Tehlikeli Yalnızlık (*)

Vahap ÇOŞKUN'UN ANALİZİ; Sorun PKK mi yoksa Kürtler mi?

Tehlikeli Yalnızlık (*)

Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna başlattığı operasyonun üzerinden bir hafta geçti. Ortalık toz duman; birincil ve ikincil aktörler işin rengini kendi açılarından düzeltmek için hamle üzerine hamle yapıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, operasyon ile birlikte “Türkiye’nin 1000 kilometrelik alanı terörden arındırdığını” açıkladı. Ancak askeri olarak bir başarıdan söz edilse de Türkiye diplomasi alanında tek başına kaldı. Sadece Suriye sahasında yer alanlar değil diğer bütün ülkeler de Türkiye’nin operasyonuna karşı çıktı.

Birbirleriyle çetin bir mücadele eden ülkeler bile, Türkiye’nin operasyonuna karşı durmakta birleşti.  ABD, Rusya, Çin, Avrupa Birliği ve Arap Birliği, hepsi tek bir ağızdan, operasyonun yanlışlığını ve kabul edilemezliğini vurguladı. Fransa, İngiltere, Almanya, Norveç, Hollanda, Finlandiya, Çekya, İtalya ve İspanya, operasyon nedeniyle Türkiye’ye silâh satışlarını askıya aldı. Trump, ABD’de yeterli bulunmasa da Türkiye’ye karşı bazı yaptırımları yürürlüğe koydu ve Türkiye’nin operasyona devam etmesi halinde Türkiye ekonomisini çökertecek derecede ağır yaptırımlara başvuracağını açıkladı. Katar dışında Türkiye’ye arka çıkan tek bir Arap ülkesi kalmadı.

Sorun PKK mi yoksa Kürtler mi?

Ankara’nın operasyonu Kürtlere karşı yaptığı algısının dünya kamuoyunda yerleşmesi de diğer bir önemli mesele. Her ne kadar Türkiye operasyonun Kürtlere karşı değil terör örgütlerine karşı yapıldığını söylese de bu argüman dışarıda kimseyi ikna etmiyor. PKK/YPG’nin bir bahane olarak kullanıldığı ve Türkiye’nin asıl gayesinin Suriye’de bir Kürt oluşumunu engellemek olduğu, kabul gören bir düşünce haline geliyor.

Kuşkusuz bu düşünceyi besleyen, kimi tarihi kimi de güncel, bazı hususlar var. Bunlardan özellikle dört tanesinin altı çizilebilir:

  • Erdoğan’ın öteden beri dillendirdiği, “Fırat’ın doğusunda Irak’ın kuzeyindekine benzer bir yapının oluşmasına izin vermeyeceğiz” söylemi;
  • Türkiye’nin 2017’deki Kürdistan referandumunda takındığı tavır;
  • Sürmekte olan operasyonda öne sürülen yapıların kimliği; ve
  • Ankara’nın operasyonun amacını, Türkiye’deki Suriyelileri Kürtlerin yerleşik olduğu topraklara yerleştirmek olarak açıklaması.

Açık bir demografik mühendisliğe işaret eden ve etnik bir karmaşaya yol açması kaçınılmaz olan bu planın tatbik edilebilir olup olmadığı ayrıca tartışılabilir; tartışılmalı da. Ancak operasyonda hedef olarak bunun deklare edilmesi bile, tek başına, Türkiye’nin Suriye’de Kürtler tarafından idare edilen ikinci bir siyasi yapıya tahammül edemediğinin bir karinesi olarak değerlendiriliyor. Dolayısıyla mevcut yolun izlenmesi halinde, Türkiye’nin Kürt karşıtı bir politika izlediği düşüncesini değiştirebilmesi ihtimali giderek zayıflıyor.

Şam’ın kazanımı

Türkiye’nin operasyonu, beklendiği üzere SDG’yi Suriye rejimi daha yakın bir ilişki kurmaya zorladı. Rusya’nın moderatörlüğünde ve Suriye’deki Hmeymim Üssü’nde yapılan görüşmelerde SDG ile Şam anlaşmaya vardı. Rejim güçleri Menbiç’e girdi. İlerleyen günlerde, SDG’nin kontrolündeki diğer yerlerin de rejime geçmesi ve SDG’nin Suriye ordusu ile entegrasyonu gündeme gelecektir.

Erdoğan, rejimin Menbiç’e girmesinin kendileri için bir sorun oluşturmadığını, Kobani’yi çevrelediklerini ama içiyle ciddi manâda ilgilenmediklerini söyledi. Muhtemelen, rejim diğer bölgelere girdiğinde de aynı tavrı gösterecektir. Dolayısıyla operasyonun askeri olarak sınırına dayandığı söylenebilir.

Esed’in Fırat’ın doğusuna ilişkin  iki amacı vardı: ABD’nin oradan çıkması ve SDG’nin kendisiyle anlaşmaya mecbur kalması. Türkiye yaptığı operasyonla Esed’in iki amacının da gerçekleşmesine katkıda bulundu. Rejim, tek bir kurşun sıkmadan kendisi için çok büyük önem taşıyan topraklara geri döndü ve eli zayıflamış SDG karşısında daha güçlü bir pozisyonda masaya oturdu. Orduyla birleşmesi halinde SDG, Suriye üniforması altında Türkiye sınırında konuşlanabilir. Uzun süren iç savaş ile yıpranan, kaynakları tükenen ve asker bulmakta çok büyük güçlükler çeken Suriye ordusu için, bu da çok büyük bir kazanım anlamına gelir.

SDG’nin siyasi meşruiyeti

Beri taraftan Türkiye, SDG’ye siyasi bir meşruiyet de kazandırıyor. Sözü geçen her aktör, Türkiye’ye operasyonu durdurma çağrısının yanında SDG ile aralarında arabuluculuk yapma teklifinde de bulunuyor. Trump, operasyonların durdurulması ve müzakerelerin hemen başlaması için Başkan Yardımcısı Pence, Dışişleri Bakanı Pompeo, Ulusal Güvenlik danışmanı O’Brein ve Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey’den oluşan bir heyeti Ankara’ya gönderiyor.     

Sembolik değeri çok yüksek bir diğer gelişme ise, Trump’ın SDG’nin komutanlarından Mazlum Kobani ile telefonda görüşmesi. Herhalde operasyondan önce ABD Başkanı’nın bir SDG komutanı ile bizzat telefonda görüşeceği kimsenin aklına gelmezdi. Ama Trump hem Kobani ve Erdoğan ile görüştü, hem de bunu kamuoyuyla paylaştı. Böylece, SDG’ye siyaseten Türkiye’nin hiç istemediği ve düşünmediği kadar güçlü bir pozisyon biçti.

Moskova’nın memnuniyeti

Olan bitenin Rusya’yı da memnun ettiği söylenebilir. Moskova’nın kazanımı üç yönlü:

  • ABD’nin Fırat’ın doğusundan çekilmesi ve sadece Suriye’nin güneyinde çok az bir güç bulundurmakla yetinecek olması, Rusya’nın hem Suriye’deki hem de Ortadoğu’daki tesirini artıracak.
  • ABD korumasından mahrum kalan SDG, Rusya’ya daha çok yanaşacak; SDG politikalarında Rus etkisi daha belirginleşecek.
  • AB ve ABD ile ilişkileri bozulan ve çeşitli yaptırımlara uğrayacak olan Türkiye’nin Rusya’ya olan bağımlığı artacak.

Velhasıl Türkiye için operasyonun siyasi ve diplomatik tablosu parlak değil. Gözlerini kapamayanlar için açık gerçekler var:

  • Türkiye’nin Suriye’ye dâhil olmasındaki resmi hedef, Esed rejiminin yıkılmasıydı. Ancak yapılan operasyon Esed’e güç kazandırdı. Suriye’yle savunma ve dışişleri bakanlıkları ile istihbarat organları düzeyinde tam zamanlı bir müzakere sürecine girilmek mecburiyetinde kalındı.
  • Rusya, Türkiye ve bölge üzerinde dengelenmesi güç bir ağırlığa kavuştu.
  • SDG, ABD Başkanı ile direkt temas eden bir aktöre dönüştü.
  • Müttefikleri ile bozuşan Türkiye yalnız kaldı.

İçeride her taraftan pompalan milliyetçilik dalgası ile üzeri örtülmeye çalışılıyor ama bunun tehlikeli bir yalnızlık olduğunu belirtmek lâzım.

 

(*) Kürdistan 24, 16.10.2019 https://www.kurdistan24.net/tr/opinion/c9500f5f-0524-