Gerçek anlamda bir tarih bilincine, tarih felsefesi birikimine sahip olmayan, tarihi, siyasal bir propaganda ve sömürü aracı olarak gören toplumlar ve kültürler, hayatın her alanında “şanlı tarih” retoriğine sığınarak tarihi şeyleştirirler, efsaneleştirirler. Bu tür toplumlarda, bilinç-dışı aracılığıyla sistematik bir biçimde mit-efsane icat edilir. Bilinçdışının belirleyici ve tayin edici olduğu toplumlar, bilincin yenilgisine işaret eder. Bilinç, karşı karşıya bulunduğumuz yoğun/derin/kapsamlı/yapısal bütün sorunlarla cesaretle yüzleşmemizi zorunlu kılarken, bilinçdışı, hiçbir sorunumuz yokmuş gibi yaşamaya devam etmemizi ister.
Hangi toplumda olursa olsun bilinç, düşünsel/ahlaki/entelektüel/vicdani alanlarda, sürekli bir teyakkuz halinde bulunmayı gerektirir. Bilinçli düşünmeye, sorgulamaya ara veren, düşünmeyi/sorgulamayı erteleyen/savsaklayan toplumlar ve kültürler, konformizmin/statükonun/hamasetin tuzağına düşmekten kurtulamazlar. Günümüzde, İslam toplumlarında yaşandığı üzere, kitleler, bilinçdışının belirleyiciliği sebebiyle, özgür olup olamadıklarını, bağımsız olup olamadıklarını farketmiyor. Bilinç, özgürlük ve bağımsızlık yokluğunu/eksikliğini hatırlatan, özgürlüğe/bağımsızlığa zorlayan çok güçlü, çok etkili bir iradenin adıdır.
Bugün İslam toplumlarında, Türkiye’de de, müşahede edilebileceği üzere, niteliğin/bilincin yokluğu/eksikliği, hamaset/propaganda yoğunluklarıyla, gösterileriyle, niceliksel etkinlikleri çoğaltarak, kurumsallaştırarak telafi edilmeye çalışılıyor. Hamaset/propaganda yoğunlukları/gösterileri, niceliksel etkinlikler aracılığıyla, İslam’ın, siyasal hesapların/gösterilerin/çıkarların, Türkçü/milliyetçi/militarist hesapların/gösterilerin, sıradan, basit bir aracı haline getirilmesi, tartışma/sorgulama konusu olmaktan çıkarılıyor, çıkarılabiliyor. Niceliksel etkinlikler/gösteriler yoluyla, kendilerini İslam’a nisbet eden aparatçikler/troller, İslami duyguları ve umutları amansız bir biçimde sömürüyor, toplumsallaşan lümpenlikler İslami umutları çölleştiriyor. Muhafazakar-milliyetçi politik zihniyet/kadrolar/iktidarlar aracılığıyla İslami bilinç ve İslami gelecek tahayyülleri tasfiye ediliyor.
Milliyetçiliklerin, popülizmlerin, oportünizmlerin, niceliksel yönelişlerin, bayağılaşmaların yükselişi, kitleler tarafından içselleştirilmesi; evrensel ideallerin, İslami ideallerin geri çekildiğini gösteriyor. Popülizmlere açık olan kültürlerde ve toplumlarda, toplumsal bünye eleştirel haber-yorum-analize kapalı olduğu için, ilgili toplumlarda üniversiteler/bürokrasiler kolaylıkla sömürgeleştirilebiliyor. Politik ve maddi ihtiraslar, hayatı yaşanılmaz hale getirebiliyor. Lümpenliğin yükselişi, İslami-insani-vicdani yüksek öncelikleri barbarca tahrip pahasına, etnik öncelikleri, oportünist öncelikleri kamusal gündem konusu yapabiliyor.
Hangi toplumda olursa olsun, bilinçdışının, manipülasyonun, menkıbe ve hamasetin toplumsallaşması, kitleselleşmesi, normalleşmesi, ilgili toplumların niteliksizleşmeye mahkûm edilmesiyle, bilincin boğulmasıyla sonuçlanıyor. Gelecek kuşaklara niteliksizliği, otoriter-popülist-militer dili/söylemi/tavrı/tarzı miras bırakmak kadar büyük bir kötülük düşünülemez. Lümpenliğin kol gezdiği toplumlarda, İslam toplumlarında da, hayat bütünüyle siyasal/ideolojik önyargılarla/klişelerle sınırlandırılıyor. Bu tür toplumlarda, varoluşsal/hayati önemi olan konular-ilgiler-sorumluluklar hep erteleniyor. Araçsal rasyonalite, modern toplumlarda yaşandığı gibi, İslam toplumlarında da, bütün değerlere, ilkelere, anlamlara, bilgeliklere fütursuzca meydan okuyor. Sınır tanımayan iktidar ve tahakküm ihtirasları, vicdani alanı, edep ve haya alanını etkisizleştirdiği için, siyasal yalanlar/yanlışlar/kötülükler tartışılamıyor. İktidar ve tahakküm ihtirasları ahlaka/vicdana ihtiyaç duymuyor, ancak, ahlak/vicdan istismarından da asla vazgeçmiyor. Bütün değerleri değersizleştiren, şeyleştiren bilinçdışı, trollükler ve sanal linççilik yoluyla, niteliklere ve bilince saldırıyor. Bilinçdışının toplumsallaşması, normalleşmesi tebcil ve takdis edilmesi sebebiyle, aziz ve mükerrem İslam kolaylıkla araçsallaştırılabiliyor. Aziz İslam’ın ontolojik ve epistemolojik bütünlüğünü, bağımsızlığını, otoritesini, meşruiyet ve mevcudiyetini, kamusal alanda/dünyada temsil-tecrübe liyakatine/cesaretine/birikimine/şecaatine sahip, düşünsel/kültürel/entelektüel/akademik evrensel zihinlere/kadrolara/hareketlere sahip olmadığımız için, İslam; politik çıkarlar adına, politik beklentiler ve gelecekler adına propaganda malzemesi olarak kullanılabiliyor. Yerli-milli bir retoriğe kapatılan bir toplumdan evrensel zihinler-kadrolar-hareketler ve bilinç çıkmayacağını bilmek-anlamak gerekiyor.
Müslümanlar olarak, hakikatin, bilinçdışına dönüştürülerek, gerçek olmaktan çıkarıldığı, çıkarılabildiği bir zamanda-dünyada-toplumda yaşıyoruz. Bugün, Müslümanlar olarak İslami bütünü/bütünlüğün siyasal çerçevesini/içeriğini tanımlama gücüne/iradesine sahip bulunmuyoruz. İslami bütünlüğe, İslami bütünlük ahlakına yabancılaştığımız için, bütün doğallıkları, bütün sade’likleri, bütün içtenlikleri, bütün bilgelikleri birer birer kaybediyoruz. Saldırgan tutkular, ihtiraslar, bencillikler, hiçbir bilgeliğe geçit vermiyor. Toplumlarımız lümpenleşme yolunda kirletiliyor, bayağılıklar tarafından istila ediliyor. Lümpenleşme, ötekileştirilenleri, muhalifleri politik rekabet mülahazalarıyla tahkir/tezyif eden otoriter/popülist dilin/söylemin büyük bir zulüm olduğunu, idrak yeteneğinden yoksun olduğu için, bu zulümleri alkışlıyor, bu zulümlerin bir kahramanlık olduğuna inanıyor. Lümpenleşmenin, popülist demagoji dilinin, öfke-nefret söyleminin hiçbir şekilde düşünce-tefekkür içermediğini bilmek-anlamak gerekir. Lümpenleşmenin kitleselleştiği, normalleştiği toplumlarda, güç-tahakküm-çıkar-ayrıcalık haz-zı ve tutkusu adına, İslami olan her şeyden, İslami ilkelerden, İslami kişiliklerden, sorumluluklardan, İslami duruş’tan feragat edilebiliyor. Bu tür toplumlarda sağcı/muhafazakar/gelenekçi/görenekçi/milliyetçi sloganlar/klişeler/kalıplar maalesef İslama nisbet edilebiliyor.
Günümüz dünyasında, kontrol edilemeyen, sınır tanımayan finansallaşma ve dijitalleşmeye maruz kalan toplumlarda yerli-milli tercihlerin-duyarlılık biçimlerinin tutunamadığını, bu tercihlerin bir slogan olmaktan öteye geçemediğini görmek gerekiyor. Büyük sorunlarla yüzleşebilmek için, büyük zihinler, büyük ufuklar, büyük nitelikler gerekiyor. Büyük sorunlarla yüzleşebilmek için, büyük kültürlere ve her alanda risk alabilecek entelektüel kadrolara ihtiyacımız olduğu açıktır. “Demokrasiler” her alanda, her zaman büyük sayılara ihtiyaç duydukları için, büyük niteliklere ihtiyaç duymazlar. Demokrasilerin, lümpen kitlelerden, trol müfrezelerinden rahatsız oldukları görülmemiş ve duyulmamıştır. Hangi toplumda olursa olsun büyük paralarla, büyük propaganda gösterileriyle-etkinlikleriyle-hamasetle büyük sayılara ulaşılabildiğini hatırlamak önemlidir.
Bilinçdışını içselleştiren toplumlar gerçek dünyayı, gerçek tarihi bütün boyutlarıyla göremiyor ve doğru algılayamıyor. Konformizmi, bilinçdışını, lümpenliği politik yarar-çıkar mülahazalarıyla sahiplenen-savunan toplumlarda, romantik-nostaljik muhafazakarlıklar, kültür-edebiyat hayatı, iktidar alanlarında konumlanmayı şiar edindikleri için, sıfır riskli tercihler yapıyor. Bu nedenle de, rahatı-çıkarı seçenler için hiçbir zaman risk almak gerekmiyor. Aziz İslamın araçsal işlevlerle sınırlandırılmış-kısıtlanmış olması muhafazakar kesimleri, bu kesimlere hitap eden düşünce ve edebiyat hayatını kesinlikle rahatsız etmiyor.
Günümüz dünyasında popülizmin ve sosyal medyanın yükselişi ile birlikte bayağılıklar da yükselişe geçmiştir. Sosyal medyanın sorumsuz-keyfi nefret söylemi, kurgu sahte haberler hangi toplumda olursa olsun ilgili toplumların kalitesini düşürüyor. Popülizmlerin, bayağılıkların, kalitesizleşmenin yükselişe geçtiği toplumlarda, Türkiye’de de görülebileceği üzere, sansasyon/propaganda/saldırganlık yoluyla siyasal gündem belirlenebiliyor. Bu gündem, başkalarının-muhaliflerin insanlığına asla değer vermiyor, başkalarının-muhaliflerin saygı görme haklarını tanımıyor. Karşılıklı saygı’ya, saygı görme hakkına hayat hakkı tanımayan bir politik ortam-iklim-söylem, ilgili toplumlarda hiçbir şekilde iyi bir şey, nitelikli bir şey yapılamayacağına işaret eder.
Edilgenlikten kurtulamayan bir toplum ve kültürün, gelecek için, insanlık için, sorumluluk alması beklenemez. Edilgenlikten çıkmak için, sorumluluk ve risk almak gerekir. Hangi alanda olursa olsun, tarihin yeniden başlatılabilmesi için, İslami bilincin yeniden inşa edilmesi ve özgürleştirilmesi gerekir. İslami varolma tarzının, İslami bilme tarzının özgürleştirilmesi hayati önemi olan bir konudur. İslami varolma ve bilme tarzının özgürleştirilememesi sebebiyle, bugün, İslam toplumları ve kültürleri modern-seküler ideolojik büyücülüğün otoritesini-iktidarını aşamıyor, sarsamıyor. İslam toplumlarının/kültürlerinin yapısal edilgenlikten çıkmak için, yeryüzüyle-insanlıkla yakın ve üretken bir ilişki içerisinde olması, günümüz dünyasının bütün boyutlarını/ufuklarını görmeye çalışması gerekir. Bütün boyutları ve ufukları görebilmek, farklı tarzları/yöntem ve yorumları terörize etmek yerine, çoğaltmakla mümkün olabilir. Nitelikli toplumlar ve kültürler, farklı olanı susturmaya çalışmak yerine, farklılıklara konuşmaları için her tür imkanı tanımaya cesaret ederler.
Popülizmlerin, bayağılıkların, niteliksizliklerin yükselişe geçtiği günümüzde, bir yanda Hıristiyan milliyetçiliği Batı dünyasını yeniden kuşatırken, bir diğer yanda da İslam topraklarında, etnik farklılıkları, yorum farklılıklarını nefrete dönüştüren militarist milliyetçilikler yükselişe geçiyor. İslam toplumlarını birbirinden ayıran sınırlar, Müslüman halkları/kültürleri/çeşitlilikleri birbirlerine yabancılaştırmak, farklılık/karşıtlık/ötekilik üretmek üzere çizilmişti. İslam toplumlarında bilinçdışının bir hayat, kültür ve siyaset tarzına dönüşmesiyle birlikte, kent kültürü-estetiği, kentsel ilişki ve incelikler de ne yazık ki sona erdi. Bilinçdışı, bir hayat-kültür-siyaset tarzına dönüştüğü için, bugün, Müslüman kitleler, popülist din’i ya da politik karizmatik otoriter figürlerin, patolojik ego’larına tapınabilir hale gelmişlerdir. Müslüman kitleler, popülist din’i ya da politik otoriter liderlerin kendi kendilerini yüceltmelerini, takdis etmelerini, bu liderlerin ilahi bir misyonu yerine getirmeleriyle ilgili olduğuna inanıyor.
Bizler, Müslümanlar olarak, popülizmin, bayağılığın, niteliksizliğin, lümpenliğin, propagandanın yükselişi, kent kültürünün, kentsel içeriğin ve ilişkinin sona erişi sebebiyle, sömürgeci kavram, kurum ve yorumun tayin edici otoritesini sorgulayamıyor, istikrarsızlaştıramıyoruz. Batı dünyasında kamusal alan Hıristiyanlaştırılır, seküler alan daraltılırken; İslami düşünce-kültür-ilahiyat hayatı, İslamın kamusal temsili doğrultusunda bağımsız bir kurumsal-kavramsal çerçeve belirleyemiyor. Paraya ve iktidara bağımlı, nesneleştirilmiş, sömürgeleştirilmiş varoluşlarla tarihsel sorgulamalar, yüzleşmeler, hesaplaşmalar yapılamıyor. Bu sorgulamaları, yüzleşmeleri, hesaplaşmaları yapabilecek, entelektüel kadrolara/zihinlere sahip olmadığımız için, modern sömürgeci dünya görüşü her alanda ayrıcalıklarını ve dokunulmazlıklarını sürdürüyor.
Günümüz tarihi, büyük yalanlar, büyük riyakarlıklar, büyük istismarlar, büyük sahtelikler, maddi ve manevi yıkımlar/acılar üreterek insanlığı belirsiz bir geleceğe doğru sürüklüyor. Bir yanda modern dünya ve modern tarih, evrenselcilik iddialarına rağmen, insan onurunu parçalayarak, Batılı ve beyaz olmayan dünyayı ötekileştirir-sömürgeleştirirken; bir diğer yanda da İslam dünyası ülkeleri, ümmetçilik iddialarına rağmen, militarist milliyetçiliklerle, etnik-mezhepçi karşıtlıklar oluşturuyor.
İslam dünyası toplumlarında yönetici kadrolar-iktidarlar, İslami ilke ve ideallere ihanet pahasına, aynen sömürgeci Batı dünyasında tecrübe edildiği üzere, iktidar ayrıcalıklarını-saltanatlarını sürdürebilmek için, kendilerini araçsal aklın pragmatik sınırları içerisinde hapsetmekte hiçbir sakınca görmüyor. Müslüman halklar olarak çok boyutlu, çok ufuklu düşünmediğimiz, çok boyutlu, çok ufuklu sorgulamalar yapmadığımız, şüphe ve merak duygularına sahip olmadığımız için, hayatlarımızı uydurulmuş/kurgulanmış politik çerçeveler içerisinde yaşamaya devam ediyoruz. Hangi toplumda yaşıyor olursak olalım, bilinç ve bilgelikten hiç nasibimiz yokmuş gibi, oportünizmler ve pragmatizmler üzerimize çullanıyor. Hayatın ahlaki anlamına yabancılaştığımız için, sözünü ettiğimiz oportünizmler ve pragmatizmler sebebiyle, insanlar gerçek aidiyetlerini, gerçek tercihlerini, gerçek bağlılıklarını ve ilgilerini açıkça ifade etmekten imtina ediyor.