Şeyh Abdulfettah el Museddî (1901-1986), geçtiğimiz yüzyılda Suriye’nin Humus şehrinde yetişmiş en önemli âlimlerdendi. Osmanlı İmparatorluğu yönetiminden Fransız mandasına geçiş sürecinin sancısını çekmiş bir ulemâ kuşağına mensup olan Museddî, akranlarıyla birlikte toplumun ilmî ve ahlakî yönden terakkisine çalışmıştı. Hanefî fakihi, imam-hatip ve eğitimci yönüyle Humus’un önde gelen şahsiyetlerinden birine dönüşen Museddî, 1960’tan ömrünün son yıllarına kadar Hâlid bin Velîd Camii bünyesindeki İslâmî ilimler eğitimi veren enstitünün müdürlüğünü üstlenmişti. Şeyh Museddî’nin yetiştirdiği sayısız talebe arasında, kendi oğlu Muhammed Yâsir de vardı.
Muhammed Yâsir el Museddî, 1951’de Humus’ta dünyaya geldi. Babasının ilmî kimliğine rağmen, mensup olduğu Museddî ailesinin ecdadı el sanatlarıyla ve ticaretle meşhurdu. Ailenin künyesi de, dokumacılık ve terzilik mesleğine işaret ediyordu. Şeyh Abdulfettâh ve oğlu Muhammed Yâsir, aile içinde farklı bir gelenek başlatmışlardı.
İlk gençlik yılları Suriye’de Baas iktidarının başlangıcına tesadüf eden Muhammed Yâsir el Museddî, 1976’da Kahire’deki Ezher Üniversitesi’nden İslâmî ilimler diploması aldı. Mezuniyetinin ardından ülkesine dönerek Humus ve çevresindeki okullarda öğretmenlik yapmaya başlayan Şeyh Muhammed Yâsir, Suriye’de Baas rejiminin Müslüman Kardeşler Teşkilâtı ve diğer İslâmî hareketlerle olan mücadelesinin yoğunlaştığı bir dönemde göreve atılmıştı. Öğretmenliğin yanında Humus’un camilerinde cuma hutbelerine de çıkan Şeyh Yâsir, siyasî duruşu ve yaptığı konuşmalar sebebiyle zaman zaman rejim tarafından taciz ediliyordu. Gidişatın hayırlı olmadığı sezen Şeyh, 1980’de Suriye’den ayrılarak Suudi Arabistan’a geçti. Cidde’de imam-hatiplik ve müderrislik vazifelerinde bulunurken, 1987’de Pakistan’ın Lahor kentindeki Pencap Üniversitesi’nde yüksek lisansını tamamladı; 1996’da da Sudan’da fıkıh doktorasını bitirdi.
Uzun yıllarını gurbette, ilim yolunda ve mücadele içinde geçiren Şeyh Muhammed Yâsir el Museddî, 2011’de Suriye’de halk ayaklanması başladığında Baas rejiminin kendi vatandaşlarına reva gördüğü muameleyi yüksek sesle kınayanlar arasındaydı. Barışçıl gösterileri kurşunla susturmaya çalışan rejimin provokasyonları sonucu, halk ayaklanması bir iç savaşa dönüştüğünde, Şeyh Museddî ve arkadaşları Suriye meselesini İslâm dünyasının gündeminde tutabilmek ve bir çözüm yolu bulunmasına gayret için ellerinden geleni yaptılar. 2014’te Şeyh Usâme Rifâî’nin başkanlığında İstanbul’da kurulan “Suriye İslâm Konseyi”nin yönetim kurulunda yer alan Şeyh Muhammed Yâsir, konseyin genel sekreterliğini de üstlendi. Bir yandan İstanbul başta olmak üzere Suriyeli mültecilerin yaşadığı her şehre giderek eğitim çalışmalarını sürdüren Şeyh, diğer yandan uluslararası siyasî gündemi de yakından takip ederek, Suriye konusunda atılacak adımlarla ilgileniyordu.
26 Ocak 2017 akşamı, Katar’ın başkenti Doha’da, Suriye İslâm Konseyi tarafından bir toplantı tertip edilmişti. Konu, Suriye’nin çeşitli yerlerinde Baas rejimi ve İran tarafından gerçekleştirilen demografik dönüşümlerdi. O tarih itibariyle, Rusya’nın ağırlığını koymasıyla sahada rejim avantajlı konuma geçmiş, bunun sonucunda da kuzeydeki Halep ve güneydeki Der’a gibi şehirlerde Şiîlerin iskânına başlanmıştı. Terk edilmiş ev ve iş yerleri yeni sahiplerini bulurken, bu düzenlemenin Suriye’nin dinî ve mezhebî kimliğini tamamen değiştirmeye yönelik stratejik bir adım olduğu belliydi. Suriyeli âlimler ve aktivistler, Doha’da bu gündemi tartışıyordu.
Toplantının bir yerinde, Şeyh Muhammed Yâsir el Museddî de söz aldı. “Ulemâ olarak biz elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Eksiklerimiz çok, ama gayretlerimiz de devam ediyor…” minvalinde konuşmasını sürdüren Şeyh, tam 2 dakika 10 saniye sonra aniden sustu. Başı yan tarafına düştü. Salondakilerin şaşkın bakışları arasında, Museddî son nefesini veriyordu. Yarıdan fazlası gurbette geçmiş bir ömür, yaşandığı gibi bitiyordu.
Bugün Şeyh Muhammed Yâsir’i hatırlamamın ve hatırlatmamın bir sebebi var:
Suriye rejimi “Halep dosyası”nı halledip rafa kaldırdı, ama Der’a’daki düğümü henüz çözemedi. Yeniden başlayan çatışmaların ardından, şehir yaklaşık 80 gündür ağır bir kuşatma altında. İran yönetiminin, kalan 50 binlik yerli nüfusun tamamının tehcir edilmesi yönünde Şam’a telkinde bulunduğu biliniyor. 2011’deki olayların başlangıç noktası olan Der’a, şüphesiz bu anlamda sembolik bir öneme sahip.
Suriye’deki savaşın en keskin sonuçlarından biri, ülkenin yüzyıllardan bu yana taşıdığı dinî ve mezhebî kimliğin temelli değiştirilmesi istikametindeki yoğun çalışmalar. Esas soru da şu: Acaba, İslâm dünyası bunun ne kadar farkında?