tez üzerinden tartışmalarını sürdürdüler. Cılızda olsa İslamcılık bir dördüncü tez olarak zikredilebilir.

Cumhuriyettin kurucu ideolojisi Batıcılık-Türkçülük sentezi değerler üzerine bina edildi. Yani Osmanlıcılık-İslamcılık tezleri birazda emperyalist Batı dünyasının dayatmasıyla yenilgiye uğradı. Hatta yenilgiye uğramışlıkla da kalmadı, düşman ilan edildi. Bu düşüncelere sahip öncü isimler cezalandırıldı, itibar suikastına maruz bırakıldı. Mehmet Akif ve Bediiuzaman Said-i Nursi bu düşmanlaştırmanın sembol isimlerindendi.

Cumhuriyetin Kurucu ideolojisi Batıcılık ve Türkçülükten mülhem iki temel dinamik üzerine inşa edildi. Sekülerizim ve ulusçuluk. Sonraları altı okla formüle edilecek ve Atatürk ilkeleri olarak sistemin amentüsü haline getirilecekti. Cumhuriyet dönemi aydınları sistemin amentüsü olarak belirlenmiş bu ilkelerin yılmaz savunucuları olacaktı. Bu konuya ideolojik veya yöntemsel eleştiri getiren her aykırı ses mürteci veya bölücü ilan edilerek mahkûm edilecekti.

Yeni cumhuriyetin kurucu aklı acımasız bir jakobenizmle tüm toplumu yukarıdan aşağıya her alanda yeniden radikal düzenlemelerle dizayn etme sürecinde, muhalif en küçük sesi bile bir ihanet formatında sunuyor ve en acımasız bir şekilde cezalandırıyordu. Sadece şapka kanunda, sembol şehidi İskilipli Atıf Efendi dışında onlarca kurban verildi.

Yeni sistemin günümüze kadar etkileri devam eden, hala en ağır bedellerini ödediğimiz uygulaması Latin harflerine geçme kararı olmuştur. Bir ‘Kültürel Soykırım’ olarak tanımlayabileceğimiz bu karar, Osmanlı üzerinden tüm geçmişin mirasını taşıyan tarihsel, düşünsel, kültürel birikimle bağını radikal bir şekilde koparmıştır. Kadim bir medeniyetin köklerinin budanmasını beraberinde getirmiştir. Her halde kaba saba askeri bir işgalle sömürge devleti olarak kalmak daha az bir tahribat yaptırırdı bu topluma. Latin alfabesine geçme ile adeta tüm toplumun geçmiş hafızası sıfırlanmıştır. Geçmişle tüm entelektüel, düşünsel bağlar koparılma noktasına gelmiştir.

Yeni sistemin temelini inşa etmede atılan harf devrimi adımı, öncesi ve sonrası uygulamalarla adeta yeni doğmuş bir çocuk haline getirilmiştir. Halifeliğin ve saltanatın kaldırılması ile ümmet coğrafyasının diğer tüm kavimleri ile olan bütüncül ilişkisi atomize edilerek parçalanmış, ardından tevhidi tedrisat kanunu ve milli tarih sanal tezleri ile resmi ideoloji ilmek ilmek örülmeye çalışılmıştır.

Oysa hikmetli bir bakış açısıyla Latin harfleri bir zenginlik olarak sisteme kazandırılabilirdi. İki alfabeli eğitim toplumun tüm kesimlerinde entelektüel bir zenginlik kazandırırdı.

Diğer taraftan bize saltanatın ve halifeliğin kaldırılmasını dayatan Batı dünyasının en kadim cumhuriyet ve demokrasilerinde bile saygın bir yâri olan kraliyetler bütün kibriyle hala devam etmektedir. Yine Hıristiyanlığın evrensel sembolü olan papalık bütün ihtişamı ile sürdürülmektedir. Üstelik Vatikan gibi tamamen siyasi ve ekonomik bağımsızlığı olan, bayrağı olan bir devletin mülkü altında. Ne kadar trajikomik değil mi? Saltanat ve halifelik bizim kalkınmamızın, gelişmemizin önündeki en büyük engel olurken, Batı dünyasının en güçlü, saygın kurumları olarak varlığı korunuyor.

İttihat ve Terakki örgütü artık kadrolarının canhıraş bir çabayla, başata İngilizler olmak üzere, Batılı efendilerin rehberliğinde sözüm ona muasır medeniyet seviyesine ulaşmak olarak belirlenen hedeflere elitist bir jakobenizmle arkasında kan ve gözyaşı dolu acı bir tarih bırakarak kurmaya çalıştıkları yeni sistemin mimarları yine bu sistemin ürettiği yeni tip aydınlar olmuştur.

Mehmet Akif’in yazdığı istiklal marşı bir yel çıbanı gibi sistemin seküler ve ulusçu yüzünde bir iz bıraksa da, geçmişe dair, kadim medeniyetimizin değerlerine dair bir acı hatıra gibi sistemin en kalbi yerinde durmaya devam edecektir.

1950’lere kadar sistemin ideolojik ikliminin dışında etkili bir aydın kesimi çıkmamıştır. Sonrasında sosyalist ve İslami kesimde çeşitli çevreler ve öncü isimler etrafında aydın gurupları oluşmaya başlamıştır. İki binli yıllara kadar eğitim sisteminde resmi ideolojinin dışında olan yazar, edebiyatçı ve fikir adamlarına yer verilmemiştir. Yeni nesillerin yasaklı isimlerle tanışması engellenmiştir.

Yaşayan kuşakların remi eğitim sisteminden geçmiş, resmi ideolojiyle terbiye edilmiş beyinleri, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Sabahattin Ali, Bediuzzaman Said-i Nursi, Nurettin Topçu ve daha nice değerlerden habersiz bırakılmıştır.

Resmi ideolojik söylemin dışındaki her beyinin yasaklanması, susturulması, cezalandırılması toplumsal gelişimin kanallarının tıkanması anlamına gelir. Bir toplumun aydınları düşünsel üretkenliklerinden dolayı doğal olarak farklı, aykırı ve hatta muhalif oldukları ölçüde toplumsal gelişime katkı sağlayabilirler. Eleştirel aklın özgürleşmediği toplumların etkili bir varlık göstermeleri de mümkün değildir.

Fransız Düşünür ve kuramcılarından olan J.P. Sartre ile ilgili anlatılanlar aydınların düşünsel özgürlüğünün bir değer olarak bilindiği toplumlarda nasıl bir değer ve kıymet taşıdığını gösterir. Sartre’a Fransa’nın en büyük devlet nişanı olan “Legiond’honneur” veriliyor elinin tersiyle itiyor, Nobel veriliyor, verdiği cevap tokat gibi: “Bu ödülü bana teklif etme fikri Kapitalistlerin benden intikam alma isteğinden başka bir şey değil”. Nobel de gerisin geri gönderiliyor.

Fransa’nın Cezayir’i işgal altında tuttuğu yıllardır ve Sartre sokaklarda Fransa’nın bu haksız işgalini kınayan bildiriler dağıtmaktadır. Yani bir Fransız aydın bunu Fransa’da yapmaktadır. Bu durum o zamanki Devlet Başkanı olan De Gaulle’a iletilir. Ceza verilmesi veya en azından “kulağının çekilmesi” istenir. De Gaulle kendisi hakkında da atıp tutan ve düşünceleri kendiyle taban tabana zıt olan Sartre’ın arkasında durarak şu veciz sözü söyler: “Sartre’a dokundurmam! Çünkü Sartre Fransa’nın ta kendisidir.”

Böyle bir olayın Türkiye veya herhangi bir İslam ülkesinde olabilmesi mümkün değildir. İran İslam devrimi üzerinden bile çok uzun bir süre geçmemesine rağmen muhalifler için yaşanmaz bir hale gelmiş durumda. Üstelik muhaliflerin bir çoğu da devrimin çocukları olan aydınlar ve alimler.

Yeni bir medeniyet inşası için kendi kadim değerler ikliminde, özgür düşünce ve eleştirel aklın gürleşebileceği bir anlayışı yaşama hakim kılmalıyız. Modern-gelenek kıskacında ve alim-aydın karşıtlığındaki kısırlığı aşarak evrensel birikimin yerel değerler ve koşullara indirgenmiş, yoğrulmuş stratejiler üzerinden yeni bir paradigma kurgulamalıyız.

Aydınlar/ulamalar bizim kadim geleneğimizde peygamber varisleridirler. Yaşamın tüm çilesi ve yükünü, gönül ve beyin sancısıyla şekillendirmeye, üretmeye, değişime ve yenilenmeye canhıraş bir çaba, enfüsi bir aşkla çaba sarf ederler.

Müslüman aydın avucunda kor bir ateşle kavrulmayı seçendir. Günübirlik, geçici sevinçlerin, üzüntülerin, öfke ve çıkarların çok ötesinde bir mavera yolcusudur. Kuşanmış olduğu vahyî değerlerin aydınlıklarını bırakır arkasından tüm dünya yoldaşlarına. Evrensel yok oluşun faili acımasız müstekbir küresel düzenin tüm kasvetine ve kibrine karşı, derin bir tevekkülle attığı her adımın, söylediği her sözün geleceğin inşasına bir katkı sağlayacağının bilinç ve sorumluluğunda sürdürür mücadelesini. Bilir ki, Kadir-i Mutlak olanın va’di er geç gerçekleşecek ve onun nuru, hakim olacaktır tüm evrene.

Kaynak: Özgün İrade Dergisi



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER