Tevazu Ve Merhamet Bilinci

Seyfi PINARBAŞI'NIN ANALİZİ;

Tevazu Ve Merhamet Bilinci

Kibirlenerek halka surat asma ve yeryüzünde çalımlı çalımlı yürüme! Şüphe yok ki Allah, kibirlenip övünenlerin hiçbirini sevmez.(lokman-18)


Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma! Çünkü sen, ne yeri yarabilir ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.(isra- 37)

Kur’an-ı Kerim'de tevazu kavramı, bizzat geçmemekle beraber kelime kökü itibariyle Hevn, zell, cenah, sücud, ihbat, merah kelimeleri gibi farklı şekillerde kullanıldığını görmekteyiz.Tevazu konusu, bu iki ayette zıt anlamlı bir kelime olan ''merahan'' kelimesi ile ifade edilmektedir. ''Merahan'' kelimesinin sözlük anlamına baktığımızda ''me-ri-ha'' fiilinin mastarı olup sevinçte taşkın olmak, kibirli ve edalı olmak, salına salına yürümek, neşeli olmak mesut olmak, aşırı şekilde sevinmek, sevinçte genişlemek, sınırı aşmak ve coşmak gibi anlamları ifade ettiği görülmektedir.

Hayat kitabımız Kur’an, ''merahan'' kelimesi ile böbürlenmenin, kendini beğenmişliğin, haddini aşmanın, şımarıklığın yürüyüşe yansıması olduğunu ifade etmektedir. Diğer bir ifade ile kibir ve aşırı şımarıklık ya da sınır tanımazlığın insanın davranış biçimini, hatta yürüyüş tarzını ele geçirebilecek bir gerçeklik olduğunu apaçık ortaya koymaktadır.


Tevazu kelimesi, lügat anlamı itibariyle Arapça ''vaz'' dan türemiş olup Türkçede alçakgönüllülük, yüzü yerde olma, gösterişsizlik gibi anlamları ifade etmektedir. Bu özellikleri taşıyan kimseye de ''mütevazı'' denmektedir. Alçak- gönüllülük ise kibirsiz davranmak, büyüklük taslamamak gibi anlamlara gelip kibir ve gurur kelimelerinin zıddı olarak karşımıza çıkmaktadır.


Sözlük ve terim anlamı olarak''tevazu'' kelimesi Arapça ''v-d-a'' kökünden gelmektedir. ''v-d-a'' fiilin anlamlarına baktığımızda bir şeyi bir yere bırakmak, koymak, elinden bırakmak, birini mertebesinden aşağılatmak, borcunun bir kısmını vermek, birini zelil kılmak, sözü uydurmak, iftira etmek, kitap telif etmek, mani olmak, suçu üzerinden atmak, vergiyi kaldırmak, yürürken durup bastonuna dayanmak, boynunu vurmak, kadının başörtüsünü kaldırıp açmak, hasis, alçak olmak, ticaretinde zarar etmek gibi farklı anlamlar ifade ettiğini görebiliriz. Bu anlamları dikkatlice incelediğimizde kendinden bir şeyler eksiltme eyleminin ağır bastığını açıkça görmek mümkündür.

Ayetlerde zıt anlamlı ''merahan'' kelimesi ile tevazunun önemine vurgu yapılırken tevazu kavramının hoş görülmeyen böbürlenme, şımarma, haddini aşma gibi eylemleri kontrol edici bir güç olduğu sonucuna bizi götürmektedir. Çünkü bahsi geçen iki ayette de karsındaki kimseye yüz çevirmeme, sesimizi yükseltmeme, yürüyüşümüzde orta yolu tutma, doğal olma gibi özellikleri tevazu kavramının anlam ağına dâhil ettiğine şahitlik etmekteyiz. ''O, Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman Selam derler.'' ( Furkan -63)

Bugün toplum olarak tevazu ve merhamete o kadar ihtiyacımız var ki... Mütevazı insanlar aynı zamanda ''digergamdırlar'' yani '' isar'' sahibidirler. Küresel güçler duygularımızı zedeleyerek birbirimizden şüphe eder hale getirerek bizi yıldırmak, birbirimize düşürmek isteyerek kargaşaplanlarını devreye sokuyorlar. Birlik ve beraberlik duygularının zedelenmesi hem küresel güçlere hem teröre yarar ,en önemlisi de insanların giderek kendi etnik kökenine ve kabile sınırlarına girmesine yol açar. Bunun sonucunda şu durum karşımıza çıkar: Herkes kendisinden olana merhamet duymaya başlar, yeryüzünde ölen diğer insanlar onları pek ilgilendirmez. Merhamet duygusu insana doğuştan yüklenen özel programlardan bir tanesidir. Vahye kulak verdiğimizde insanlardan mustazafların yanında yer alması istenmektedir; küresel emperyalizm ise güçlü olanın ayakta kalacağını paradigma olarak dayatmaktadır. Bizim değerler dizimiz ise ezilenlerin yanında yer almaktır merhamet etmektir. Her türlü bağlayıcı ve sınırlayıcı, yüksek ilkelerden, ahlaki kurallardan, hesap verme sorumluluğundan sıyrılan, aşkın bir merkezden bağını koparan zihin, yeryüzüne acı, gözyaşı ve mutsuzluktan, fesattan başka bir şey veremez. 


Modernizm sayesinde insan olarak Her şeyi pragmatist sınırlar içerisinde izah edecek noktaya getirip bırakıyoruz. Pragmatist, yani menfaat düzleminde insan ilişkilerinden doğacak olan ahlâkın hesaba katılmadığı bir durum… Oysa kadim medeniyetlerin neredeyse tümünde en önemli hareket noktası, insanın ahlâklı, tevazu ve merhamet sahibi olması üzerine inşa ediliyor olmasıdır. Ahlâklı, yani tabii olana uygunluk, buna fıtrata uymak halinin aranması ve yakalanması da diyebiliriz. Ahlaklı toplumların en büyük özelliği ise hiçbir işlerini menfaat üzere inşa etmemeleridir. 


Tevazu kavramı kulun Allah’la olan ilişkisinin yanında, diğer insanlarla ilişkisini ortaya koymakta, bireye dünya ve ahirette ebedî saadet yolunu göstermektedir. Bireyin ve toplumun çeşitli sorunlarına ışık tutabilmektedir.Yaşadığımız hayat denge zemininde biçim alıyor. Hayatta her zaman dengeli olmaya çaba göstermeliyiz; düşüncelerimiz, eylemlerimiz, ağzımızdan çıkan her kelime yerli yerinde, anlamlı ve ölçülü olmalıdır.

Yaşama ne sunarsak, sunduğumuz kadar alabileceğimizi unutmayalım.Bize düşen kardeşliğimizi güçlendirerek Adaleti ve Merhameti yeniden hakim kılmaktır. Tevazu ve merhamet sahibi olmayı öğrendiğimizde niçin yaratıldığımızı da öğrenmiş oluruz.

HBRMA