İbn-i Haldun’a izafe edilen, “İnsanı açlık değil alışmış olduğu tokluk öldürür” diye bir söz var. Sebebi de sözün kalbinde saklıdır: “Kıtlık görülen yerlerde çok yemeye alışanlar, az yemeye alışanlardan çok fazla kayıp verirler.” Aç ayıyı oyundan alıkoyan da aslında alıştığı bu tokluktur. Bütün canlıların açlığa karşı gösterdiği tepki farklı farklıdır. Rahmetli annemin, “Aç köpek fırın yıkar” sözünü hiç unutmam. Aç insan da kuralları devirir, yönetmelikleri yıkar. Hayatı gözümüzde bir yere oturtan şey de tokluktur. Zira açken gözümüz hiçbir şeyi görmez. Bütün hayat ekmeğe odaklanmıştır. Doyduktan sonra hayatın asli amacı yavaş yavaş ortaya çıkmış olur. Açken dünyadaki hedefimiz karın doyurmak seviyesine kadar iner. İhtiyaçlar ulvi gayelerin maskesi ile etrafta dolaşırlar. Üstat boşuna söylememiş: “Birazcık su ve kepek şu kuduz nefse kifaf” diye.
Aç insanın hayalleri ve rüyaları bile tok insandan farklıdır. Neye acıkmış ve susamışsanız onun rüyasını görür, hayalini kurarsınız. Tavuklar da acıkır ve ne zaman kümeslerinde başlarını ottan ve samandan yastığa koysalar rüyalarında darı görürler. Rüyasında darı gören aç tavuğun doyduktan sonra yumurtası bir başka olur. Doymak insanın acıktıktan sonraki halidir. Buna göre insanın asli hâli yemeden tok olma halidir. İnsanın insanı en iyi bilme hali birinin başına gelen şeyi kendisinin de yaşamasıdır. Nasrettin Hoca’nın damdan düştükten sonra kendisine, “Doktor çağıralım mı hoca?” diyen kişiye o acılı haliyle, “Doktor istemez, bana damdan düşen birini bulun!” diye karşılık vermesi gibi. Atalar şu sözü de bu günler ve böylesi durumlar için söylemiş: “Tok açın halinden anlamaz!”
Belki de en anlamlı insanî farkındalık burada yatmaktadır: “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir.” Bir sürü sebep arayıp bir ton şey söylemeye ne hacet safların ayrışması için “aç yatan”la “tok yatan” arasındaki dünya farkı yetip de artar bile. Sosyal adalet basit bir terminoloji değil mümin olmanın alamet-i farikasıdır. Kim söylemiş, niye söylemiş, aç mıymış tok muymuş bilemem, ama şu dizeleri serlevha yapsak yeridir: “Tok olan cümle cihanı tok sanır / Aç olan âlemde ekmek yok sanır.” Oruç tokluğun kıymetini bilmek için açların halinden anlamak sanılır. Hâlbuki oruç tutanların çoğu açtır tokların halinden anlayarak sahip olmadıkları birçok şeye şükrederler. Dünya hayatının içerisine bol miktarda abartma tozu katılmıştır. Bu yüzden atalar yerden göğe haklıdır: “Aç doymam, tok acıkmam sanırmış.” Bir şeyi gözünüzde ne denli büyütürseniz açlığınız o denli artar. İnsanın gözü midesinden erken davrandığı için gözün de doymaya ihtiyacı vardır.
Dünyadaki paylaşım adaletsizliğinin özünde yatan şey açgözlülükten başka bir şey değildir. Doyduktan sonra yeni acıkacak şeyler arama ideolojisine tüketim şehveti denir ki o da üretim çılgınlığıyla beslenir. Saadet asrımızın güzide şahsiyetlerinin hiçbiri tıka basa yiyen, işkembe büyüten kişiler değildir. Peygamberimizin de az yemeyi tavsiye edip kendi hayatında yaşadığı bilinen bir gerçektir. Tasavvuf ve tarikat erbabı “gıllet-it taam” (az yemek) ile nefislerini terbiyeye davet edilirler. Günümüzdeki manzara ne yazık ki çok başka. Çoklukla ve toklukla yolunu bulmaya çalışan o kadar çok örnek var ki. “Yolunu bulma” tabiri bile artık menfaat ve çıkar ilişkisi ile yoldan çıkmaya delalet ediyor. Dalalete delalet diye bir şey varsa bu olsa gerektir.
Norveçli yazar Knut Hamsun “Açlık” isimli ünlü romanında açlık ile yazmak arasındaki ilişkiyi kahramanının dilinden şöyle ifade eder: “Acı duymuyordum, açlığım acımı uyuşturmuştu. Bunun yerine, kendimi pek hoş şekilde, çevremdeki her şeyle ilintisiz boş hissediyor, kimse tarafından görülmeyişime memnun oluyordum.” Açlık duygusuyla baş edebilmek nasıl bir maceradır, bu romanı okuyanlar çok iyi bileceklerdir.
Mide fesadına uğramak pahasına haksız kazanç elde ederek saltanat sürenlere her devirde söylenecek söz vardır ve öfkeye giden yol burada da mideden geçer. Tevfik Fikret’in “Han-ı Yağma” adlı şiirinde olduğu gibi:
“Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir/Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?/Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!/Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir.../Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,/Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”
Bendeniz de 30 yıl önce yazdığım “Hiç” başlıklı şiirimin bir yerinde açlık-tokluk isimli iki cemaatin ahvalini şöyle dile getirmişim:
“İçimizin kıvrımında/ Yalın kafa/ Yalın cüzdan/ Yalın ayak/ Gezersiniz/ Ne çoksunuz! / Açlığa doymayanlar/ Kapıları kemiriyor/ Onlar varlıklarınca aç/ Siz yokluğunuzca toksunuz.”
Şu günlerde dünyanın gündemine takılan Kenya’daki açlık tarikatı müritlerini Hz. İsa’ya kavuşacakları vaadi ile açlıktan ölmeye ikna etmiş. Basına yansıyan haberlere göre yüzde 60’ı çocuk olmak üzere en az 1000 kişinin ormanda açlık orucuna yatarak öldüğü söyleniyor. Bir daha hiç acıkmayacaklarını ve hiç doymak gibi bir problemlerinin olmayacakları telkin edilmiş olmalı. Oysa cehalet ne büyük tokluk, bilgi ve aydınlanma ne büyük açlıktır! Keşke bilselerdi, keşke bilseydik…