Tâliban iktidarına dair

Şimdiki gerçek şu: Tâliban ülkesinde tek fiilî iktidar ve Afgan halkının hali görebildiğimiz kadarıyla bile yürekler acısı!

Tâliban iktidarına dair

Mustafa Çağrıcı yazdı;

Nihayet Taliban Afganistan’ın yönetimini ele geçirdi. Taliban’ın buralara kadar hangi dış güçlerin bilinçli-bilinçsiz desteğiyle gelebildiğini konunun uzmanları bilir. Tâliban bugünkü dünya şartlarında bin yıl önceki zihniyet ve uygulamaları sürdürebilecek mi? Sürdürmekte direnirse iktidar olarak ne kadar ayakta kalacak? Onu da küresel oyun kurucular bilir. Fakat şimdiki gerçek şu: Tâliban ülkesinde tek fiilî iktidar ve Afgan halkının hali görebildiğimiz kadarıyla bile yürekler acısı!

Tâliban “öğrenciler” demektir. Örgüt, ilk defa 1994 yılında, Afganistan’ın güneyinde Kandaharlı Molla Ömer Ahund adlı zatın önderliğinde yaklaşık 50 medrese öğrencisi (tâlib) tarafından oluşturulmuş. Molla Ömer, diğer pek çok Afgan gibi Pakistan’da medrese eğitimi almış. Ülkenin elverişli şartları sayesinde hızla güçlenen Tâliban savaşçıları 27 Eylül 1996’da Kabil’i ele geçirmiş, Devletin adını “Afganistan İslam Emirliği” koymuş, kurucu Molla Ömer’i de Emîru’l-Mü’minîn (Müslümanların emiri/devlet başkanı) ilan etmişti.

Örgüt, bugünlerde başlıca yönetim ilkelerini açıklamaktadır: Devlet demokrasi ile değil, –kendi tasavvurlarındaki- “Hanefî Mezhebi” çizgisinde “Şeriat hukuku”yla yönetilecekmiş; kızların eğitimi, kadınların kıyafeti konularında “ulema” (yani Tâliban’ı üreten medrese zihniyeti) karar verecekmiş.

1996’dan 2001’deki Sovyet işgaline kadar yönetimde olan Tâliban’ın başlıca “Hanefî-Şeriat” uygulamaları bilinmektedir: Kadınların çalışması, kızların okula gönderilmesi yasaklanmıştı. Bazı yasaları ihlal edenlere kırbaç cezası uygulanırdı. Resim, görsel yayın ve müzik yasağı, 5 vakit namazı camide kılma mecburiyeti, okulların medreseye dönüştürülmesi, medreselerde sarık sarma mecburiyeti, TV ve bilgisayar cihazları bulundurmanın yasaklanması, idam ve el kesme cezalarının cuma namazlarından sonra uygulanması, kadınların peçe takma, erkeklerin takke takma ve sakal bırakma mecburiyeti uygulamalardan bazıları... Tahminime göre bu tür yasa ve uygulamalar –belki bazı şeklî yumuşatmalarla- geri getirilecektir.

***

Asıl dikkat çekmek istediğim gerçek şu: Müslüman olanıyla-olmayanıyla eski toplumların bin yıl önceki şartlarında, o çağların dünya kültürlerinin kalıplarıyla oluşmuş zihin yapısını İslam toplumlarında bugün de aynıyla sürdüren medrese vb. kurumların verdiği eğitiminden Tâliban’dan başkası çıkmaz. Bu zihniyet –mesela- demokrasiyi istemez. Çünkü demokrasi –Kur’an’ın tabiriyle (3/64, 9/31) insanların birbirlerini “rab edinmeleri”ni önleyen bir rejimdir. Demokrasi, her türlü güç kullanımı ve tepeden inmecilikle toplumun üstüne kurulmayı reddeder.

Buna karşılık insanların –veya bazı insanların- onuruna, iradesine ve özgürlüğüne saygı duymayan bütün zorba ve işgalci yapılar, babaları öldürerek yahut öldürmeyi meşru göstererek çocuklara mutlu bir hayat getirme iddiası taşırlar. (Aslında Tâliban ve onarın uleması böyle bir mutluluk vaadini de gereksiz görür. Çünkü onlar için değerli ve saygın olan insanlar değil, eski kitaplardaki baskı ve şiddet içerikli kurallardır.) 20 yıl önce Ruslar da Afganistanlı babaları öldürürken, Afgan çocuklarına ve gençlerine aynı şeyleri vaad ediyorlardı. Afgan gençleri ve çocukları bakımından, zorbaların ve katillerin kendi vatandaşları ve dindaşları olmasının dışında, Tâliban cihatçılarıyla Rus işgalciler arasında ne fark var? Milyonlarca Iraklı, Suriyeli, Libyalı babalar, çocuklar, gençler de içerideki demokrasi ve insan onuru düşmanları, dışarıdaki zalim işgalciler tarafından benzer vaadlerle öldürülmedi mi? Bu demokrasi ve insan onuru düşmanlığı medreselilerce, “Şeriat”/mezhep sloganıyla yapılınca adil ve meşru mu oluyor? Neredeyse bütün Arap dünyasını ve öteki Müslüman dünyanın büyük kısmını hâlâ esir almış bulunan bu on birinci yüzyıl medrese zihniyeti bütün İslam toplumlarının –ve dolaylı olarak bütün dünyanın- baş sorunu ve Müslüman toplumların bütün sorunlarının da kaynağıdır.

Bence olaya at gözlüğüyle bakıp, silah fabrikalarını çalıştırmak gibi ilkel hesapları uğruna bu onur ve özgürlük düşmanı düşünceleri ve hareketleri dışarıdan besleyenler, aslında kendi toplumlarını da şimdiden işaretleri görülen küresel tehlikelerin içine atıyorlar. Bu gaflet sürerse küresel köydeki yangın bütün köyü saracaktır.