Tarih: 12.01.2020 16:27

TEHLİKE GEÇTİ Mİ?

Facebook Twitter Linked-in

Şimdilik evet. Görünen o ki ne İran, ne de Amerika savaş istiyor. İkisi de güç tehdidinde bulunmaya, zaman zaman da güç kullanmaya yatkın ama ikisi de topyekûn bir savaşa hevesli değil. İran etkin olmasa da orantısal bir mukabelede bulundu, Amerika da orantısallığı en yetkili ağızlarından kabul edip, askeri tepki vermemeyi tercih etti. Hatta oturup konuşalım, sorunlarımızı çözelim bile dedi.

İran da müzakere seçeneğini dışlamıyor. Nükleer zenginleştirme programını yeniden başlatırken şartlı olduğunu açıklıyor. 2015’te varılan mutabakatın koşullarını ABD yerine getirirse nükleer zenginleştirmeden, yani nükleer silah edinme arzusundan feragat edeceğini söylüyor. AB temkinli fakat hala umutlu, diplomasiye öncelik vermek gereğini vurguluyor. Türkiye de krizin yatışması için temaslar yapıyor, ziyaretler gerçekleştiriyor.

Amerika sanki sokak hareketlerinden, İran’da olabilecek rejim değişikliğinden ümitli gibi. Ekonomik olarak boğarsak, daha fazla yaptırım uygularsak günün birinde işbaşına bize müzahir bir iktidar gelir diye bakıyor. Sorunu zamana yaymak eğiliminde. Bu da kapsamlı bir müdahalede bulunma olasılığını, bölgenin daha da fazla istikrarsızlaşmasına yol açacak savaş ihtimalini azaltıyor.

* * *

Türkiye açısından bakıldığında bunlar olumlu gelişmeler. Enerji fiyatlarındaki artıştan doların değer kazanmasına, Irak’ın parçalanmasından ABD’nin Suriye’deki varlığının kalıcılaşmasına kadar pek çok alanda bizi rahatsız edecek, istemediğimiz bir çatışmanın içine sürüklenme riskini yükseltecek bir savaş şimdilik gündemde değil. Ancak sadece şimdilik. Tırmanma her an, her zaman mümkün.

Kaldı ki gündemde olmayan sadece bildiğimiz, alışkın olduğumuz, kimi zaman deklarasyonuna, kimi zaman ölen insan sayısına bakarak tanımladığımız büyük çaplı savaş. İki ülkenin kara, hava ve deniz kuvvetlerinin çatıştığı cinsten olanı. Küçük çaplı olanı, vekiller, dronlar, troller, siber korsanlar tarafından yapılanı değil. Çünkü o var ve sürecek, iki ülke farklı mecralarda birbirine meydan okuyacak.

Zaten savaş ile barış arasındaki sınır da kalkıyor. Teknolojinin gelişmesi, paradoksal bir şekilde karşılıklı bağımlılığın artmasıyla Hobbes’un metaforik doğa hali daha fazla gerçeklik kazanıyor. Eskiden devletlerin çıkabilecek bir savaşa hazır olmaları beklenirken şimdi her an savaş içinde olduklarını düşünmeleri gerekiyor. Dronlar, siber askerler, zemindeki milisler sınır, kural, aslında hukuk tanımıyor.

Müttefiklik ilişkisinin niteliği de değişti. ABD müttefiki Almanya’ya ya da Türkiye’ye yaptırım uygulayabiliyor. Kurucusu ve koruyucusu olduğu NATO ittifakını yok sayabiliyor. Ya da 1946’dan bu yana fiilen, 1952’den bu yana hukuken müttefiki olan bir ülkenin hasmı olan bir terör örgütünü destekleyebiliyor. Buna karşılık da eskiden hiç akla gelmeyecek şeyler yapılabiliyor. Türkiye gibi bir ülke hava savunmasının ana unsurunu Rusya’dan temin edebiliyor.

Giderek daha çok boyutlu, daha çok değişkenli, daha çok bilinmezli hale gelen bir dünyada yaşıyoruz. Soğuk Savaş’ın parametreleri belliydi, önümüzü görebiliyor, geleceğimizi kestirebiliyorduk. Soğuk Savaş sonrasını, 1990’lı yılları da az çok anladık, okuduk. Her ikisinde de bir düzen, sözde de olsa uyulması beklenen normlar vardı. Artık bunların çoğu bitti, tükendi, anlamını yitirdi.

* * *

Devletler yakın zamana kadar gizli gizli yaptıkları şeyleri artık açıktan yapıyor. Bir devlet diğerini çok üst düzey bir yetkilisini bir başka devletin havaalanında insansız hava aracından attığı füzelerle vurup, yanındakilerle birlikte öldürebiliyor. Dahası görüntülerini paylaşıp, düzenledikleri suikastın ne kadar doğru ve yerinde olduğunu kameralar önünde anlatabiliyor. Kimse de hukuktan, BM Şartındaki egemenlik ilkesinden, Cenevre Sözleşmelerinden söz etmiyor.

Buna karşılık savaş da çıkmıyor. Yeminler ediliyor, intikam alınacağı söyleniyor, izdihamdan insanlar ölüyor, bilerek ya da bilmeyerek yolcu uçağı düşürülüyor ama orantısal mukabele yine egemenlik ihlali yoluyla veriliyor. İran füzeleri Irak’taki Amerikan üslerini vuruyor. Eminim bir takım hukukçular durumdan vazife çıkartıp Grotius’tan bu yana olduğu gibi fiili duruma hukuki kılıf uydurmaya çalışacaklardır. Belki de bu tür kural tanımazlık yakında gelenekselleşerek hukukun parçası haline gelecektir.

Ancak hukukçular ne derse desin Türkiye gibi ülkelerin İran ile Amerika savaşmasa da bu krizden dersler çıkartmaları, değişimi önyargısız okumaları, her alandaki güçlerini arttırmak için çalışmaları, caydırıcılıklarını güçlendirmeleri, cazibelerini arttırmaları, muhataplarını etkilemek için yeni ve yaratıcı yöntemler bulmaları, ileride kendilerine ayak bağı olabilecek sorunlarını çözmek, çözemediklerini de yönetmek için daha fazla çaba harcamaları gerekiyor. Olabildiğince huzurlu bir tatil günü dileğiyle…




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —