Bu kadar çok kritik gelişme varken, ülkeyi ve bölgeyi hatta küresel dengeleri sarsan mücadeleler geleceğe ilişkin kaygıları iyiden iyiye karamsarlaştırırken saplantılı ve sapkın tiplerle uğraşmanın ne âlemi var! Korona virüsün Çin Seddi’ni aşarak Tahran Azadi Meydanına, Roma’nın ihtişamlı katedrallerinden Washington’un görkemli plazalarına değin hiçbir sınır ve sınıf tanımaksızın bütün dünya sathında tartışmasız bir korku imparatorluğu kurarak kitleleri, orduları, devletleri esaret altına alması modern zamanların en önemli ibret tablolarından biriyken üstelik…
Rusya ve Amerika’nın emperyal siyasetinin iki ileri, bir geri hamlelerle savuşturmaya çalışıldığı, Suudi Arabistan ve İran’ın bölgede despotik rejimleri tahkim ederek Müslüman halklara kan kusturmasına mani olmak üzere düşe kalka çareler arandığı bir vasattayız. AK Parti’den ayrılan Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi, Ali Babacan’ın Demokrasi ve Atılım Partisi’yle aldıkları pozisyonun Türkiye’de nasıl bir siyasal-toplumsal denge oluşturacağını bile doğru düzgün tartışamadığımız stresli bir iklimdeyiz.
Ekonomik olarak daralan, siyasal ve toplumsal olarak içe kapanan uluslararası sistemin Türkiye’deki yansıması da çok farklı değil. Ancak güvenlik politikaları alanında elde edilen başarıların hukuk ve kanunların işleyişiyle ilgi sahalarda yaşanan zaaf ve kusurları telafi ettiğini sandığımız şaşkınlıklarla yüzleşmekten de imtina edemeyiz.
Zulüm Sever Çünkü Adalet Sevmez
Bu günlerde korona virüsün saldığı dehşet ve korku üzerine tartışan veya alınan tedbirlerin yeterli mi yetersiz mi olduğu üzene kanaat belirten çok sayıda yazı kaleme alınıyor. Uzmanlardan daha çok her konunun uzmanı medya gediklilerinin verdiği malumatlarla kamuoyu gece gündüz özenle paniğe sevk ediliyor. Komplo teorilerine pek meraklı avam ve havas el ele verip soluduğumuz atmosferi daha bir zehirliyor. İsimsiz, adressiz, tarihsiz ve doğru düzgün okunup anlaşılmamış mesajlar alelacele “ilet” butonuyla bütün dost ve akrabalara ulaştırılıyor. “İletildi” ibareli zincir kesintisiz bir biçimde işliyor, vehim ve vesveseleri besleyip yaygınlaştırıyor sadece.
Makul ve mutedil sözler, gözler önünde cereyan eden onca olay ve gelişmeler adeta kimseyi tatmin etmiyor. Görünmez eller, çok gizli ve kirli planlar, karanlık ve meşum odaklar üzerine anlatılan komplo teorileri ve şehir efsanelerinin ne çok alıcısı var! Ahlakı çürüten, hayatı çekilmez kılan, insan ve toplumu da şizofreniye sürükleyen sebeplerden birisi de bu tür zihinsel tuzaklardır elbette.
Gecikerek de olsa bugün başka bir konuya temas etmek istiyorum. 1996-97’de kurulan ve 28 Şubat askeri darbesiyle düşürülen Refah-Yol Hükümeti’nin Adalet Bakanı Şevket Kazan geçen hafta vefat etti. Kazan’ın vefatı üzerine siyasal kimliği ve misyonunu tahlil eden yorumlardan ziyade herkes durduğu yere göre bir tutum belirledi. Gerek bakanlığı döneminde gerekse 28 Şubat davası sürecinde sergilediği kimi söylem ve eylemleri üzerine yapılacak eleştirilerimiz olmakla beraber “Allah-u Teâlâ kusur ve günahlarını affetsin” diyerek bu tartışmayı şimdilik bir kenara bırakalım. Lakin Şevket Kazan’ın vefatı üzerine 28 Şubat darbecilerinin sevince gark olduklarını hatta kimilerinin tümden edepsizce İslam’a ve Müslümanlara saldırışlarını bir kenara bırakmak olmaz.
Mesela Cumhuriyet yazarı Enver Aysever’in Şevket Kazan’ın vefatı üzerine kaleme aldığı çirkinlik ve çirkeflik sembolü yazısının başlığı şöyleydi: “İnsanlığın korkacağı esas virüs siyasal İslamdır!” Normal, evet normal bir insanın kuracağı bir cümle değil bu. İdeolojik ve mezhebi saplantıları sebebiyle Aysever’in fikir üretmekte acze düşen beyni mütemadiyen sadece ifrazat salgılıyor anlaşılan. Emperyalistler gibi yerli işbirlikçileri ve uzantılarının da İslam’ın önüne yerleştirdikleri ‘siyasal’ ifadesi/ibaresi hepimizin bildiği üzere aslında bir paratoner işlevi görüyor. Sömürgeci Batı’nın ürettiği aydınlanma-ilerleme tezlerine tapan Aysever tipik bir pozitivist, kronik bir İslam ve Müslüman düşmanı olarak biliniyor.
Ajitasyon ve Propaganda Genlerinde Var!
Soruyorum size Cumhuriyet yazarı Enver Aysever ileri düzeyde kindar, dengesiz ve de arsız bir tip olmasa şu türden hezeyanlarını ulu orta Müslüman bir toplumun üzerine kusabilir miydi: “Siyasal İslam insanlığın kanını emen esas virüstür. Bilime, sanata, kadına her şeye düşman garip bir dindir bu. Sadece paraya, çıkara tapanlardan oluşan bir din.” (Cumhuriyet, 12 Mart 2020) Aysever’in yazısının her yerinden (ruh halinin tezahürü olsa gerek) pislik, çirkeflik, irin taşıyor; makale değil meydanlara taşmış koca bir “lağım çukuru” resmen!
Kemalist-sol cephenin ideolojik saplantı ve siyasal manipülasyonlarını kritik etmek bakımından Enver Aysever işlevsel bir ‘prototip’tir. Hem sosyalist ve demokrat hem de Kemalist ve Baasçı, hepsi bir arada! Yazısına Şevket Kazan ile Adolf Hitler arasında bir benzerlik kurarak başlayan birine birkaç soru sormak lazım: “Atatürk’ün Adalet Bakanı” ve Kemalist hukukçuların idolü Mahmut Esad Bozkurt gibi halka karşı ırkçı-faşist bir rol oynamadığı için mi Hitler’e benzettiniz Şevket Kazan’ı? Mahmut Esat Bozkurt gibi “Bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır” gibi ırkçı-faşist ilkeler vaz etmediği için mi “gerici” ilan ettiniz onu?
Ne o, Bülent Ecevit Hükümeti’nin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk gibi onlarca insanın canına mal olan “Hayata Dönüş” operasyonu gibi katliam emirleri vermediği, tecridi esas alan F Tipi cezaevleri inşa etmediği için mi “kan emici” ilan ettiniz onu?
Yoksa Şevket Kazan’ın 28 Şubat darbe sürecinde Genelkurmay Karargâhı’nda verilen irtica brifinglerine Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyeleri gibi koşar adım gitmediği için mi saygıyla anılamayacağını üfürüyorsunuz ortalığa? Ordu’yla uyumsuz siyaset, askere itiraz eden siyasetçi karakteri mi kimyanızı bozdu?
Veli Küçük, Teoman Koman, Cemal Temizöz gibi adı JiTEM’le beraber anılan Kemalist Subaylarla beraber çalışmadığı, faili meçhul cinayetler ve işkencelerle beraber anılan karanlık kadroları revize edip sahaya sürmediği, topluma korku ve dehşet salmadığı için mi siyasal İslamcıları “esas virüs” ilan ettiniz yoksa?
“Dedeniz” Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay gibi Adalet Bakanlığı kadrolarını Alevi-Kemalist militan kadrolara tahsis etmediği, kamusal alanı Müslüman topluma zindan etmek üzere yargıyı militer laiklik karargâhına çevrilmesine katkı sağlamadığı için mi Şevket Kazan üzerinden ağzınızdan köpükler saçarak İslam ve Müslümanlara saldırıyorsunuz? Hafız ve Beşşar Esed gibi baba-oğul Drakulalar’ın azınlık mezhebine dayanan Baas cuntasını Türkiye’de de hâkim kılabilmek için nasıl da yanıp tutuştunuz, yırtındınız ama boşa çıktı işte.
Şunu çok iyi biliyoruz ki; Enver Aysever gibi İslam ve Müslüman düşmanı tipler münferit ya da belli bir döneme ait problemli örnekler değildir. Âlemlerin Rabbi Kur’an-ı Kerim’de varoluşunu temelde İslam’a düşmanlık üzerine kuranların karakter ve davranış modellerini, ruh hallerini tastamam olarak bizlere şu ayeti kerimede tasvir eder: “Kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kininizden (kahrolup) geberin! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir.” (Al-i İmran Süresi, 119. Ayeti Kerime)
Rahat olun; Tek Parti ve Tek Adam Cumhuriyeti’ni ayakta tutan İstiklal Mahkemesi terörü, Dersim Katliamı, Mustafa Muğlalı’nın 33 Kurşun’u gibi kurucu değerlerinizden yola çıkıp, neden Esedçi/Baasçı olduğunuzu, Rusya’nın emperyal siyasetine çanak tuttuğunuzu bugün burada izah etmeyeceğim. Nefret ve düşmanlıktan neşet eden hezeyan ve iftiralarınızın ürettiği edepsiz, müfteri ve işbirlikçi karakteriniz aşikâr zaten.
*
(Yazar Yeni Akit’teki köşesinde yayımlanan bu yazısını Haksöz-Haber için genişletmiştir)