Telgraftan tablete: Bir kuşağı anlamak

Kırklareli Üniversitesi Pazarlama ve Reklamcılık Bölümü Öğretim Görevlisi Kadir Metin Akbaş “Kuşak çatışmalarının yaygın olduğu ülkemizde, ilk başta kuşaklara dair örtülü önyargılardan kurtulmak zorundayız” diyor.

Telgraftan tablete: Bir kuşağı anlamak

Bir kuşağı anlamak, bir dönemi anlamaktır. Bir dönemi anladığınızda ise paradigmanın kıskacına sıkışmaktan kurtulursunuz. Ve sizin gibi olmayanları kendinize ait yargılarla değil, onlara ait gerçeklerle görmeniz mümkün olur. Bu mümkün olduğunda ise dönüşürsünüz. Birey olarak, kurum olarak, toplum olarak…” (Kuran, 2019: 19) Ülkemizin önde gelen kuşak çalışanlarından Evrim Kuran, Mundi Kitap’tan çıkan ikinci kitabı “Bir Kuşağı Anlamak”ta neden kuşak/ jenerasyon/ nesil çalıştığını bu sözlerle açıklıyor. Ülkemizde en çok hasret kaldığımız hasletlerin başında “anlamak” geliyor. Önce kendimizden başlayarak, bizden öncekileri ve bizden sonrakileri anlamaya çalışmak konusunda ne yazık ki çok eksiğimiz var. Bu konudaki eksikliğimizin ceremesini ise her halimizde hissediyoruz. Tahammülsüz bakış açımız, anlamaya yanaşmayan tavrımız, nefret etmeye yatkın yaklaşımımızla kuşaklar arası çatışmanın her daim en derinden hissedildiği bir ülke konumundayız. Her bir kuşak, bir öncekini “ilkellikle” suçlarken, bir sonrakini ise en iyi tabirle “görgüsüzlükle” yaftalıyor. Birbirimizi anlama noktasında gayret göstermekten çok uzağız. Kuşaklar arası uçurumlar bu yüzden derinleşiyor. Bu uçurumları kapatmaya çalışanlar ise bir elin parmağını geçmiyor. Araştırmacı Evrim Kuran, anlamaya çalışan isimlerin başında geliyor. Destek Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı “Telgraftan Tablete: Türkiye’nin 5 Kuşağına Bakış”ta ilk adımını atmıştı, devamını ise son kitabında getiriyor: “Kuşak çalışmasaydım, beni büyütenlerle barışmakta, büyüttüğüm evladı ise anlamakta zorlanacaktım. Kuşak çalışmasaydım, çağımın ve kuşağımın katı mükemmeliyetçiliğinin dişlilerinde sıkışacak, bana benzemeyenleri daha çok yargılayacak, daha az sevecek, daha zor öğrenecek, hoşgörü sınırlarımı genişletemeyecektim. Kuşak çalışmasaydım, kuşak döngülerinin mevsimlere benzediğini bilemeyecek, toplumların da kış gibi krizleri, yazı gibi uyanışları olduğunu anlamayacak ve belki de bugünkü kadar ümitvar olamayacaktım.” (Kuran, 2019: 21) 

*

Geçmişi ve geleceği tam anlamıyla anlayabilmek için önce kuşak aralıklarına bir bakmak gerekiyor. Hangi kuşak hangi zaman aralığında doğanları/ yaşayanları simgeler, bunu bilmek gerekiyor. Yaygın kabul gören teoriye göre; 1925-1944 yılları arasında doğanlara Sessiz Kuşak, 1945-1964 yılları arasında doğanlara Baby Boomer (ikinci dünya savaşı sonrası doğum oranlarında artış olması vesilesiyle bu kuşağa bebek bombardımanı deniyor) 1965-1979 yılları arasında doğanlara X Kuşağı, 1980-1999 yılları arasında doğanlara Y Kuşağı, 2000-2020 yılları arasında doğanlara ise Z Kuşağı deniyor. Bu tarihlerin kuşak isimleriyle sabitlenmesi; kuşakların sahip olduğu fırsatları, içine doğdukları zaman diliminin avantajlarını ve dezavantajlarını, etkilendikleri genel havayı göstermek açısından kolaylık sağlaması için oluşturulmuş. Ve tabi ki mutlaka kuşaklar içerisinde istisnalar olacaktır ama kaide bozulmayacaktır.  

1925-1945 yılları arasında doğanlar Türkiye nüfusunun yüzde 3’ünden daha azını oluşturuyor. 20. yüzyıl başlangıcının en genç kuşağına “Sessiz Kuşak” ismi uygun görülmüş. Dünyayı kasıp kavuran savaş ikliminin yorgun çocukları. Cumhuriyet’in ilk nesli. Çökmekte olan bir imparatorluktan yepyeni bir devlet kurma telaşındaki ebeveynlerin ilk göz ağrıları. Anne babalarından farklı bir iklime doğan, onlardan farklı bir alfabeyi kullanmaya başlayan, onlardan farklı bir yaşam tarzına alışan, tabir-i caizse kendilerinden önceki nesille bağları kopmuş bir kuşak. İki dünya savaşı arasında doğmuş, dünyanın içinden geçtiği buhrana, krizlere, yokluklara, değişimlere tanık olmuş bir nesil. Bu şahitliktir onlara, hem yurtta hem de cihanda sessiz denmesinin sebebi. Çünkü zor zamanların çocuklarıdır onlar, çocuk olmaya pek de zamanı olmayanlardır. Bunun acısını hep içlerinde taşıdı bu kuşak, hayatla kavgaları biraz da bu yüzden. Uzak mesafelerle iletişimi kolaylaştıran telgraf, bu kuşağın teknolojisidir. Benim babam da, bu kuşağın bir mensubu.  

1945-1964 yılları arasında doğanlar Türkiye nüfusunun yüzde 15’ini oluşturuyor. Dünyayı yakıp yıkan ikinci büyük savaşın sonrasında doğan bu kuşak, yıllık doğum hızındaki artıştan dolayı Baby Boomer (Bebek Bombardımanı) Kuşağı olarak anılıyor. Savaşa şahitlik etmiyorlar ama ilk kez bir askeri darbeyi yakından müşahede ediyorlar. Tek partili dönemin sessizliği de çok partili dönemin coşkusu da yakalarını bırakmıyor. Önce çocuklarını büyüten sonrasında ise anne babalarına bakan bu kuşak, kalabalık ailelerin son temsilcileri olarak isimlendiriliyor. Ve belki de bu özelliklerinden dolayı, kendilerinden olmayan kuşaklarla en iyi anlaşan jenerasyon olarak biliniyorlar. Bir döneme damga vurmuş olan iletişim aracı fax, bu kuşağın teknolojisidir. 14’ünde evlendirilen annem ve erkenden kucağına aldığı iki ablam ve bir abim, işte bu kuşağın mensubu.  

1965-1979 yılları arasında doğanlar Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini oluşturuyor. Ebeveynlerinden daha renkli bir dünyaya gözünü açan bu kuşağın temsilcileri, ilk renkli televizyonu, ilk cep telefonunu deneyimlediler. Gençlik hareketleriyle, sokak çatışmalarıyla, ideolojilerin zirve yaptığı bir aralıkta doğan bu kuşağın gençliğinde Türkiye’de 9 olan üniversite sayısı 53’e fırladı, önceki kuşakta 3 bin olan üniversite mezun sayısı 33 bin oldu. Paraya daha fazla odaklanan bu kuşağın kadınlarının da işgücüne daha fazla katılmasıyla X kuşağı, daha az çocuk sahibi olunan bir dönem olarak tarihteki yerini aldı. İnternet devriminin müjdecisi masaüstü bilgisayar, bu kuşağın teknolojisidir.  

1980-1999 yılları arasında doğanlar Türkiye nüfusunun yüzde 32’sini oluşturuyor. Avrupa’nın pek çok ülkesinin toplam nüfusundan daha fazla sayıda Y Kuşağı bireyi barındırıyor bu topraklar. Bu kuşak televizyon ekranlarında Körfez Savaşı’nı, gazete sayfalarında Bosna trajedisini, canlı yayında 11 Eylül saldırılarını yaşadı. İnternetin ve teknolojinin baş döndürücü bir hızda geliştiği döneme yakından tanık olan bu nesil, önceki kuşaklar gibi sonuç odağında kalmak değil, sürecin tadını çıkarmak isteyen, saygının hak edene sunulması gerektiğine inanan, içinde bulunduğu topluluğu etkileme ve onlardan etkilenme eğilimi yüksek, harekete geçmek için anlam arayan, eşzamanlı olarak birkaç işi aynı anda yapabilen, teknolojiyi çok iyi kullanan bireyler olarak nam saldılar. Sabahtan akşama kadar sokaklarda koşturan, henüz inşaatların işgal etmediği boş arsalarda futbol oynayan, otomobillerin istila etmediği yollarda bisiklet süren son nesil Y Kuşağı… Bu kuşağın en önemli özelliğinden biri de kendi anne babalarından farklı bir tarzda çocuk yetiştirmenin gerektiğine inanmaları ve bunu kendi çocuklarında -Z Kuşağı’nda- uygulamaya başlamaları. “Çocuklara daha iyi bir dünya bırakmak yerine, dünyaya daha iyi çocuklar bıraksanız, sorun kendiliğinden çözülecek aslında” diyen Aziz Nesin’in öğüdünü yerine getirmeyi önemsiyorlar. İnternetle tanışan ve teknolojiyi keşfettikçe seven bu kuşağın teknolojisi dizüstü bilgisayardır. Ben ve eşim bu kuşaktanız.  

2000-2020 yılları arasında doğanlar Türkiye nüfusunun yüzde 31’ini oluşturuyor. Ülkemizde 25 milyondan fazla 20 yaş ve altında birey var. Tıpkı tekrar kuşağı oldukları Sessiz Kuşak gibi Z Kuşağı da bir şeyler yaratma ve üretme konusundaki becerileriyle geldiler. El işçiliklerini kullanarak bir şeyler yaratmaktan keyif alan, daha fazla eşyaya değil daha fazla deneyime sahip olmak isteyen bir kuşak var karşımızda. İçine doğdukları çağın da etkisiyle görselliğe çok fazla önem veriyorlar. Sadece öğrenme biçimleri itibariyle değil, mesajlarını iletme formu olarak da görselliği seviyorlar. Kendilerine has bir anlam dünyaları var. Oluşturdukları bu dünyanın başkaları tarafından dikkate alınmaması karşısında içe kapanıp tüm iletişimlerini kesebiliyorlar. Sosyoekonomik seviye fark etmeksizin yüksek dozda dijital etkileşime ve gereğinden fazla çevrimiçi ve çevrimdışı mesaja maruz kalan bu kuşağın çocuklarının ve gençlerinin dikkatlerini uzun süre canlı tutmaları zor görünüyor. 8 yaşındaki oğlum, bu kuşağın bir temsilcisi. “Dijital Yerliler” olarak isimlendirilen bu kuşağın bireyleri, teknolojinin içine doğdular. Öncesini hiç deneyimlemediler, o yüzden geçmişte nasıl yaşandığına dair hiçbir bilgileri yok. Cep telefonsuz bir dünyayı, tabletsiz/ bilgisayarsız bir yaşamı, internetsiz bir ortamı hayal dahi edemiyorlar. Her şeyden ve herkesten çok çabuk sıkılmaları biraz da bundan. Büyüdüklerinde hangi mesleği yapmayı isterlerse istesinler, ek meslek olarak mutlaka Youtuber’lık yapmayı düşünüyorlar. Mobil teknolojiler başta olmak üzere tablet, bu kuşağın teknolojisidir.  

*

Kuşakları ve onların içinden geçtiği dönemleri öğrendikçe, onlara dair düşüncelerimizde de ister istemez değişimler olacaktır. Kuşak çatışmalarının yaygın olduğu ülkemizde, ilk başta kuşaklara dair örtülü önyargılardan kurtulmak zorundayız. Evrim Kuran’ın nitelemesiyle; “X ve B.B. kuşağındakiler, Y veya Z kuşağındakileri sabırsız, aceleci, kararsız, şımarık, tembel, sadakatsiz, teknoloji düşkünü diye etiketlerken; Y veya Z gençleri ise X ve B.B. kuşağını kuralcı, despot, fikirleri zor değişen, aşırı sonuç odaklı, sıkıcı olarak değerlendiriyor.” (Kuran, 2019: 112) Bu çatışmayı bitirmenin yolu, kuşak çalışmalarına kulak vermekten, kendi kuşağımızın dışındakilerin neler yaşadığını, hayatı nasıl anlamlandırdığını bilmekten geçiyor. Her bir kuşağın hayattan beklentileri, insana dair değerlendirmeleri, geleceğe ait hayalleri farklı. İşte bu farklılıkların uyum içerisindeki birlikteliği bizi ileriye taşıyacak. Kuşakların birbirleriyle ortak işler yapması, aynı hedefler doğrultusunda güçlerini birleştirmesi tahmin ettiğimizden daha önemli ve gerekli. Kitaplarında kuşaklar arasındaki işbirliğine özel önem atfeden Evrim Kuran, hayat amacını; “bir kuşak bir diğerine baktığında ona şunu söyleyebilir mi: Seni kendime ait yargılarla değil, sana ait gerçeklerle görüyorum. Benim, Türkiye’de jenerasyon farklılıklarının bir problem değil, bir zenginlik olarak ele alınmasıyla ilgili bir meselem var” sözleri ile özetliyor. Şirketler ve kurumlar, deneyim ve tecrübe paylaşımı için farklı kuşaklardan bireylerin bir arada olduğu sistemleri hayata geçiriyor. Sanırım biz de dedelerle torunların daha çok zaman geçirmesini sağlamalıyız.