Aramızda hep bir şeyler var. Yüz yüze, gönül gönüle oturup halleşmeleri özledik. Çay ocaklarında oturup çoluk çocuklarımız üzerine harbiden ve hasbi biçimde konuşmalar yok artık. Sokakta karşılaşılmayacak insanlar grubuna girmenin bir havası var. Çok fazla görünür olmak demode. Hiç görünmemek sanki daha gizemli ve büyüleyici. Herkes “Bizim Hasan”, “Bizim Hüseyin” olmaktan kurtulmak için yeni ortam ve platformlar arıyor. Gazete ve dergilerden konuşmak, konuşan kişinin söylediklerini daha dinlenir ve önemli kılıyor. Ne de olsa vasıtalı bir iletişim. Televizyondan konuşmak, karşı koltuktan konuşmakla mukayese edilmeyecek denli çekici ve bir o kadar ayrıcalıklı. En basit ve en sıradan şeyleri ekrandan konuştuğunuzda bir anda önemli hâle geliyor. Yani ne söylediğinizin ya da nasıl söylediğinizin değil, nerede söylediğinizin önemi var artık. Referansla yapılan her iş, görülen her vazife sonucu ne olursa olsun değerli bulunuyor. Çünkü arada birileri var. Birileri sanki metafizik bir hüviyet kazanıyor. Hâlbuki televizyona çıkmanın sandalyeye çıkmaktan, sözün gücü noktasında bir farkı yoktur. Hatta sandalyeye çıkan daha bir sahicidir ekrana çıkana göre. Okuyucu veya izleyici ile nesnel ve sahici ilişkiyi kestiğiniz oranda aranan kişisiniz. Sebebi gayet açık, dolaylı konuşuyor ve daha önce tanıdığınız ya da hiç tanımadığınız insanlara sürünmüyor, tabiri caiz ise yüzgöz olmuyorsunuz. Sosyal iletişim vasıtalarının büyüttüğü insanlar, kazandıkları bu itibari ve arizi statüyü biraz da kitlelerin aşağılık komplekslerine borçludurlar. Zira, gözünde büyütmek kendini kendi gözünde ayaklar altına almayla beraber gelen bir şeydir. Hayranlık ve fanatizm tam da buradan beslenir. Gıpta ve takdirden farkı da budur. Gıpta karşıdakini örnek almaya yönelik takdir hissidir. Takdir bir insanı adalet ölçütleri içinde hiçbir komplekse kapılmadan içindeki en güzel mevkiye yerleştirme hâlidir. Gözünde büyütmek ise hiç öyle değil. Kim birini kalbini karıştırmadan gözünde büyütürse bir zaman sonra o kişiyi gözünde hiçleştirir ya da öldürür de. Sözün gücü, hakikatin kuşatıcılığı yerine kalabalıklara kendini sunup şahsını tebliğ eden kişi küçüldüğünün farkında bile değildir. Televizyon bir çatıdır. Her kanal, reytingine göre bu televizyonun bir katıdır. İnmek mi maharet, çıkmak mı? Çatıdan inmek daha çok maharet gerektirir elbette. Ne de olsa ucunda düşmek var! Son yıllarda bu çatıdan düşen o kadar çok ki.
YENİDEN ESKİYE DÖNMEK
Yazarlar da yayınevleri de yeni çıkan kitaplara odaklanmış. Eski kitap, adeta heyecanı sönmüş kitap demek. Bizim kuşak hiç öyle yetişmemiştir. Aksine eski kitabı yeni almak o kitabı yeni kitap yapmaya yetiyordu. Bu yüzden sahaflardan çıkmazdık. Yeni kitaplar vitrinize edilmeye yarayabilir. Okunmadıkları sürece deneyimsiz bir insana benzerler. Bir yazarın yeni kitabı çıkınca eski kitaplarının gözden düşmesi tüketim alışkanlığımızla ilgili bir tutum olsa gerektir. Bir şeyin yeni modeli gibi.
Bilsek ki bir yazar geriye doğru değil, geriden ileriye doğru okunur bu tutumumuzu değiştirirdik. Gerçek okuyucu aynı zamanda yazarın yazma serüvenini de okur. Bunun için ilk kitaptan ileriye doğru gitmek lazım.
Gündemde kalma noktasında da bu yeni kitap takıntısı okuma bilincimizi etkiler. Yeninin gündeme gelmesi sanki eskinin gündemden düşmesini zorunlu kılıyormuş gibi bir tavır sergilenir. Aslında yeni kitap da son tanıtılma vakti geçmeden dolaşıma sunulur ve sonra sırasını 2. ve 3. yenilere bırakır. Vitrinler yeniyi kutsar. Akıl ve kalbimiz ise eskiyi ve kadim olanı hep işaret eder. Eski kitaplar eski kafalara hitap eder gibi bir anlayış vardır. Buradaki yanlış, eskiye verilen anlamın isabetsizliği ile ilgilidir. Eski hükmü kalmamış, tedavülden kalkmış anlamına gelmez, bilakis eski bu anlamıyla eskimeyendir. Orijinalitesini asırlar boyu sürdürendir eski. Yeni nev zuhurdur ve denenmemiştir; yerine göre mevsimlik ve sezonluktur.
Bütün mutlak kavramlar eskidir. Doğruluk, iyilik ve güzellik böyledir. Sağlamlıklarını ve güvenirliklerini eskiliklerine borçludurlar. Yeni olanın seri üretime tabi olduğu ise ayrı bir gerçektir. Asıl maharet Üstad’ın ifadesiyle “Solmaz, pörsümez yeni” olabilmektedir. Ziya Paşa gibi yukarıdan değişimi eleştirenler de aynı duyarlıktadırlar: “Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı!”