Tarih: 17.03.2020 10:48

Tevfik Allah’tandır

Facebook Twitter Linked-in

Bazı siyasi hareketleri gerçekleşmeyen ütopyaları, ulaşılamamış hedefleri, fiyaskoyla neticelenmiş veya hedefinden ciddi sapma göstermiş vaatleri üzerinden değerlendirmek mümkündür. Sosyalist hareketin, mesela başarısızlığı yüzyıllık siyasi tecrübeleri esnasında sayısız örnekle gösterilebilir. Liberalizmin tarihin sonunu ilan etmeye kadar varan çok yaklaşmış mutlak zafer vehminin kısa süre içinde kendisiyle dalga geçilmesine yol açan tam bir komediye meydan vermiş olması başka bir örnek.

Bu hareketlerin bu durumları bir başarısızlık olarak nitelenebilir elbet, ama yine de kimse liberal siyasallığın veya sosyalist siyasallığın sonundan bahsedemez. Ha, bundan da bahsedenler vardır, ancak bu bahis de büyük ölçüde sosyalistlerden veya liberallerden hazzetmeyenlerin bir bahsi oluyor. Bir de bu bahis, yine bu tür hareketlerle ilgili kişisel-bireysel deneyimlere dair bir fikir verebiliyor. O kadar.

Belli dönemlerde İslam adına bir ütopya kurgusu yapanlar olabiliyor. Belki sabit modelini Asr-I Saadetten aldığını düşünüp geleceğe doğru bunu projekte eden girişimler, denemeler. Bunların önemli bir kısmı “ideolojiler çağı”na ait denemelerdi.

Doğrusu, o tür ütopya denemelerinin bir tür İslami Siyonizm hevesleri olduğuna dair yine bizzat İslamcı kesim arasında sayısız eleştiriler yapıldı. O kadar ki, bu eleştiriler İslam’ı veya özel tabirle siyasal İslam’ı bir ütopya vaadine indirgeyebileceklerin söylemlerine daha baskın çıkmıştır. Müslümanlığın zaten yeterince kuşatıcı ve gerekli siyasallığı da yeterince barındırıyor olduğunu söyleyenlerin tonlamasında bile o İslamcı irade, kimlik ve siyasallık vardır zaten. Bu tür durumlarda gerçekten İslamcılık var mı, gerekli mi, öldü mü, kaldı mı tartışması havanda su değmekle eşdeğer hale gelebiliyor.

İslam bir din olma vasfıyla elbette Allah’ın nurunun tamamlanacağına ve küfre galebe çalacağına dair kesin bir inancı bütün müminlerde canlı tutuyor. Bunun ürettiği kaçınılmaz bir siyasallık var, kimlik, hak, adalet duygusu ve iyilerle kötüler arasındaki saflaşmaya dair duyulan kesin bir inanç var. Bu inanç belli dönemlerde belli kişiler tarafından İslam adına üretilmiş ütopik modellere indirgenemez elbet.

Batılı metafiziğe atfedilen en önemli kusur, herşeyin kesin hatlarla, dondurulasıyla, tanımlanması, nesneleşmesi ve böylece ve araçsallaşmasıdır. Siyasalın batılı tip metafizikleştirilmesi de kimliklerin hiçbir geçirgenliği olmayacak ve bütün zamanlar için sabitlenmiş klişelere dönüşmesine dair duyulan derin istektir. Belli klişelere sığdırılmış bütün insan tiplemeleri arasında ilanihaye devam eden mücadele batılı siyasallığın metafizik derinliklerini inşa eder. Bu tiplemeyle gerçekliğin çoğu kez alakası bile yoktur. Gerçek bir Müslüman karşılarına bütün derinliğiyle, insanlığıyla, ilmiyle veya en temel insani özellikleriyle çıktığında o siyasal metafiziği çatlatır.

Terörle mücadele diye çıktıkları yola tahrik etmek üzere deccallarını inşa etmeye yetmez o tipleme. O yüzden DAEŞ onlar için İslam’ı veya Müslümanları kesinlikle daha iyi temsil eder. Müslümanın vahşetinin, deccallığının yetmediği yerde tam da fantaziye uygun olarak stüdyo şartlarında o tipleme özenle-bezenle yaratılıp tedavüle sokulur. Bütün karikatür gibi pratikleriyle, laftan anlamaz, insani duygulara uzak, en zalim ve gaddar infazlarıyla, kafa kesmeleriyle ihtiyaç duyulan tiplemeyi üretir, sonra dönüp yeniden-üretir.

En kaba haliyle ve güncel siyasallığın aracı haline gelmiş oryantalizm bu tür tiplemelerle yürürken ne yazık ki Müslüman bilinci de etkiliyor. Bir çok Müslüman da o tiplemenin hipnotik etkisi altında kalarak davranış belirliyor. İslam’ın veya Müslümanın o değil bu olduğunu söylerken bile bu etkiden uzak kalmak o kadar mümkün olmuyor. Neticede bir metafizik-sabit Müslüman tanımına karşı başka bir metafizik-sabitlikte Müslüman klişesi ikame edilmeye çalışılıyor.

Müslüman dost-düşman ilişkileriyle kaim olan bir tipleme olarak görüldüğünde, bu dost-düşmanın da sabitlendiği yerde, Müslüman ne yaparsa yapsın nitelikleri, kalitesi değişmeyen bir özneye dönüşüyor. Aynı şekilde Müslüman olmayanlar da kıyamete kadar kendilerine atfedilen bütün özellikleriyle sabit olarak kalmış olurlar. Müslümanlar bir kez kazanmış oldukları bir kimliği, bir kazanılmış hak olarak, hiçbir zaman kendilerinden giderilemeyen bir imtiyaz olarak düşünürler ve yaptıkları ile İslam arasında bir özdeşleşme yaşanır. Rahmetli Akif Emre’nin giderek Müslümancılığa dönüşen süreç.

Oysa Müslümanlık bir müktesep hak değil ve her gün bedeli tekrar ödenmek zorunda olan bir tercihtir. Bir iyilik hareketi olarak kıbleyi doğuya veya batıya dönmeye indirgenemez, Müslümanım veya İslamcıyım demeye indirgenemez, hatta salt küffara karşı saf tutmaya da indirgenemez.

İyilik belli nitelikte eylemleri iyi niyetle sürekli yapmakla ilgilidir ve bunun imkanı her zaman başarı veya başarısızlığın sözkonusu olduğu bir imtihan şartlarına bağlıdır.

İslamcılar veya Müslümanlar başarısız olabilir, ama bu başarısızlık siyasi hedeflerine ulaşıp ulaşmamakla değil, Rablerine karşı, Peygambere, müminlere ve insanlara karşı sergiledikleri samimiyetle ilgilidir.

Yoksa elbette her zaman Tevfik Allah’tandır.

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —