İşte İlhami Güler'in analizi...
Siyaseti, yeni bir toplumsal formasyon-devlet oluşturma ve onu koruma-kollama faaliyetlerinin bütünü olarak tanımlamak mümkündür. Hukuk ise, bu toplumsal formasyonun kalıcı iç düzeni ve nizamıdır. Toplumsal yaşam için siyasetin zorunluluğu ve lüzumu ne ise, hukukunki de odur. Örneğin, Allah, yedinci yüzyılda Arap yarımadasında (Mekke-Medine civarında) Hz. Muhammed öncülüğünde Vahiy (Kur’an) aracılığı ile yeni bir toplumsal formasyon (Müslümanlık-Müslüman toplum) oluşturma girişiminde bulunmuştur. Bu yapı, -siyasal bağlamda- kendi dışına karşı tebliğ ve cihat-kıtal faaliyeti ile oluşurken; kendi içinde emaneti ehline (liyakat) vermek, şura, adalet ve maslahat ilkeleriyle oluşmuştur. Hukuki bağlamda ise yeni toplum Allah ile bir sözleşme (Misak); müminlerin kendi aralarında ahlaki-hukuki bir nizam (Hududullah-Hukukullah) ve gayri müslimler ile yine bir hukuk (ahit-akit) oluşturmuştur. Gayri müslimler ile Medine’de ‘Birlikte Yaşama (Ümmet)’nın raconu ise, yine bir hukuk metniyle tescil edilmiştir (Medine Vesikası).
İslam tarihinde “Hilafet-Saltanat” siyasi faaliyeti ifade ederken; “Şeriat” siyasal iktidardan bağımsız olarak sivil ulema tarafından “Hukuk”u ifade ve ifa-icra etmiştir (“Şeriat’ın kestiği parmak, acımaz”). Müslüman toplumların tarihi, bir yandan siyasetin hukuku baskılama çabası olarak gerçekleşirken; diğer taraftan da Hukukun(Şeriat), siyaseti baskılama tarihi olarak görülebilir.
Avrupa toplumları -siyasal bağlamda- kendi içi ve aralarında uzun süren din, ırk, sınıf, çıkar savaşlarından sonra, “Toplum Sözleşmesi” teorisiyle İnsan Hakları, Demokrasi, Laiklik ve Hukuk Devleti formasyonlarını geliştirerek bugünkü nispî barış ortamına kavuşmuşlardır. Yani Avrupa (AB) ve ABD, -dünyanın gerisinden farklı olarak- kendi içinde “Hukuk Devleti” yaratmayı başarmış politik formasyonlardır.
Osmanlı imparatorluğu dağıldıktan sonra kurulan ve halkı Müslüman olan devletler, siyasal birer formasyon olmayı başarırken; toplumlarının gönüllü iç barışını oluşturacak hukuki nizamlar oluşturamamışlardır. Siyaset, hepsinde dominant, ana belirleyici unsurdur. Bu devletler, Avrupa’nın başardığı gibi, siyaset yapmanın uzlaşımsal bir raconunu da (Demokrasi-Laiklik, Kuvvetler ayrılığı…) geliştirememişlerdir. Siyaset kişi kültü, kabile, ordu, din, aile, tek parti gibi “Kuvvet-Karizma” unsurları ile yapılmaktadır. Siyaset, doğası itibarıyla ‘Güç istenci’nin aktüelleşmesi ve “Şeytanlığın (Kibir)” kolayca içeriğine nüfuz edebileceği bir faaliyet türü iken; hukuk, Rahmaniyetin (adalet-insaf) yeryüzünde tecelli etmesidir. Siyaset, olay ve icat çıkarır, yaratır; hukuk, ona şekil ve nizam verir. Bir futbol maçında takımların ‘başarı’ için kıran kırana mücadelesi, siyasete benzerken (güç istenci); ‘hakemlik’ müessesesi, hukuku ifade eder.
Türkiye’ye gelecek olursak, -politik bağlamda- Cumhuriyet, bir dizi radikal siyasal kararlar (devrimler) ile yeni ve seküler bir toplum oluşturmak için kurulmuştur. Toplum, yerli ahali (Türk-Kürt) ile birlikte Balkanlar ve Kafkaslardan Anadolu’ya sığınmış Müslüman anasırdan oluşmuş; etnik olarak hetorejen bir yapıdadır. 1924-1950 arası Tek-Adam ve Tek Parti ile geçmiştir. Daha sonra 1960-2000 arası yarı demokratik-laik bir askeri ‘vesayet’ dönemi olmuştur. Devrimlerle içerlemiş olan katı muhafazakâr halk, bir taraftan cemaat ve tarikatlar ile rejimin sek laik tutumuna karşı kendi kadim kimliğini korumaya çalışırken; diğer taraftan da, 1970’lerden itibaren “Milli Görüş” adıyla kendini siyasette görünür kılmaya çalışmıştır. İki binli yılların başından itibaren gömlek değiştirerek (takiyye) AK Parti’yi oluşturan muhafazakârlar (cemaat ve siyaset), siyaset ile vesayet rejiminden ‘rövanş’ almaya başlamışlardır. Daha sonra da aralarında politik-teolojik ihtilaf vuku bulmuş, ‘Cemaat’ kanadı, ‘Parti/Siyaset’ kanadına askeri bir saldırıda bulunmuştur (15 Temmuz). Bu saldırıyı savuşturan siyasal parti kanadı, ondan sonra siyasal erkin “istisna (Olağanüstü Hal)” oluşturma yani parlemanto dışı kanun koyma hakkını kullanarak katı bir ‘siyasal’ refleks içine girerek, kendi siyasal müttefikleriyle (Cumhur İttifakı), siyasal muhaliflerine (Millet İttifakı) karşı mücadeleye girişmiştir.
Bu arada, 1980’lerden itibaren PKK terör örgütü, devlete karşı silahlı-siyasi bir başkaldırı hareketine kalkışmış; devlet de, bu terör hareketi ile mücadele etmeye devam etmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye devleti ve toplumu, ideolojik, etnik ve mezhepsel olarak hetorojen bir yapıda olduğu için, sonuna kadar ‘siyasal’ makamda kalmakta ve bir türlü iç barışını oluşturacak bir ‘hukuk düzeni’ kuramamaktadır. Umarım, Hz. Muhammed’in Medine’de ve Batının kendi içinde kurduğu gibi bir ‘Toplum Sözleşmesi’ ve ‘Hukuk Nizamı’ kurmayı başarabiliriz. Medeni olmanın raconu ‘siyaset’ değil; ‘Hukuk’ nizamı kurmaktır. Benim ‘Rahmani Siyaset’ veya ‘Evrensel Ümmetçilik’ dediğim şey, siyasetle birlikte evrensel bir hukuk oluşturma çabasıdır.