Tarih: 17.09.2021 13:12

Tevhid sadece Allah’ı ‘bir’ bilme midir?

Facebook Twitter Linked-in

evhidin İslam’ın esası olduğunu herkes bilir. Ama gerçek anlamda tevhidin ne olduğunu bilenler çok değildir.

Tevhid kelime olarak, ‘bir’ anlamındaki ‘vahid’ kökündendir ve ‘birleme, bir bilme’ demektir. Tersi ise şirktir. İslam tevhid dinidir dendiğinde, bununla Müslümanların bir olan Allah’a inandıkları kastedilir. Şirk dendiğinde ise Allah’a ait özelliklerde O’na başkasını ortak bilmedir. Allah’ın bir olması neyi ifade eder? Mesele bunu anlamaktır.

‘Allah’tan başka ilah yoktur’ anlamındaki kelime-i tevhid yani ‘la-ilahe illellah’, Müslüman olmanın ilk şartıdır. Ama bunun anlamı üzerinde derinleşmek istediğinizde ‘Muhammed O’nun elçisidir’ demeniz de gerekir. Yani Muhammed (sa) bile ne kadar büyük olursa olsun, onda ilahlık yoktur, o da Allah’ın kulu bir resuldür. Kelime-i tevhid’in bu iki cümlesini bilip buna kalben inanan insan Allah katında muvahhid bir mümindir. Ama insanların da onu böyle tanıması gerekli olduğu için onun bu inancına şahitlik etmesi ve kelime-i şehadeti de söylemesi gerekir; ‘eşhedü en-la-ilahe illellah…’. İlah mabud yani ibadet edilmeye layık olan demektir. Mademki, Allah’tan başka ilah yoktur, öyleyse ibadet anlamına gelen her şey sadece O’na yapılır. Tevekkül, tövbe, takva, secde, rükû, eğilme, adak, yemin hep sadece O’nadır. Biz gafilce ‘et-Tahiyyâtü lillahi…’ derken de aslında bunu söyleriz. Anlamı, O’dan başkasına saygı duruşu olmaz demektir.

İhlas suresi bütün bu anlamları içerdiği için ‘tevhid suresi’ olarak da bilinir.

Sabah akşam on defa söylememiz tavsiye edilen ‘la-ilahe illellahu vahdehu la-şerike leh, lehül’mülkü…’ cümlesinin tevhidin anlamını biraz daha açtığını görürüz, çünkü bu cümlenin anlamı şudur:

‘Allah’tan başka ilah/mabud, ibadete layık yoktur. Buna bazıları ‘tevhid-i uluhiyet’ derler

O bütün işlerinde tek başınadır, ortağı ve yardımcısı yoktur.

Bütün mülk O’nundur. O halde mülkünde dilediği gibi hüküm verir, O’nun hükmüne karşı hüküm olmaz. Olur diyen O’nu hakkıyla bir bilmemiş, O’na ortak koşmuş olur.

Madem her şey O’ndandır o halde teşekkür, minnet ve hamd da sadece O’nadır. Buna da ‘tevhid-i rububiyet’ derler.

Hayat veren de hayatı alan da O’dur. Her şeyi O yapar. Buna da ‘tevhid-i ef’al’ diyenler vardır.

Ve O her şeye kadirdir’.

Resulüllah (sa) Efendimiz bu anlamdaki cümleleri sabah akşam on defa söylememizi neden tavsiye etmiştir? Çünkü insan Allah birdir dese de mevhum zanlarıyla O’na başka güçleri de ortak kılabilir. Hıristiyanlar da Allah birdir demiyorlar mı?

Aslında varlıktaki her şey de ‘tevhid’e ayarlıdır. En küçük hücre kendi içindeki alt birimleriyle insicamlı bir bir’dir. Hücrelerin oluşturduğu beden de kendi içinde böyle bir bir’dir. Bedendeki bütün hücreler bir uyumlu bir düzen içinde çalışır. Saçınız ayak tırnağınızdan bağımsız değildir. Her bir insan daha büyük bir beden olan dünyanın bir hücresidir ve dünyadaki her şey ile bağıntılı, bir birlik oluşturur. Her şey her şeyle bağlantılı ve etkileşim içindedir. Dünya da kâinatın bir hücresidir ve büyüklüğünü havsalamızın bile almadığı kozmosta hiçbir şey diğerinden bağımsız değildir. Kozmos bu düzeni anlatır. Hepsi birlikte hareket eder ve hepsi birlikte mutlak Bir’i gösterir. İnsan küçük bir kâinattır, kâinat da büyük bir insan. Ehad, ikisi, üçü olmayan böyle bir bir’dir. Vahdet-i vücud’çular bu muhteşem birliği hissedince ihtişamı karşısında şaşırıp ‘heme ôst, her şey O’dur’ demişler. Oysa bir adım daha gidip ‘heme ez-ôst, her şey O’ndandır’ demeli idiler.

Tevhid’i daha derinlere doğru düşünenler onu şu üç kademe ile anlatırlar: Birinci kademe avam Müslümanların tevhididir. Sıradan bir mümin; Allah’tan başka ilah yoktur, O’nun eşi ve benzeri olmaz demekle ebedi azaptan kurtulmuş olur. İkinci derecesi havassın tevhididir. Bütün oluşların, fiillerin sadece Allah’tan olduğunu delilden öte, hissederek görür gibi bilir. Bilince da sadece O’na yönelir, O’na tevekkül eder, kimseden bir şey beklemez, kimseden korkmaz, sebepleri değil, sebeplerin sebebini düşünür. Üçüncü kademe, her şeyi Allah’ın bir tecellisi olarak görür, sebepler hükmündeki bu şeyler de aradan çıkar ve eşyaya bakarken sadece onları var edeni müşahede eder. (İbn Cüzey 2/163) İşte vahdet-i vücutçuların yanılgısı bu noktadan başlar.

Meseleyi daha iyi anlamak için şöyle bir misal de verebiliriz: Siz uzaktaki bir nesneye, mesela bir kuleye bakarken etrafta bakış açınıza giren pek çok şeyi de göz ucuyla fark edersiniz. Ama o kuleyi zumlamaya başlarsanız etraftakiler kademe kademe azalır ve en nihayet sadece kuleyi görürsünüz.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —