Ermenice edebiyatın usta yazarı, öykücü, romancı, eğitimci ve Aras yayınları ile Agos gazetesinin kurucularından Diyarbakır Hançepekli Mıgırdiç Margosyan, 2 Nisan 2022 tarihinde İstanbul’da vefat etti.
Margosyan; öykü, deneme, roman ve gazete köşe yazarlığı alanında edebi üretimler ortaya koymuş velut bir yazar.
Aras yayınları tarafından çıkan “Gâvur Mahallesi” isimli öykü kitabının önsözünde, Margosyan için şu ifadeler kullanılır: Yaşamı boyunca ne iş yaparsa yapsın, edebiyat düşünmüş, edebiyat solumuş ve edebiyat üretmiş biri.
Bu tespiti haklı çıkarırcasına yazmış olduğu kitapları sıraladığımızda, buna hak vermemek elde değil.
Marmara gazetesinde yayımlanan Ermenice öykülerinin bir bölümü “Mer Ayt Goğmerı” (Bizim Oralar) adıyla kitap haline getirildi (1984).
Aras yayıncılık tarafından basılan “Gâvur Mahallesi” (1992), “Söyle Margos Nerelisen?” (1995) ve “Biletimiz İstanbul’a Kesildi” (1998) adlı Türkçe kitaplarının yanı sıra, 1999’da ikinci Ermenice kitabı “Dikrisi Aperen” (Dicle Kıyılarından) yayımlandı.
Türkçe yazdığı “Tespih Taneleri” (2006) adlı anı romanından sonra, çeşitli gazetelerde yazdığı yazılar “Kirveme Mektuplar”, “”Zurna”, “Çengelliiğne” ve “Kürdan” isimleriyle neşredildi. En son 2016’da “Tanrı’nın Seyir Defteri” isimli kitabıyla dünyanın yaratılış hikayesine odaklandı.
Diyarbakır doğumlu Ermeni yazar Mıgırdiç Margosyan 84 yaşında hayatını kaybetti
Ermenice edebiyatın bu usta yazarının, edebiyat dünyası içindeki yerini ve toplumsal meselelere bakışını anlamak için bir portre dosyası hazırlayarak, aşağıda yer verdiğimiz iki soruyla buna cevap aramaya çalıştık.
Bu arayış için; Margosyan’ın kitaplarını neşreden Aras yayıncılığın genel yayın yönetmeni Rober Koptaş, yazar ve şair Müslüm Yücel, kültür tarihçisi, gazeteci-yazar Şeyhmus Diken ile cevap bulmaya çalıştık.
Soru 1: 2 Nisan 2022 tarihinde vefat eden usta yazar, eğitimci ve öykücü Mıgırdiç Margosyan’ın ölümünün ardından medyada şu tür ifadeler kullanıldı:
“Ermenice edebiyat için bir devrin sonu”;
“Ermeni edebiyatın taşradaki son sesi.”
Margosyan’ın öykücü, romancı deneme yazarı, eğitimci ve gazete köşe yazarlığı gibi yönlerini de düşündüğümüzde Ermenice edebiyatındaki yeri neydi sizce?
Onu diğer Ermeni edebiyatçılardan dil ve söylem açısından ayıran hususiyetleri nedir? Edebiyat alanında hangi boşluğu doldurmaya çalışan bir isimdi?
Soru-2: Mıgırdiç Margosyan’ın bildiğim kadarıyla tüm eserleri Aras yayınları tarafından “Fıllaname” ismiyle bir ciltte toplandı. Aras yayınları ve Agos gazetesinin de kurucularındandı.
Mesela bir söyleşisinde, “Benim eserlerimde çoğunlukla Diyarbakır ve Anadolu’daki yaşamı anlattığımı görürsünüz” demişti.
Margosyan’ın Ermeni sorunu ve edebiyatı dışında, toplumsal ve siyasal meselelere bakışı nasıldı? Bu konuda neler yazdı ve çizdi?
Şeyhmus Diken: Mıgırdiç Margosyan’ın yazı türü aslında kaybolmaya yüz tutan bir tür
Gazeteci, yazar Şeyhmus Diken
1- Ermeni edebiyat dünyasıyla yakından ilgilenen insanlar, Mıgırdiç Margosyan’ı değerlendirdiklerinde, Ermeni taşra edebiyatının yakın dönem son temsilcisi olarak ifade ederler.
Diyarbakır ve Kürt coğrafyasında yaşayan insanlar olarak bizler ise, Mıgırdiç Margosyan’ın memleketi olan Diyarbakır’ı aslında İstanbul’a göre taşra olarak kabul etmeyen; alternatif ya da muhalif metropol olarak kabul edenleriz.
Bu açıdan baktığımızda bize göre Diyarbakır, taşra değil. Metropol bir şehirdir. Onların edebiyat dünyasına göre bunu taşra olarak dile getirmelerinin tabi ki bir anlamı vardır. Bu anlam bağlantısı açısından baktığımızda sözlerinde çok doğrular ve haklılar da.
Mıgırdiç Margosyan’ın yazı türü aslında kaybolmaya yüz tutan bir tür. Çünkü İstanbul’dan hayata bakıp ya da hayata dokunup, Diyarbakır’ı veya Ermeni dünyasının ifadesiyle Dikranagerd üzerinden dünyaya seslenmeye çalışan bir yazardı Margosyan. Oradan derken, Diyarbakır’dan seslenmeyi kastediyorum. Fiziksel olarak Diyarbakır’da yaşamıyor olduğu halde, Diyarbakır’dan seslenmek.
Korkunç bir hafıza birikimi olan bir şahsiyetti. Düşünün 1938 doğumlu kendisi, 1953’te daha ortaokul ikinci sınıf öğrencisi iken, Diyarbakır’a gelen ve bölgeyi dolaşan bir papaz tarafından ailenin gönüllüğü temelinden alınıp, İstanbul’a götürüldü.
Anadilini öğrenmek üzere İstanbul’a gelen, sonra bu dili de aşarak yazar kimliğine evrilen ve bu yazar kimliği üzerinden dünyaya seslenen bir yazar Margosyan. Bu seslenişini, köklerinin olduğu coğrafyanın hafızasını ve gündelik hayatını en detaylı bir şekilde ve halklar arası ilişkileri koparmadan anlatmaya çalışan usta bir yazardı.
“İstanbul’dan, Diyarbakır’ı ve Anadolu yaşamını yazmaya çalışan usta bir yazar”
Mıgırdiç Margosyan; mahallenin, sokağın ve kentin Yahudileri, Ermenileri, Süryanileri, Kürtleri, Arapları, Türkleri üzerinden bir etnik kimlik karmaşası veya etnik kimlik ortak yaşamı üzerinden yeni bir bakış açısı getiren bir edebiyatçı olarak görüyorum.
Yazılarında kullandığı dili, jargonu, Diyarbakır ve hinterlandında yaşayan halkların dillerini ötekileştirmeden, dillerini birbirine kapıştırmadan ya da karıştırmadan onları anlatan bir felsefeyle, bir bakış açısıyla geliştirmişti. Margosyan’ın bana göre başarısı buradan kaynaklı.
Bir Şeyhmus Diken gibi Diyarbakır’dan yazmıyor. İstanbul’dan, Diyarbakır’ı ve Anadolu yaşamını yazıyordu. Bunu yaparken de, İstanbul’dan Diyarbakır’a bir turist gözüyle bakan ya da çeşitli yerlerden etkilenen, uzaktan bir gözle yazmıyor, Adeta o coğrafyada yaşıyor gibi yazan bir kaleme sahipti. Üstelik coğrafya olarak Diyarbakır’ın epey uzağında olmasına rağmen bunu becerebiliyor.
Margosyan, bunu da sadece Türkçe yazan ve Türkçe edebiyat okuması yapan insanlara göre anlatmadı, aynı zamanda dünyaya da anlatmaya çalışan bir şahsiyetti. Dünya da onu bu şekilde kabul etti kanımca. Bu açıdan bakıldığında Mıgırdiç Margosyan, tek ve özgün bir örnektir. Bence Margosyan okunurken, bu bakış açısı üzerinden okunmalı diye düşünüyorum.
Şeyhmus Diken, Margosyan’ı kültürün, sanatın ve entelektüel birikimin odağında Diyarbakır’ı görerek anlatmaya çalışan bir yazardı” diye anlatıyor / Fotoğraf: Murat Kartal
“Meseleleri siyasal bağlamından çok; kültürel, sanatsal ve gündelik hayat üzerinden ironik bir dille anlatırdı”
2- Mıgırdiç Margosyan’ın toplumsal ve siyasal konulara bakış açısı, birinci sorunuza verdiğim cevap ekseninde olacaktır. Meseleleri siyasal bağlamından çok; kültürel, sanatsal ve entelektüel özellikle de gündelik hayat üzerinden ironik dille anlatan bir üsluba sahipti.
Siyaset, onun yazılarında ana eksen olarak odakta yer almaz. Ama kültürel, sanatsal ve entelektüel metinlerinde, denemelerinde, öykülerinde, makalelerinde ve anlatılarında aslında hikâyenin arka planında siyaset elbette ki vardır.
Ama bu siyaset amiyane tabiriyle kör göze parmağına misalinde olduğu gibi siyaseti doğrudan gösteren, işaret eden bir bakış açısıyla değildi. Kültürün, sanatın odağından seslenerek siyaseti arka plandan veren bir bakış açısına sahipti Margosyan’ın edebi metinleri. Bu açıdan bakıldığında da oldukça kıymetlidir.
Toparlayacak olursam, bugünkü Kürtler açısından olaya bakacak olursak, Diyarbakır önemli bir merkezdir. Margosyan da; kültürün, sanatın ve entelektüel birikimin odağında Diyarbakır’ı görerek anlatmaya çalışan bir yazardı. Bu açıdan baktığımızda onun metinlerinde siyaset vardır, ama öne çıkan bir tarzda değildir.
Margosyan okumaları yapıldığında, siz siyaseti o metinlerin arka planında zaten görürsünüz ya da farkedersiniz. Oradan bir anlam olarak, bir algı yükü olarak zaten gerekeni çıkarmış olursunuz.
Rober Koptaş: Margosyan’ın kendisi adeta bir sürpriz gibi çıkmıştır, ürün vermez sanılan bir tarlada açmış bir çiçek gibidir
Aras Yayıncılık Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş / Fotoğraf: Mihran Manukyan
1- Sözünü ettiğiniz ifadeler haklı bir değerlendirmeden hareket ediyor. Gerçekten de, Ermenice edebiyatın 19’uncu yüzyılda başlayan ve İstanbul, Tiflis, Bakü gibi kültür merkezlerinin dışında kaldığı halde Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı coğrafyalarda üretilen ya da o yöreleri konu edinen güçlü bir edebi damarı vardı.
Ermenicede “kavaragan kraganutyun”, yani “taşra” veya “köy” edebiyatı olarak ifade edilen bu damarın Türkiye’den çıkan son halkası, 1915 öncesinde yazmaya başlayan ve cumhuriyet sonrasında da üretmeye devam eden Erzincan-Armıdanlı büyük yazar Hagop Mıntzuri’den el alan Mıgırdiç Margosyan’dı.
Bugün Ermenistan’da, Doğu Ermenicesiyle bu janra girebilecek eserler üreten bazı yazarlar olsa da, Margosyan’ı en azından Anadolu-Türkiye coğrafyasını baz alarak bir devrin sonu, bir geleneğin son halkası kabul edebiliriz.
Ermenicede taşra edebiyatına ilişkin çalışmalar öncelikle daha ziyade halkın yaşayışını inceleyen, merkezdeki elitin taşra üzerindeki bilgisini artırmayı ve böylece halkın içindeki bağları güçlendirmeyi amaçlayan etnografik çalışmalardır, ancak zamanla bu eğilim edebiyata yönelmiş ve Diyarbakır’dan Harput’a, oradan Sivas’a, oradan Muş’a, oradan Urfa’ya kadar, Ermenilerin yaşadıkları yörelerden yeni ve yetenekli yazarlar çıkmıştır.
1915’ten sonra ise bu taşra edebiyatı damarı, yüzyıllarca üzerinde yaşanılan topraklardan kopulmuş olması nedeniyle, artık geride kalmış anayurda duyulan özlemin, onunla ilgili yaraların dile getirilmesi ve hissedilen nostalji ve melankoli duygularının ifade aracına dönüşmüştür. Böylece mesele Harput’u Batı Ermenicesiyle yazan Hamasdeğ ABD’den, Doğu Ermenicesiyle yazan Totovents Sovyet Ermenistanı’ndan anlatmıştır. Memleketten kopulsa da onun hayalinden asla kopulmamıştır.
İlginçtir, taşra edebiyatı türüne duygu ve içerik olarak en benzeyen metni Türkiye’de üretmiş olan kişi son yıllarda Amida’nın Sofrası başlıklı yemek-anı kitabıyla okurun beğenisini kazanan Silva Özyerli oldu. Margosyan gibi Diyarbakırlı olan ve Diyarbakır’ı yazan, kentin ve ailesinin tarihini yemekler yoluyla aktaran Özyerli bunu edebi bir muratla yapmadı, ancak yemek üzerinde yazdıklarından edebi bir tat almak mümkün.
Özyerli’nin en azından şimdiye kadar edebiyat üretmek motivasyonuyla hareket etmediğini düşünürsek, Mıgırdiç Margosyan’ın kaybının bir edebi akımın –büyük bir sürprizle yeni bir isim çıkmazsa- Türkiye’deki sonu olduğunu söyleyebiliriz.
Margosyan’ın kendisi adeta bir sürpriz gibi çıkmıştır bu arada, kimsenin beklemediği anda, artık ürün vermez sanılan bir tarlada açmış bir çiçek gibidir, o türden bir mucizeyle karşılaşırsak da hiç fena olmaz elbette.
“Margosyan’ın edebiyatı, yok olmuş bir hayatı unutmamak ve ölümsüzleştirmek amacını güdüyordu”
Margosyan’ın edebiyatını “köy” değil “taşra” edebiyatı olarak adlandırmak gerekir, çünkü hem Diyarbakır önemli bir kent kültürüne sahip, hem de Margosyan son derece kentli bir yaşayışı anlatıyor. Ayrıca, benimsediği tür olan öykü de son derece kentli.
Onun edebiyatı, artık tamamen değişmiş, yok olmuş bir hayatı hatıra getirmek, unutmamak, kayıt altına almak ve ölümsüzleştirmek amacını güdüyor her şeyden önce. Bunu yaparken özellikle geçmiş yaraların ve travmaların da, hümorla örülü bir dille, sert duygulara çok fazla yer vermeden anlatılması ve anlaşılması arzusu da çok açık.
Kaybedilmiş aile üyelerinin yasının onlarla ilgili tatlı hatıralar yoluyla tutulması, çocukluğa duyulan özlem ve kendi yaşam öyküsünün zorlu dönemeçlerini aktarıp bir büyüme hikâyesi yazmak gibi son derece dünyalı dertleri vardı Margosyan’ın edebiyatının.
Ayrıca onun, berrak hafızasıyla neredeyse bebeklik yıllarını hatırlayarak, özellikle kadınlara mahsus olan hane içini, ev içi emeği, kadın günlük yaşantısını aktarmak konusunda da nadir rastlanan bir kaynak olduğunu, özellikle annesi Hanım-Hıno, akrabaları ve diğer komşu kadınları hatırlama ve anlatmasındaki ısrarının da onun üretiminin kadınlara ilişkin yönünü güçlü kıldığını, bunun özel bir durum olduğunu düşünüyorum. Margosyan’a bu yönüyle bakan bir çalışmanın bize söyleyeceği pek çok şey olabilir.
Rober Koptaş, Margosyan’ı “bakış açısı tüm memleketi kapsayan bir Türkiye aydını” olarak tanımlıyor / Fotoğraf: Murat Kartal
“Margosyan sadece bir hesaplaşma değil, geçmişte yaşanılanların bugün kabulü için, kurucu etkinin de peşindeydi”
2- Margosyan elbette ki adlı adınca hiç bahsetmese de, Diyarbakır ağzında geçen “kafle” yani “kafile” kelimesiyle ifade etse ve o dönemde yaşanan acıları nispeten yumuşak bir üslupla anlatsa da soykırımın yol açtığı yaralar etrafında dönüp durduğu, bu yaraların ifade edilmesini ve tanınmasını, inkârın son bulmasını arzuladığını anlamak zor değil.
Margosyan sadece bir hesaplaşma değil, geçmişte yaşananların kabulünün bugün için oynayacağı sağaltıcı ve kurucu etkinin de peşindeydi. Gazete yazılarını demokrat, özgürlükçü, solcu mecralarda yazması, onun siyasi duruşu hakkında fikir verir.
Yazılarında ülkedeki insan hakları ihlallerine, anti demokratik uygulamalara karşı ses çıkarır, siyasi seçkinlerin ve temsil ettikleri sınıfların karşısında halkın yanında tavır alır.
Onun edebiyatında da düşünce dünyasında da Diyarbakır elbette merkezi bir rol oynar, ancak başta geçmişle yüzleşme ve Kürt meselesinin barışçıl ve onurlu yollardan çözümü olmak üzere, pek çok sorun alanında söz söyleyen, bakış açısı tüm memleketi kapsayan bir Türkiye aydını portresidir onunki.
Ermeniliğini unutmayan, unutturmayan ama bu ülkede hepimizin ortak yararına hizmet edecek özgür ve adil bir düzenin yanındadır ve bu da onu aynı idealler için çalışan diğer aydınlarla aynı safta buluşturur.
Müslüm Yücel: Mıgırdiç’in yazdıklarının en önemli özelliği, anlatılabilir hikâyeler olmasıydı
Şair ve yazat Müslüm Yücel
Ben her iki sorunuza izninizle, topluca cevap vermek isterim
Otuz beş yıldan fazla bir zamandır, Mıgırdiç’i tanırım, sayısını bilemeyeceğim kadar çok, bir araya gelmişliğimiz oldu. Mıgırdiç’in bütün kitaplarını okudum; buna Evrensel gazetesine yazdığı yazılarda dâhildir.
Edebiyat olarak, aynı yerde değildik belki ama yazdıklarını bin yıl yaşasam, bin yıl okuyabilirim; bu kanaatte oldum hep. Mıgırdiç’in yazdıklarının en önemli özelliği, bana kalırsa, okuduktan sonra anlatılabilir hikâyeler olmasıydı. Bir taşı, bir ağacı, bir su kıyısının onda kesinlikle bir hikâyesi vardı.
Hikâyeleri ister Bin Bir Gece Masalları‘ndaki gibi çerçeve tekniğiyle yazılmış olsun, isterse düğüm, serim ve çözüm üzerine kurulsun, sonuç değişmezdi. Bütün hikâyeleri gerçektir ve gerçek bize hüzün verir.
Margosyan, anlatmayı seven bir adam, yaşadıklarını seven bir adam: dahası, yaşadıklarıyla çok barışık bir adam… İstanbul’da yaşayan ama kalbi Diyarbakır’da atan bir adam ve birden kum gibi elekten geçirilen halkına tanık bir adam.
Babası tehcirden zor kurtuluyor; Siverek’te bir süre kalıyor, sonra Diyarbakır’a geliyor. Evlerinde Ermenice, büyüklerin konuştuğu bir dile dönüyor; hatta büyükleri birbirleriyle kavga ederken bu dili kullanıyorlar.
Diyarbakır’daki çocukluk sefalet doludur. Mıgırdiç bir süre bakırcı, demirci çırağı olur, sonra 15 yaşında, babası onu İstanbul’a gönderir.
Müslüm Yücel’e göre Mıgırdiç, İstanbul’da yaşasa da kalbi Diyarbakır’da atan bir yazardı
“Mıgırdiç İstanbul’da yaşar ama duygusunu Diyarbakır’dan alır”
İstanbul ona iki şey verir; anadilini öğrenir, bu iyi bir şeydir ama ikincisi acıdır, burası bir sürgündür; evet dilini konuşuyordur, evet, diliyle hikâyeler yazıyordur ama toprağının kokusu bambaşkadır.
İnsan, doğduğu yerin her şeyini unutur ama öyle bir toprak kokusu vardır ki, dünyanın en güzel ülkesini gitsen de, en güzel yiyeceklerini yesen de aradığın, tattığın o güzelim toprak kokusunu geçmez. Bu yüzden Mıgırdiç, İstanbul’da yaşar ama duygusunu, ruhunu Diyarbakır’dan alır.
50’lı yıllarda Mıgırdiç, Ermenice hikâyeler yazar. Yazdıkça, sanki anne ve babasıyla, nenesiyle ve çok sevdiği amcalarından biriyle konuşuyor gibidir. Türkiye’de o zaman Ermeniceye kıymet veren hiçbir Türkçe edebiyat dergisi yoktur. Bundan dolayı bir süre ticaretle uğraşır. Buradan kazanacağı parayla da iyi bir daktilo alıp, iyi hikâyeler yazmayı düşünür.
Mıgırdiç yazmaktan asla geri durmaz ve edebi dünyası tabiri caizse tam kıvama gelmişken, 12 Eylül darbesi olur ama kendisi yine de hikâye yazmayı bırakmaz. Hatta Mıgırdiç’in hikâyeleri, darbe sonrası “Bizim Oralar” (1984) adıyla Ermenice yayımlanır. Bu bile başlı başına bir cesaret abidesidir.
Bu eserinden dolayı aldığı ödülle artık Margosyan tanınır ve okunan bir yazar olur. Yazdıklarıyla da haklı bir şekilde geniş bir okur kitlesine sahiptir. Kaynak. Farklı Bakış