Geçmişten adam hisse kaparmış?
Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
?Tarih?i ?tekerrür? diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
(Mehmet Akif Ersoy)
Son zamanlarda Türkiye sivil siyaset tarihi ile ilgili çıkan eserler hayli arttı. Asırlık tecrübeler, yaşanan hadiseler, olup bitenler karşısında takınılan tavırlar vesaire çeşitli vesilelerle dile gelmeye başlandı. Genç siyasetçilerin yanı sıra siyaset bilimi, siyaset sosyolojisi, siyaset tarihi gibi alanlarda iştigali olanların sivil siyaset tarihi üzerinden yazılan bu eserleri doğru bir muhakeme ve mukayese ile incelemeleri kayda değerdir. Ne de olsa zamanın içindeyiz, zamanın tanıklarıyız?
***
Devlet teorileri ve siyaset felsefesi açısından yapılan çalışmalara göz atıldığında göze çarpan en önemli gündemlerin başında ?güç? ve güç kullanımına ilişkin temel yaklaşımlar gelir. Zamanın eşlik ettiği hiçbir devlet yahut hiçbir siyasi hareket olmasın ki güçlü olmayı ve gücü kullanma becerisini göz ardı etsin. Bundan dolayıdır ki siyasetin çekim gücüne ve devlet yönetmenin kudretine girenler kendi zihniyetlerine uygun olarak bir tarz, bir mantalite ortaya koyarlar.
Dar bir çerçeveden bakıldığında münferit meydana gelen hadiseleri, yıllara değen olayları herhangi bir çözümleme metodu ile açığa çıkarmanın zorluğu hep olmuştur. Ancak kapsam genişletildiğinde, kavramlar hakkıyla işlendiğinde münferitlik ortadan kalkmakta, yıllar yüzyıllara eşlik ederek bir ?insanlık tarihi? bilinci, bir siyaset harmonisi ortaya çıkmaktadır.
Muhakkak zamanın ruhu açısından değerlendirilecek meseleleri burada gözden kaçıramayız. Ancak insanın güç ile olan imtihanı, gücü kullanma yetkesi ister feodalite olsun, ister imparatorluk, ister cumhuriyet olsun isterse bir parti benzer suretlerde yahut benzer siretlerde ele alındığı görülmektedir. Artık onun ismi ?Men dakka dukka? mı olur, ?Tarihin tekerrür etmesi? mi olur, ?İnsanlığın ya da insanın hikâyesi? mi olur, ?İnsanın aynılığı? mı olur sizin bileceğiniz iş.
***
Rasim Cinisli´nin ?Bir Devrin Hafızası? adlı eseri insana değen yönleri ile tarihin çok da uzağında olunmadığının hissini veriyor. Tarihin bir parçası olduğumuzu ve elimizden gelenler ile tarihin canlılığı içinde bir tavra karşılık geldiğimizi rahatlıkla temaşa edebiliyoruz.
Kendileri 18 Mart 1965 yılında MTTB´nin 47. Kongresi ile (Milli Türk Talebe Birliği) uzun bir aradan sonra MTTB´de zihniyet değişimini sağlayanların başında geliyor. Bu yönüyle MTTB´nin sol fraksiyonlardan sonraki ilk başkanı.
12 Ekim 1969 Genel Seçimleri´nde Erzurum´dan AP (Adalet Partisi) milletvekili seçiliyor. Ama siyasete alışması pek kolay olmuyor. Hengâmeli bir dönemin genç aktörlerinden. Hizmet derdi ile Süleyman Demirel´in arkasına takılıyor. AP´de siyaset yapacağı hissiyatına kapılıyor. Ama mevzuları çabuk toparlayanlardan. Ne olup bittiğini erken fark ediyor.
1965 ve 1969 Genel Seçimleri ile tek başına iktidarda kalmayı sağlayan AP, tam bir güç gösterisi yapmış ve devlet erkini emrine amade kılmıştı. Ancak gücünü, kudretini hizmete odaklamak yerine iktidarda daha güçlü kalmaya odaklamıştı. Bundan dolayı da güçlü parti olmanın ilk koşulunu müştereklikten, birlikte var olmaktan, paylaşımdan kurtarıp koşulsuz itaate her zamankinden daha fazla önem vermişti.
AP´nin kurulduğu günden itibaren taşın altında elleri olanlar garip bir şekilde hükümet dışında bırakılıyor, bilinçli olarak parti dışına itiliyorlardı. Anlaşan o ki parti başkanı ve aynı zamanda Başbakan olan Süleyman Demirel ?kendine koşulsuz tabi olmayan? hiç kimseye hayat hakkı tanımıyordu. Tabii böylesi güç dengelerinde anında iki tür grup beliriverir. Siyasetnameler bunların türevleriyle doludur. Birincisi, güç paylaşımının dengeleyici olmasını savunan ?muhalefet grubu?. İkincisi de emre amade gücü tabulaştıran ?yalakalar grubu?.
Cinisli´nin ifadeleri siyasetin membaına sondaj yapar cinsinden:
?Süleyman Demirel, parti içinde tek adam olmak istiyordu. Onu kayıtsız şartsız desteklemeye yemin eden bir grup milletvekili vardı. ?Süleyman Bey´in yanlışı bizim doğrumuzdur´ diyen bu milletvekillerine ?Yeminliler´ adı takılmıştı. Yeminliler milletin ve devletin hizmetinde olmayı bırakmış, Süleyman Bey´in emrine girmişlerdi. Bu grup, Demirel´e biat etmeyen diğer milletvekillerini horluyor, rahatsız ediyordu. Süleyman Bey de partiyi zor günlerde başarıya taşıyan birçok sevilen, bilinen kimseleri gözden çıkarmış, bu milletvekilleri ve senatörlerini partiden ihraç etmek için her şeyi göze almıştı. Bu hâl parti içi demokrasiye, siyasi iktidara ve de siyasi mantığa aykırıydı.?
Diğer yandan hak, adalet ve liyakate dayalı buhranlar ortaya çıkmış; yolsuzluk, partizanlık, adam kayırma ve anarşi hızla tırmanışa geçmişti. Hüsamettin Akmumcu, Hüseyin Abbas, Faruk Sükan, Sadettin Bilgiç, Ali Naili Erdem, Mehmet Turgut gibi AP´nin kuruluşunda ve iktidara gelişinde önemli katkıları olan 72 kişiden oluşan ?72´ler Grubu? rahatsız oldukları konuları dile getirerek Süleyman Demirel´in gücünün tekelleşmesindeki yol ayrımı oldu. Yine insanlık tarihi ile özdeş imparatora, sultana, şaha ya da başkana ?Bir çift sözümüz var? denilen cinsten yazılan mektuplardan biri de ?72´ler Mektubu? olarak Demirel´e ve kamuoyuna sunuldu.
Ancak siyasetin kudreti o kadar bağlayıcıydı ki Demirel, uzlaşma yerine tehdidi, muhaliflere karşı doğrudan cephe almayı tercih etmişti. Vagon benzetmeleri, had bildirmeler, küçük görmeler o zamanın da meşhurlarındandı. Demirel´in 72´lere karşı en güçlü silahı ise Yeminliler oldu. Yine Cinisli´nin tabiri ile ?Parti içi demokrasi yoktu; parti şahıs partisi olmuştu. Keyfi yönetim; denetim tanımıyordu.?
Bugün yaşadığımız siyaset tarzı geçmişle ne denli örtüşüyor biraz düşünmeli. Şahıslar değişse de gücün travmasında şahsiyetler hatta mektuplar pek değişmedi sanki. Biraz kulak kabartınca XIV. Louis´in, ?Kanun benim? çizgisi geçmişin tozlu sayfalarında değil adeta. Daha dün gibi kulaklarımı tırmalıyor.
Gücün esaretinde iktidar olduğunu zannedenler, er ya da geç muktedir olamadıklarını muhakkak göreceklerdir. Kanaatimce tarih yine gösterecek; bir yandan mesele hızla ıskalanmaya devam ederken elbet bir yandan da emaneti hakkıyla sırtlananlar gün yüzüne çıkacak. Başkalarının yanlışlarını kendilerine doğru addedenler bütün benliğimizle idrak ettiğimiz tarih sahnesinde sadece bir güruh olarak anılacaklar.
Tekerrür mü ediyoruz ?!