Teşhirin Diktası

Kadir Çiçek Yazdı;

Teşhirin Diktası

Teşhircilik, değerin bakışlar altında ezilmesidir. Bugünün dünyası, dikkat çekmenin merkezi haline dönmüş durumda. İnsanlar, dikkat çekme adına insanın tahayyül dünyasını bile zorlayacak davranışlarda bulunabiliyorlar. Bunun için değer adına bütün sınırların derdest edildiği ve kimlik adına yozlaşmaların hüküm sürdüğü şuursuzluk hâli yaşanıyor. Bir nevi insanlık, bugün kendi dünyasını genele açan mide bulandırıcı motifler üretmekte. Bunun adına zihinlere işlenmesi için kimi zaman sanat, kimi zaman sınırsız özgürlüğe açılan yol, kimi zaman da bireysel anlamdaki mücadeleden galip çıkma denilebilmektedir.

Çağ hızlı bir değişim sürecine girdi. Bu sürecin kaybedenler, daha doğrusu önemsizleştirilenler safının başında mahremiyet, değerler, kutsiyet, anlam, ahlaki duruş gibi kavramlar geliyor. Özellikle insan yaşamı üzerinde, kayda değer bir konumda bulunmanın etkenlerinden olan bu anlayışlar üzerinde derin tahribat saldırıları gerçekleştiriliyor. Bütün yaklaşımların, değerlerin, düşüncelerin yerle yeksan edildiği bir bakış açısının zuhuru ile baş başayız. Tamamen bireyciliğin iktidarına dönük atılan bu adımların oluşturmuş olduğu istibdat kökenli yaşantının, görünürde demokratik, hümanist ve gönüllülüğe dayalı algısı, aslında tamamen uyuşturucu niteliğindedir. Kişinin, özelini umumun önünde tamamen dökecek anlayışı benimseyen ve bireyi Allah’ın sistemine karşı meydan okuyan özgürlük müptelası suretinde sunan teşhircilik diktası, bu minvalde sınır tanımayan bir alanı temsil etmektedir. Birey, bu alanda kendisini özne zanneden; ama aslında bir sunum objesi olduğu bilincini çoktan kaybetmiş bir kukla gibidir. Evrensel gösteri hükmünde olan bu yaşantıda cinselliğin, teşhir etmenin, beğeni bağımlılığının, ötekini etkilemenin, anlama dair korunaklı alanın ve öneme dair güzelin heba edildiği aldatmacalar ön plandadır.

Mahremiyetin kırılgan boyuta evrilmesi, teşhirin giderek büyüyen hegemonyası ile gerçekleşir. Kişi gerçek anlamda, mahremiyet dünyasında özne oluşu sayesinde bir değer ifade eder. Kendi yaşantısında gizliliğin kalmadığı ve özelin yok edildiği bir kimlik, özünü koruyamayacak kadar çaresizdir. Teşhirin anlamın önüne geçirildiği bir yaklaşımda, güzelin bakışlar altında ezilmesi kaçınılmazdır. Güzeli korumak, öncelikle anlamı korumaktır. Anlamın yitimi ise bakışların anlamdan tecrit edilmesi nedeniyle gerçekleşir. Sırlar genele sergilendiği vakit anlam yitimi başlar. Anlamdan yoksun bakışta sapma ihtimali yüksektir. Zira anlamdan yoksunluk, menfaatin menziline götürür. Menfaat üzerine büyüyen insanların, tarihte toplumsal değerler adına üretken oldukları görülmemiştir.

Ahlaki çöküş, korunaklı yerlerin değersizleştirilmesi ve saldırı altında olmasının önemsenmemesi neticesinde hız kazanır. Bugün insanlık, gençliğe sunulan yaşam tarzları ile değişim geçirmekte. Ahlaki olanın küçük görüldüğü, korumanın gereksiz sayıldığı, bakışların ve zihnin fıtri bir temizlikten geçirilmediği bir zeminde yaşıyoruz. İnsanlar artık ahlaktan bahsedemez duruma geldiler. Bütün sınırların gereksiz görülmesi gibi; ahlâkî anlamda da insanlara sınırları hatırlatıldığında büyük ve içi çürük tepkilerle karşılaşıyorlar. “Sana ne” artık günümüzde kişiyi, çıplaklık semtlerinde temsil eden söz hükmündedir. “Sen önce kendine bak” kılıcı günümüz gençliğinin elinde tetikte beklerken, bu kadar kof yaşantı içerisinde, kendilerini bu şekilde ifade ediyor oluşları oldukça vahim bir durum. Kendilerini fahşanın merkezine çeken çağdaş oligarşik ellerin buyrukları altında ruhlarının can çekişiyor oluşlarına kulaklarını tıkamaları üzücü bir durum.

Bedenin teşhiri, bakışın kalbe günah depolama teşebbüsüdür. Gençliğin üzerinde kapkara etkiler bırakarak günah bataklığında çırpınmaları, dünya üzerinde sürekli olarak karmaşa hâlinin devam etmesi için çalışan belli kesimlerin amaçları arasındadır. Onlar, “İnananlar arasında hayasızlığın yayılmasını arzu ederler…”(Nur, 19.ayet). Onlar isterler ki kişilik değerden ve anlamdan mücerret olsun.  Böylece bu boşluğun yerini cinsiyet etkisindeki bakış açısı almış olsun. Beden onların yüksek sesle dillendirdiği sınırsızlık ve özgürlük naraları altında can çekişirken, düşüncenin ölü durumda olması onlar için büyük zaferdir. Zaten onlar için fikrin yoksunluğu temel politikadır. Çünkü bir yandan fikrin yokluğu yönün sapmasını kolaylaştırırken; diğer yandan fikirdeki bulanıklık ve yaşantıdaki anlamsızlık, kişiyi yanlış yerlerde temelsiz ve içi boş arayışlara yönlendirir. Bedeniyle var olmaya çalışan bireyin, bu uğurda sarf ettiği mücadele yığınların karşısında kendisini teşhir etmesi neticesidir. Teşhirin bedeni esir alarak gözlerdeki anlamı baskılaması, kalbin ağır yükler altında kalmasına neden olur ki bu da toplumda “yürüyen ölülerin” sayısını arttırır.

Genele sergilenen mahremiyet, görünürlüğü kirletme işlevini yerine getirir. Güzellik gizlilikte, özelin saklı yanında ve kapalı olanın sınırlarında anlamlıdır. Israrla genelin yaklaşımını ve adımlarını çekecek türden davranışlar sergilemek anlamı kirletir. Olması gerekenden hicret eden insan, olmaması gerekene müptela olacak duruma evrilerek kişiliği üzerine inşa ettiği kimliğini devirir. Kendi otantik durumuna kaliteden yoksun boyalar vurarak birey oluşuna dönük kanıtlama telaşı veren insanın kulağı, sahte çağrılara muhtaç hale gelir. Bundan dolayı da merkezinde mahremiyetin olduğu alandan hızlıca uzaklaşmaya başlar.

Gönüllü teşhircilik, bakışı sapma noktasına uğratacağı için düşüncenin sağlıklı olması yolundaki engeli teşkil eder. Aslında bedenin başkaları elinde obje olması, kişinin bilinç sapmasına uğraması nedeniyledir. Olumsuz durumu, olumlu durumun suretinde insanların kabul idrakine benimsetenlerin insanların özel dünyasında karşılık bulması kaçınılmazdır. Kişinin bu durumu kabul etmesi, teşhirciliğin dikta dünyasını, anlayışlar dünyası olarak görmesinden ötürüdür. Nesiller üzerinde sergilemeyi, başkalarının değerler dünyasına kendi bedeni ve gösterişi üzerinden saldırmayı, sınır tanımamayı ve normların bireycilik temeli üzerine kurulması gerektiği üzerinde bir “hak” telakki eden zihniyetten, toplumsal iflasları hızlandırmak dışında bir girişim beklenemez.

İnsan güzelliğini/anlamını ve dolayısıyla mahremiyetini koruyarak varlığını değerli kılabilir. Ömrünü bakışları çekecek veya etkileyecek davranışlar ortaya koyarak geçiren kişinin, sağlıklı kalması mümkün değildir. Çünkü böyle insanların üzerinden “ilgi bakışları” kalktığında kendilerini dipsiz kuyularda zannetmeye başlarlar. Güzelin korunması, genelin bakışları altındaki baskının azaltılması ile mümkündür. Sadece insan oluşu itibariyle değer kazanan kişinin sapmalar yaşaması zordur. Fakat sergi alanındaki performansına dönük övgüler, o insanın yaşam serüvenindeki dikenli taşlardır. Bu taşlar, o insanın pişmanlıklarını ilan eden sembollerden başka bir şey değildir.

Düşünceyi muktedir kılarak kendi iç dünyamıza dönmemiz elzemdir. Bu açıdan, kendi kendimize şu iç muhasebeyi yapmamız gerek:

Bir yandan kendini kimliğinden tecrit ederek, kitlelere teşhir ederek ve bedeni üzerinden takdir toplamaya çalışarak koca yığınlara kendisini beğendirmek… Diğer yandan kişiliğini koruyarak, onuruna sahip çıkarak ve dişilik değil kişilik üzerinden var olmaya çalışarak Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmak… Hangisi daha zor? Kulların, kuldan faydalandığı ve kulun kullardan beğeni ve beklenti içerisinde olduğu bir anlayış mı; yoksa izzeti sadece Allah’tan beklemek mi?

 

Kaynak: Farklı Bakış