18 yıl havalimanında yaşayan bir adam, yani Mehran Karim Nasseri... Aslında onun hikâyesini birçoğumuz Tom Hanks’in başrolünü oynadığı Terminal filminden biliyoruz. “Sir Alfred” lakaplı Nasseri, geçtiğimiz hafta ömrünün önemli bir bölümünü geçirdiği havalimanında hayatını kaybetti. Bu haber onun sıra dışı macerasını yeniden hatırlamamıza neden oldu. Nasseri, İran’ın Mescid-i Süleyman şehrinde, 1945’te doğdu. Babası, bir doktordu. Annesi ise -Nasseri’nin ifadeleriyle- İskoçya’dan gelen ve babasıyla aynı şirkette çalışan bir hemşireydi. Nasseri’nin hepimizin bildiği macerası ise aslında 1973 yılında Bradford Üniversitesi’nde Yugoslavya hakkındaki çalışmaları üzerine üç yıllık bir eğitim almak üzere İngiltere’ye gitmesiyle başladı. Daha sonra ülkesine döndü. Ancak o yıllarda İran ciddi sıkıntılar yaşıyordu. Nasseri’de bundan nasibini aldı ve Şeyh Muhammed Rıza Pehlevi’ye karşı protestolara katıldığı gerekçesiyle tutuklandı, daha sonra da sınır dışı edildi. Çeşitli iltica başvurularının ardından Belçika’daki Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından mülteci statüsü verildi.
Ancak mültecilik statüsü Nasseri için anlamlı değildi. Çünkü bir İngiliz ebeveyni vardı ve İngiliz vatandaşı olabilirdi. Avrupa’da geçirdiği birkaç yıl sonra 1988’de İngiltere’ye giderken bulunduğu havalimanında evrak çantası kayboldu veya kaybolduğunu iddia etti. Yine de havalimanına yasal bir giriş yapmıştı ve bileti de elindeydi. Bu nedenle Londra uçağına bindi. Ancak İngiltere’ye indiğinde göçmenlik yetkililerine pasaportunu da onun yerini tutabilecek evraklarını da gösteremedi. Bu durumda Fransa’ya geri gönderildi. Nasseri, indiği havalimanında önce tutuklandı. Hızlıca hakkında dava açıldı. Fakat davasına bakan hakim “havalimanına girişinin son derece yasal olduğunu, ancak Fransa’nın onu mülteci olarak almak zorunda olmadığına” hükmetti. Sonuç bu olunca Nasseri havalimanının “Terminali” isimli bölümünde bir yaşam sürmeye başladı. Vatansızdı, pasaportu, kimliği yoktu. Dahası bu tür başvuruları yapabilmesi için gerekli evrakını da zaten çaldırmıştı.
Uzun bir süre yaptığı tüm girişimler sonuçsuz kaldı. Fransa, Belçika’nın Nasseri’nin belgelerini yeniden vermesini istedi. Ancak o havalimanında sıkışıp kalmıştı ve Belçika’da bürokratik tüm sürecin şahsen yapılması isteniyordu. Aradan yıllar geçtikten sonra Belçika, gözetim halinde olmayı kabul etmesi durumunda ülkeye girmesine izin verdi. Ancak Nasseri İngiltere vatandaşı olmak için çıktığı yoldan vazgeçmek, Belçika’ya dönmek, bunca emekten sonra kaybetmiş olmak istemiyordu. Üstelik ilginç bir şekilde bu havalimanında kendine bir hayat kurmuştu. Burada çalışanlarla arkadaş olmuş, yolculara havalimanı içinde mihmandarlık edip ufak tefek paralar kazanmaya başlamıştı. Buradan çıkması demek, -ona göre- hakkı olan İngiltere vatandaşlığından vazgeçmek demekti. Bu dönemde Fransa da kendisine ikamet vermeyi kabul etti. Ancak bu defa başka bir sorun karşısına çıktı: İmzalamasını istenilen kağıtların tümünde İranlı olarak görünüyordu. Bunu reddetti. Hatta, İngiltere’yle yaptığı yazışmalarda kullandığı şekilde isminin “Sir Alfred Mehran” şeklinde kullanılmasını istedi. İlerleyen yıllarda istediği hayatı yaşamak için oldukça büyük bir azim, belki de inat sergileyen Nasseri değil ama hikâyesi havalimanından çıktı. Takvimler 2003 yılını gösterdiğinde ünlü yönetmen Steven Spielberg’in sahibi olduğu DreamWorks yapım şirketi Nasseri’nin kapısını çaldı be ona hikâyesinin hakları için ciddi bir ödeme yapmayı teklif ettiler. Nasseri ödemeyi kabul edip, hikâyesini sattı. Ancak yine de terminalde yaşamaya devam etmek istiyordu. Öyle de yaptı. Bu süreç onu iyice meşhur etti ve kendisiyle alakalı sayısız kitap yazılıp, belgesel çekildi.
Spielberg’in şirketi Nasseri’nin hikâyesini satın aldıktan bir süre sonra, 2004 yılında The Terminal filmini izleyicisiyle buluşturdu. Film hem seyirciden hem de eleştirmenlerden tam not aldı. Filmdeki Viktor Navorski (Tom Hanks) karakterinin yaşadıkları Nasseri’yle birebir olmasa da büyük oradan benzeşiyordu. Havalimanından çıkamayan Nasseri’nin filmi hiç izleyemediğini de ekleyelim.
2006 yılı onun için pek de iyi geçmedi. Çünkü Nasseri’yi havalimanından çıkartamayan yetkililer onun yatak olarak kullandığı oturma yerlerini söktü. Nasseri, adeta evi haline gelen Terminal1’den böylece ayrıldı. Bu süreçte kendisine havalimanının Fransız Kızılhaç Örgütü şubesi bakmaya başladı. 2007’de ise çeşitli rahatsızlıkları nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Hastaneden çıktığında yine Fransa’daki bir hayır kurumunun merkezinde kalmaya başladı. “Sir Alfred” geçtiğimiz hafta yeniden bir şekilde girmeyi başardığı Roissy-Charles-de-Gaulle Havalimanı’nda kalp krizi geçirerek öldü. Arkasında hepimizi şaşırtan bir macera ve cevapsız sorular bıraktı.