Bir olanaklar varlığı olan insan, yaşamında köklü krizlerle karşılaşır. Bunun, zihni allak bullak eden septik bir soru, bedene ilişin bir hastalık, ilişkilerde meydana gelen çatışmalar gibi bizden ve bizim dışımızdan kaynaklanan pek çok nedeni olabilir. Krizler insanı çöküşe götürebileceği gibi refleksif düşünmeye yöneltip, önlemler almak yoluyla yeni açılımlara da neden olabilir. Tıpkı insan yaşamı gibi karmaşık olan toplumsal yaşamda da yer yer büyük krizlerle karşılaşılır. Bazen kriz geliyorum der; bazen ise hiç beklenmedik bir anda ansızın ortaya çıkıverir. Tıpkı insan yaşamında olduğu gibi, toplumsal kriz anları da çift kutupludur: Çöküşe neden olabileceği gibi yeniden yapılanmaya, dimdik ayağa kalkmaya da vesile olabilir. Yeter ki krizin varlığını görelim, nedenlerine refleksif olarak bakıp eleştirel bir akılla çözümlemesini yapmayı başaralım.
Kanımca Türk toplumu uzun süredir krizlerle cebelleşiyor. O kadar ki, kriz hayatın her alanına yayılmış durumdadır. İnsanlar ilk bakışta krizi ekonomik olarak algılasa da derinlere inildiğinde, siyasette, eğitimde, hukukta, değerler alanında vb. büyük bir çürümenin, F. W. Nietzsche’nin deyişiyle decadance’ın olduğu ortadadır. Ekonomik krizin ortaya çıkışının altında da aslında bu kökensel nedenler yatıyor. Bireysel yaşamdaki krizler, nasıl hayat üzerinde refleksiyona yol açabiliyorsa, toplumsal krizlerin de toplumsal yaşamda refleksiyonlara yol açması beklenir. Ancak toplumsal yaşam, siyasal iktidar ve kurumsal yapılar üzerine kurulduğundan ve hiçbir iktidar ve kurum yöneticisi de sorunlarla yüzmek istemediğinden, hem sorunun ya da sorunların varlığı hem de sorun ya da sorunlar üzerinde eleştirel ve refleksif bakışın önü kesilmek istenir. Bu eleştiriyi ve refleksiyonu insanlar daha çok muhalefetten beklerler, ancak muhalefet de aslında bir biçimde iktidara eklemlenmiştir; o da resmin bütününü görse de göstermek istemeyebilir. Görse bile, yapıyı yeniden ve yeniden üretmek misyonu yüzünden dile getirmekten çekinebilir. İş gelip, entelektüellere dayanır; onların geçici çözümler değil kalıcı çözümler üretilmesi için sorunu bütün boyutlarıyla ortaya koymaları beklenir. Sorunu ortaya koymak rahatsız edici olsa da bunu yapmak gerekir. Teşhis etmeden ve acı ilaçlar içmeden hiçbir hastalık sağaltılamaz. Bu yüzden, eleştirel bir akılla ve refleksif bir bakışla, toplumsal krizlerin başaramadıklarımızın hesabını yapmaya götürmesi gerekir. Bu ise şu soruyla hesaplaşmayı gerektirir: Geriye dönüp baktığımızda neler başaramadık?
Bu soru gerçekten yaşamsaldır, çünkü geçmişini eleştiri süzgecinden geçiren toplumlar, geleceğine daha sağlıklı ve dinamik bakma olanağı elde ederler. Bu anlamda, nasıl insan olanaklar varlığı ise insan ilişkilerinin toplamı olan toplumsal yaşam da bir olanaklar alanıdır. İşte bu olanaklar alanında neyi başarıp neyi başaramadığımızın hesabını yapmak gerekir. İzninizle ben bu yazımda hemen her alana yayılan toplumsal krizin bana görünen yüzünden yola çıkarak, hiç kimseyi ve hiçbir grubu hedef almadan toplumsal bir refleksiyonla neleri başaramadığımızı analitik olarak ortaya koymak ve oradan birkaç sonuç damıtmak istiyorum.
1. “Her şeyden önce, iyi insan yetiştirmeyi başaramadık.” İyi insanla kastım, bilgi, varlık ve değerler alanına eleştirel yaklaşan, özne olan, idealleri ve amaç değerleri olan insandır. Bu konuda ya dogmatik davrandık ya da araç değerlere takılıp kaldık. İnsan nitelikleri konusunda çoğulcu bir perspektif yaratamadık.
2. “Tam bir millet olmayı başaramadık.” Millet olmakla kastım, vatanını, milletini, insanları ve insanlığı seven, yurttaş olan, farklılıkları olsa da ortak asgari müşterekte birleşen insanlar topluluğudur. Bizim çeşitli gruplarca saldırılmamış, dumura uğratılmamış ortak asgari müştereğimiz neredeyse hemen hiç kalmamış durumdadır.
3. “İçimizdeki ayrılıkları, gayrılıkları ortadan kaldırmayı başaramadık.” Ayrılıklarla kastım, aynı ülke içinde yaşayan insanların etnik, dinsel, cinsel vb. bir ve eşit yurttaş olarak görmemektir. Maalesef herkesin kendini haklı ve üstün gördüğü bir yapı inşa ettik, ötekini aşağıladık. Bunda eğitimi bile bir araç olarak kullandık.
4. “Taraftarlıktan kurtulup olup bitene nesnel, eleştirel ve belgeler ışığında bakmayı başarmadık.” Bu olmayınca toplumsal, insansal ve siyasal olana yönelik bilimsel bilgi biriktiremedik. Bu alanlarda kör düğüşünü aşamadık.
5. “Yeter düzeyde bilim, sanat ve felsefe yaratamadık.” Uğraştık, ama üniversitelerimiz, ideolojik çatışmadan kurtulamadığı için her çaba yarım kaldı. Her siyasal erk, üniversiteyi kendi arka bahçesine, kendi ideolojik aygıtına çevirmeye çalıştı. Bu konuda milletçe bir üniversite idealinde ortaklaşamadık.
6. “Kültürel yarılmaları ve kamplaşmaları aşamadık.” Kültürel yarılma ve kamplaşmayla kastım, ideolojik ve yaşam tarzlarındaki farklılıkların bir arada yaşamanın engeli olarak görülmesidir. Herkes kendi yaşam biçimini biricik, hatta kutsal sayıp, diğerine dayatmaktadır; yaşam tarzları ve ideolojiler savaşı bir türlü bitmemektedir. Bu savaş o denli açıktır ki konuşma diline, giyim kuşama, hal ve hareketlere iyice nüfuz etmiştir.
7. “Kurumsallaşmayı başaramadık.” Kurumsallaşmayla kastım, tüm anayasal kurumların kendi hedeflerine yönelmeleri, amaçlarının dışında başka işlere kalkışmamaları, liyakat sistemi kurmaları, atama ve yükseltmelerde açık, şeffaf ve denetlenebilir olmalardır. Bizde hep ideolojik kayırma, yandaş ağırlama sistemi ön planda oldu ve bu feodal durumu bir türlü aşamadık.
8. “Siyasal, dinsel, bilimsel, felsefi, sanatsal alanda kişi tapıncından kurtulamadık.” Kişi tapıncıyla kastım, birisine yanılmazlık, kutsallık, üstün büyüleyici özellik (karizma) atfetmekten ibarettir. Bizde hep öncü olan kült kişiler vardır; bunlar ayrıcalıklıdır ve sözleri inanç nesnesi değerindedir. Onlar söylemişse tartışılmazdır, neredeyse iman konusudur.
9. “Yasama, yürütme ve yargı güçlerinin ayrılığını ve birbirini denetlemesini sağlayamadık.” Hep gücün bir elde toplanmasını alkışladık. Hatta çabuk karar almayı kolaylaştırdığını savunduk. Daima yanılmazlık atfettiğimiz bir kişinin ağızına baktık. Yani padişahlıktan kurtulamadık. Güçler ayrılığı işlemediği için denetlenebilir bir sistem kurtulamadık.
10. “Demokrasi bilincini kazandıramadık.” Aileden başlayarak, hep bir kişinin kararını esas saydık, diğerlerinin dikkate değer sözünün olduğuna inanmadık.
11. “Her inanca eşit uzaklıkta duran, dinin siyasal yaşama karışmasına mani olan laik bir sistem yaratamadık.” Aksine İslam’ı din olarak değil, hep bir siyasal sistem olarak yorumladık. Farklı İslam anlayışlarının ve yorumlarının olduğunu, kişilerin yorumlarından bağımsız bir kendinde İslam’ın olmadığını kavrayamadık, kavratamadık. İslam’ı, Tanrı ve insan sevgisini temel alan bir din olarak yerli yerine oturtamadık.
12. “Benmerkezcilikten kurtulamadık.” Hakikati hep kendimizde saydık, diğerlerine kulaklarımız tıkadık, onları şeytanlaştırdık, ötekileştirdik, düşmanlaştırdık. Aklımıza, yanılıyor olabileceğimiz, diğerlerinde de haklılık payı bulunabileceği asla gelmedi.
13. “Geçmişi kutsamaktan, onu yüceltmekten kurtulamadık.” Her ne varsa iyisinin geçmişte olduğunu söyledik, geçmişi geleceğimize farkına varmadan ideal yaptık. Her şeyin iyisi geçmişte olduğunu düşündüğümüz için, geleceğe bakmayı, bir gelecek tasarlamayı unuttuk.
14. “Şiddet kullanmaktan ve devleti ele geçirmekten kurtulamadık” Biraz güçlenen her kesim, gücünü göstermek için şiddete yöneldi ve gücün yasal kullanımı olan devleti ele geçirmeye çalıştı. Her kesimin ilk hedefi, devleti ele geçirip toplumu kendisine benzetmeye çalışmak oldu. Bu hastalıktan kurtulamadık.
15. “Farklılığın önemini kavramayı başaramadık.” Farklılıkların toplumsal yaşam için zenginlik olduğunu, toplumun dinamizmi olduğunu, farklılıkların demokratik ve tolerans kültürünün ayrılmazı olduğunu göremedik, takdir edemedik.
16. “Kurum kültür yaratamadık.” İyi olan şeyleri bile kısa sürede yozlaştırdık, yozlaşan şeyi kapattık, sıfırdan başladık; hiçbir şeyde kurum kültürü ve kurumsal gelenek inşa edemedik.
17. “Topluluğu topluma, toplumu kamusal alana dönüştüremedik.” Topluluğun birincil ilişkilere, toplumun geleneklere, kamusal alanın yasalara dayandığını kavrayamadık. Bu kavranmayınca, her topluluk öznel alanını kamusal alana dayatmaya yöneldi; neyi öznel neyin kamusal olduğu birbirine girdi. Bu yüzden herkesi kuşatıcı yasalı bir toplum olmayı başaramadık.
18. “Bireysel çıkarı aşıp toplumsal çıkara odaklanamadık.” Toplumsal çıkarın bireysel çıkarlarımızı da kuşattığını, ortak toplumsal yarar ortadan kalktığında bireysel çıkarların da ortadan kalkacağını kavrayamadık.
…
Elbette daha çok şey söyleyebilirim. Eminim siz de söyleyebilirsiniz. O halde, yaşanan çürüme ve kriz sürecinde başaramadıklarımızın üzerinde düşünüp, neden başaramadığımızı sorgulamak ve ders alarak birbirimize kenetlenerek yürümek gerekmez mi?
Ben diyorum ki çok perspektifli, eleştirel düşünen, sorgulayan, birbirine saygı duyan, hoşgörü gösteren, vatanını, milletini ve insanlığı seven ve geliştirmeye çalışan, sürekli geçmişe değil, hem geçmişe hem de geleceğe bakan, gelecek yaratmayı temel alan insan yetiştirmenin zamanı geldi de geçiyor. Tek vücut olmuş millet olmalıyız, millet bilinci yaratmalıyız. Hiç yok demiyorum; ama nu konuda çok eksiğimizin olduğu kesin. Bu milleti de insanlığın eşit ve özgür bir parçası olarak konumlandırmalıyız. Kurumsallaşmalıyız, kurum kültürü ve kurumsal gelenekler inşa etmeliyiz. Tek adamlıktan vazgeçmeli, demokratik, çoğulcu, insan haklarını önemseyen, güçler ayrılığını ve güçlerin birbirini şeffafça denetlediği bir sistem yaratmalıyız. Bir birimize inanç ve ideoloji dayatmaktan vaz geçmeliyiz. İnsan haklarını ve yasallığı önemsemeliyiz. Topluluğu toplum, toplumu kamusal kılmalıyız; hukuksallığı temele oturtmalıyız. İlgimizi din ve siyaset yerine, daha fazla bilim, sanat ve felsefe tartışmalarına ayırmalıyız.
Kaynak: farklı bakış