Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, 14 Temmuz 2021 günü Rus helikopter firması Rostvertol’ün yönetici ve çalışanlarıyla gerçekleştirdiği buluşmada, Suriye’deki askerî operasyonlar sırasında 320’den fazla yeni silah türünü test ettiklerini açıklamıştı. “Bu arada sizin helikopterleri de denedik tabii” diyen Şoygu, gelişmiş teknolojilerle donatılan yeni savaş helikopterlerinin tamamen “Suriye tecrübesi” sayesinde üretildiğinin altını çizmişti.
2015 sonbaharından itibaren, Beşşar Esed rejiminin düşmemesi için Suriye’de aktif biçimde askerî operasyonlar başlatan Rus ordusu, o tarihten 2018 Martına kadar tam 6 bin 833 hava saldırısı gerçekleştirdi. Bu saldırılardan yalnızca yüzde 14’ü DEAŞ hedeflerine yönelirken, çoğunlukla sivil yerleşim alanları bombalandı. 2021 yılının Mart ayı itibariyle, Rus savaş uçaklarının düzenlediği operasyonlar nedeniyle hayatını kaybeden toplam insan sayısı 90 bine yaklaşıyordu. Gerçek rakamlar ise, muhtemelen hiçbir zaman açıklanamayacak. Yabancı gözlem kuruluşları, bir noktadan sonra saymayı bıraktı zira. Rus ordusu ve Esed yönetimi ise öldürülen herkesi “terörist” veya “terörle iltisaklı” saydığı için, onların tablolarına itimat etmek mümkün değil.
Suriye’ye askerî müdahale, Rusya’ya sadece yeni silahlarını deneme ve ekipmanlarının eksiklerini tespit ederek orduyu modernize etme fırsatı sunmadı; aynı zamanda Ortadoğu’daki silahlanma yarışında Moskova’yı üst sıralara da taşıdı. 2018 ve 2019’da Rus silah sanayiinin Ortadoğu ülkelerinden aldığı siparişin miktarı 55 milyar dolara fırladı. Yayınlanan sektörel raporlara göre, 2017-2019 arasında Rusların silah ihracatındaki artış yüzde 102 olarak gerçekleşti. 2019’da sadece Mısır’la 2 milyar dolarlık anlaşmaya imza atıldı.
Geçtiğimiz hafta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in emriyle Ukrayna’nın fiilen işgalinin başlamasından bu yana dünya basınında yayınlanan çok sayıda analizin işaret ettiği ortak nokta şu: Rusya, Suriye’de kazandığı savaş ve silah tecrübesinin verdiği cesaretle, Ukrayna’ya girebildi. Batılı analistlerin eksik bıraktığı vurguyu da biz ilave edelim: Test sahası haline getirdiği Suriye’de, on binlerce Müslümanın ölümü pahasına kazandığı savaş ve silah tecrübesinin verdiği cesaretle…
Ukrayna’nın işgali, Batı’nın genetik kodlarında bulunan ırkçılığı, ayrımcılığı ve elitizmi bir kez daha gözler önüne serdi. Günlerdir televizyon ekranlarında “Ukrayna Irak veya Afganistan değil, bu işgal nasıl mümkün olabilir?!” türünde sözüm ona yorumları izliyoruz, sınır kapılarından Avrupa’ya alınan mültecilerin renklerine göre seçilip ayrıldığını görüyoruz, İslâm dünyasının çeşitli ülkeleri teker teker işgal edilirken meydanları doldurmayan “milyonlar”ın Avrupa başkentlerinde sokaklara döküldüğüne şahit oluyoruz.
Buna benzer tutarsızlıklar ve çelişkiler silsilesi, bizim buralarda, aslında bizatihi emperyalizmin tanımında da mevcut. Kâhir ekseriyet, “emperyalizm” dendiğinde sadece Batılı ülkeleri –bilhassa ABD’yi– algılıyor. Bu sebeple, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini “Putin, bu operasyona NATO sebebiyle mecbur kaldı” şeklinde izah girişimi çok yaygın. Yayılmacılığı sadece “Batı”ya veya ABD’ye atfedenler, aynı şeyi Rusya veya Çin yapınca birden bire sessizliğe gömülüyor ya da gülünç açıklamalarla meseleyi toparlamaya çalışıyor. Oysa Rusya tarihte Kırım’ı, Kafkasya’yı veya Asya’daki Müslüman coğrafyayı adım adım işgal ederken, ortada NATO yoktu. Dolayısıyla, her meseleyi illa NATO’ya bağlamaya çalışmadan, tarihî perspektifi de gözeten analizler yapmak şart.
Ukrayna işgalinin başlangıcından beri, en faal tartışma konularından birini, Avrupa’nın Ukraynalılara gösterdiği aşırı şefkati neden Müslümanlardan esirgediği sorusu oluşturuyor. Aynı soruyu belki, yayılmacılık, emperyalizm veya silah zoruyla yönetim değişikliğinin niçin sadece Avrupa veya ABD’ye yakıştırıldığı şeklinde de formüle etmek gerekiyor. Veya ABD ve müttefiklerinin Irak ve Afganistan’da kıydığı yüz binlerce Müslüman için ortaya konan haklı tepkilerin, niçin Suriye ve diğer bölgelerde Rusya ve müttefikleri için sergilenmediğini sormak icap ediyor.
Sadece mazlumlar arasında seçim yapmıyor modern dünya insanı. Emperyal hedefler taşıyan büyük devletler arasında da tercihte bulunuyor. Böyle olunca, ortaya çıkan netice de vicdanî duruş veya insan onurunu korumak değil, sadece tarafgirlik anlamına geliyor.