Resmen savaş halinde olunmasa bile sınırının ötesinde Türkiye’nin askeri bulunuyor ve oradan da ‘şehit’ haberleri geliyor. ‘Şehit’, hep bildiğimiz üzere, ‘vatan savunması adına yapılan savaş’ halinde verilir. Nitekim devlet adına konuşabilecek yetkideki ağızlar da, yeri geldiğinde, savaş halinde bulunulduğunu ifadeyle, yapılana bütün ülkenin ‘tek yürek’ olarak destek vermesi gerektiğini söylüyorlar.
Farklı görüş, farklı ses neredeyse vatana ihanet sayılacak…
Diyanet de devrede, Cuma namazında savaş ayetlerine dayalı hutbe okutulduğu gibi, cemaatle sabah namazı çağrıları yapılıp savaşan Mehmetçikler için topluca dualar da ediliyor.
Ülkenin zaten fazla gürültücü olmayan bir siyasi muhalefeti var, medyanın büyük çoğunluğu da iktidarın yanında; bu gerçeğe rağmen daha fazla birlik ve beraberlik görüntüsü talep ediliyor.
Acaba doğru olan farklı görüşe sahip olanların şimdikine benzer ortamlarda seslerini çıkarmaması mıdır?
Ben evvel eski bu soruya “Hayır” cevabını vermekteyim.
Ülke ve insanını ilgilendiren hayati konularda farklı görüş sahiplerinin ne biliyor ve inanıyorlarsa o konuları herkesin duyacağı biçimde ifade etmesi şarttır.
Tabii, sonunda büyük hayal kırıklıkları yaşatılmak istenmiyorsa…
ABD’den ve bizden örnekler
En bilinen çarpıcı örnek, Soğuk Savaş’ın en soğuk günlerinde Rusya ile Küba konusunda çatışmacı bir ortama giren ABD’de, Beyaz Saray’da oturan John F. Kennedy’nin Miami’nin hemen karşısındaki adaya CIA tarafından eğitilmiş Kübalı isyancıları ülkenin yönetimini devirmek üzere göndermesi sırasında yaşananlardır.
‘Domuzlar Körfezi çıkartması’ olayı…
Kennedy genç yaşında ABD’ye başkan olmayı başarmış bir politikacıydı. Politikanın içinde yaşayan zengin bir aileden geliyordu. Senatör iken Washington’da pek çok gazeteciyle yakın dostluklar edinmişti. ‘Domuzlar Körfezi’ operasyonu sırasında, o dostluklarını, işgal ve darbe başarılı olana kadar konunun duyulmamasını sağlamak için kullandı.
Washington Post’un yayın yönetmeni ve diğer önemli gazetelerin başkent temsilcilerinin bazısı operasyondan haberliydiler, ancak kendilerinden ülke çıkarı için birlik ve beraberlik içerisinde davranmalarını ve yapılanı duyurmamalarını isteyen Kennedy’nin istediği gibi davrandılar.
Okurlarına olacağı duyurmadılar; böylece operasyonun yanlışlığının uzmanlar tarafından belirtilmesini de önlemiş oldular…
Sonuç?
Amerikan siyasi tarihinin en büyük fiyaskosuna dönüştü ‘Domuzlar Körfezi’ operasyonu…
1880’lü yılların sonlarından beri Küba adasının bir bölümünde üssü bulunmasına rağmen, ABD, o yanlış operasyon yüzünden, adayı Sovyetler Birliği’nin kollarına itmiş oldu.
Kennedy’nin fiyasko sonrasında, Post’un yayın yönetmeni Ben Bradley’e “Keşke engellemeseydim de, haber ve yazılarınızla uyarı görevini yapaydınız” pişmanlığını paylaştığı bilinir.
Bir suikastla başkanken hayatını kaybeden Kennedy‘nin öldürülmesinde Küba’ya dönük politikalarının etkisi olduğu hep söylenegelmiştir.
Türkiye, tam iki kez, ABD’nin yaşadığına benzer büyük hatalar işlenmesinden korunmuş oldu.
Rahmetli Turgut Özal Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgali (1990) ve ABD’nin buna bölgeye asker göndererek müdahale etmesini değerlendirmek istemiş ve “Fırsat bu fırsattır” anlayışıyla sınır-ötesi harekat niyetini hayata geçirmeyi arzulamıştı.
Arzusuna ulaşamadı.
Cumhurbaşkanı seçilmesi sonrası boşalan parti genel başkanlığı ve başbakanlık koltuğuna kendi seçtiği Yıldırım Akbulut Irak’a askeri müdahaleye karşıydı ve Genelkurmay başkanı Org. Necip Torumtay da Özal‘ın baskısına boyun eğmek yerine istifa etmeyi yeğledi.
ABD 11 Eylül (2001) uğursuz eylemlerinin arkasında kitle imha silahlarına sahip Saddam Hüseyin’in bulunduğu gerekçelerini kullanarak Irak’ı işgal etmeye karar verdiğinde (2003) AK Parti henüz yeni iktidara gelmişti. ABD Irak macerasında Türkiye’yi ve askerlerini kullanmak istiyordu.
İsteği gerçekleşmedi. TBMM’den ABD ile savaşa ‘red’ kararı çıktı.
Zaten, ABD’nin savaşa girmek için kullandığı “11 Eylül’ün arkasında Saddam’ın olduğu” ve “Irak’ın elinde kitle imha silahları bulunduğu” gerekçelerinin her ikisinin de yalan olduğu her şey olup bittikten sonra ortaya çıkmıştı.
Her iki olayda, dönemde etkin siyasilerin arzularına rağmen, sağlıklı tartışma ortamı bulunması sayesinde farklı görüşler de ifade edilebilmiş ve ülkenin yanlış bir yola girmesi demokratik yoldan engellenebilmişti.
Gerçekler ve yalanlar
İlk kimin ağzından çıktığı tam bilinmese de, “Gerçek henüz postallarını giymeden yalan dünyanın yarısına ulaşmış olur” diye bir söz vardır. Doğrudur. Karışık ortamlar yalanın kolay kabulüne çok açıktır ve bu durumdan kötü niyetliler yararlanır. Sadece bu sebeple bile gerçeklerin herkes tarafından öğrenilmesinin kapılarının sonuna kadar açık tutulması şarttır.
Özellikle de çatışmacı ortamlarda.
Bugün de öyle bir ortam var. Birbiri ardına ilan edilen operasyonlar konusunda farklı görüşlere sahip kanaat önderlerinin varlığı kendisini belli ediyor, ancak o görüşlerin duyulabilmesini sağlayacak bir tartışma ortamı bulunmuyor.
Tam tersine, muhalefet cephesinden gelebilecek itirazları önlemek amacıyla tek seslilik beklentisi dile getiriliyor.
Muhalefet de bu havanın etkisi altında.
Ne kadar yanlış.
Doğru olan her görüşün serbestçe ifade edilmesi ve savaş haliyle ilgili siyasi kararların tartışmacı bir ortamda alınmasıdır.
Hükümetten tek sesliliği değil tartışmacı ortamı teşvik etmesini beklemek hakkımız.