Kürt meselesinin nihai çözümünden uzak olduğumuzu gösteren yüzlerce sağlam neden saymak mümkün. Ve büyük bir ihtimalle bu yüz nedenin yanına bir yüz neden daha koysak hiç kimsenin bir itirazı da olmaz. Kürt meselesinde çözüm, bugünün koşullarında kendine meşru bir zemin bulmakta zorlanan en çetin meselelerin başında gelmektedir. Yaşanılan tecrübeler o kadar sıcak ve taze ki zihinlere sızmak ve orada bir ikna ve rıza aramak, meczup olarak damgalanmak için yeterli sebeptir. Ama Kürt meselesi hala avuçlarımızı bir sıcak patates gibi yakan bir meseledir de. Hem çözümünden çok uzaktayız hem de sorun her gün giderek daha karmaşık ve daha maliyetli hale geliyor.
Ortadoğu ölçeğinde Kürt meselesinin global güçlerin çıkar radarına yakalandığını söylemek artık bir sır değil. Irak ve Suriye’de olup bitenler, bu meselenin eninde sonunda bir salgın hastalık gibi gelip herkese sirayet edeceğini gösteriyor. Madrid zirvesi bile esasen Ukrayna - Rusya savaşının sonuçlarıyla ilgili bir mesele olması gerekiyorken, bir an da Kürt meselesine dönüştü. Bu sorunun sarsıcı etkisinden kurtulmak mümkünmüş gibi gözükmüyor. Bir NATO zirvesi, ilan edilmese bile, bir Kürt zirvesine dönüşüyor. NATO'ya üye olmak isteyen ülkelerin önüne bile, hiç hesapta yokken, bu sorun çıkabiliyor. Türkiye, bu sorunun bir şiddet ve terör sorunu olduğunda ısrar ediyor ama hayatın gerçekleri öylesine balçıkla sıvanmıyor. Kürt meselesi şiddet sarmalının rehinesi olsa bile, Kürtlerin yaşadığı hayat, başka gerçeklerin şarkısını söylüyor. Kürtlerin hali hazırda sürdürdüğü hayat ile şiddetin bağlamı arasında bir ilişki kurmak, bunu gidişli gelişli bir köprüymüş gibi düşünmek, her şeyden önce yokluk ve yoksulluk engeli tarafından yok hükmüyle malul edilir.
Yok çok, yokluk, Afrika kıtası büyüklüğünde. Yokluğu, yoksunluğu şiddet olarak yaftalamak kolay, maliyetsiz. Gelin şu şiddet perdesinden vazgeçip iç burkan gerçeklere biraz daha yakından bakalım. Yöneticiliğini yaptığım bir tekstil şirketinde çalışanlara sorduğum sorulardan birincisi şudur: Kaç kardeşsiniz? On kardeşiz diyen var, sekiz kardeşiz diyen de ama ben henüz biz beş kardeşiz diyene rastlamadım. Babanız ne iş yapıyor sorusunun karşılığı da iki kelimeden oluşuyor. Baba ya hastadır evde oturuyor ya da inşaat işçisidir, geçici işlerle meşgul oluyor. Eğitimsiz ve mesleksiz ebeveynler ile çok çocuklu nüfus aslında her şeyi özetliyor. Sadece bu iki veriye bağlı kalarak böylesi bir hayat yaşayan insanların sosyolojisine dair kitap bile yazılabilir.
Bu küçük ve özensiz özet bile Kürtlerin ekonomik ve siyasal hayatını biraz daha kolaylaştırmak ve nitelikli hale getirmek için daha köklü ve daha derin adımların atılmasını adeta elzem hale geliyor.
Anlaşılan o ki herkes seçimlere kitlenmiş ve iktidarın el değiştirip değiştirmeyeceğine odaklanmış durumda. Hiç kimse Kürt şehirlerinde hayat nasıl akıyor, akan hayat hangi ocakları söndürüyor ve bu yakıcı hayat ateşini bir parça söndürmek mümkün müdür sorularıyla ilgilenmiyor. Oysa emeğin yoğun olduğu sektörler için konjonktür çoktan değişmeye başlamıştır bile.
İktisadi manada bir toplum geliştikçe özellikle de emek yoğunluklu kimi iktisadi hizmetler, sektörler ve üretim biçimleri miadını doldurur. Yükselerek artan maliyetler artık iktisaden taşınamaz olur. Nitelikli işgücünün artan maliyeti o sektörün katma değerini sürekli aşağıya doğru çekmeye başlar. Tarihsel olarak tekstilin kaderi hep böyle olmuştur. O nedenle her dönem gelişmiş ülkelerden daha az gelişmiş ülkelere doğru bir yolculuk yapar. Bu kural iktisadi gelişmenin şaşmaz bir kuralıdır. Emek maliyetlerindeki artış, iradeye bağlı olmaksızın, bu sektörü emeğin göreceli olarak daha ucuz olduğu pazarlara mahkum eder. Tekstil gibi porselen sektörü de aynı kaderi paylaşır çünkü bu iki ürünün üretim süreçlerinde zorunlu olarak işgücü istihdam etmek kaçınılmazdır.
Tekstilde dikiş süreçlerini otomasyona dönüştürmek neredeyse imkansızdır. Porselen sanayiinde çamurun kimi evrelerine mutlaka insan eli değmek zorunda! Bu sektörler ya da iş kolları hem tam otomasyona uygun değiller hem de en temel ihtiyaç maddelerini üretirler. İnsanlar kış yaz hiç fark etmez, bir şekilde giyinmek örtünmek ihtiyacı hissederler. Aynı insanlar beslenme alışkanlıklarını sürdürüp hayatta kalmayı hedeflerken yeme - içme alışkanlığının araçları olan porselen ve seramik ürünlerinden vazgeçemezler.
Sözü fazla uzatmadan söylemek istediğimi hemen söyleyeyim: Batı’da artık çok maliyetli olan bu iki sektörü Kürt coğrafyasına, Kürt bölgelerine taşımak gerektiğine inanıyorum. Çin’de, Tayland’da, Pakistan’da ve Hindistan’da pazar arayan, tekstil ve porselen pazarları için Kürt illerini birer üretim parkuru haline dönüştürelim. Ağrı’da, Bingöl’de, Adıyaman’da, Van’da, Bitlis’te, Batman’da, Mardin ve Diyarbakır’da açılacak olan biner kişilik kapasiteye sahip, tam entegre tekstil ve porselen üretim merkezleri çok ciddi bir istihdam yaratacaktır. Tekstil ve porselen fabrikalarının ara girdilerini sağlayan diğer tedarikçilerin alacağı pozisyon, bir anda istihdam oranını misliyle katlayacaktır.