Süleyman Seyfi Öğün yazdı;
Alev Alatlı son zamanlarda savaş târihinin dönüşümlerine dikkât çekiyor. Fetihçi savaşlardan Soğuk Savaş’a; oradan da “tecritçi” olarak nitelendirdiği yeni bir savaş çeşidine geçişler olduğunu vurguluyor.
Yeni savaş çeşidi olarak “tecritçi” savaş top ve tüfekle yapılmıyor. Hedef alınan ulus devletler dünyâ kamuoyunun gözünde “günahları üzerinden” ifşâ ediliyor. İkinci olarak mahkûm ediliyor, gözden düşürülüyor, ilişkisizleştiriliyor ve yalnızlaştırılıyor. Nihâî aşamada ise ağır yaptırımlar devreye sokuluyor. Bunlar daha çok, mal ve hizmet dolaşımını kısan, sermâye akışını engelleyen, ağır ambargolarla işleyen ekonomik hamleler. Beklenen ise hedefe konulan iktidârların, bilhassa güçlü liderlerin tasfiye edilmesi. Yerine gelecek olanlar ise, kulak memesi kıvamına getirilmiş olan, dünyâyla yeniden entegrasyon programlarını hayâta geçirmesi istenen, yâni patronlarının sözünden çıkmayacak olan “demokratik” lider ve kadrolar..
Şimdi, “canım Soğuk Savaş devrinde de bu tarz söylemler devrede değil miydi?” denilebilir. Hemen cevâp verelim; pek de öyle değil. Evet Soğuk Savaş devrinde ideolojik bir savaş mevcuttu. “Hür Batı” rolünü oynayan devletler Sovyet Bloku’nu “kitleleri baskıya idâre eden rejimler” olarak târif ediyor ve bu noktadan hareketle çeşitli kampanyalar yürütüyordu. Lâkin bu suçlamalara karşı Sosyalist Kamp’ın da söyleyecekleri vardı. Onlar da Batı’yı “hürriyet” perdesi ile gizledikleri “kapitalist-emperyalist günahlarıyla” teşhir ediyor ve karşıt kampanyalar geliştiriyorlardı. Buna ilâveten, Sovyet Bloku içinde yer alan “Hür Dünyâ“ taraftarları; buna mukabil de Batı Bloku içinde yer alan güçlü Komünist Partileri mevcuttu. Hâsılı, güçlerden birisinin yekdiğerini tecrit edebilecekleri bir durum mevcût değildi. Mücâdele başabaş devâm ediyordu.
Soğuk Savaş sonrasında, “sosyalist olmak, kapitalist olmak” gibi ikilikler tekmil tasfiye edildi. Küreselleşme denilen süreçte kapitalizm tek dünyâ sistemi olarak kabûl gördü. Hoş, defâlarca işâret ettiğim gibi bu her zaman böyleydi. Soğuk Savaş bize tek olan bir varlığı “çift görme” gibi bir bulanıklık bahşetmişti. Sosyalist Kamp zannettiğimiz dünyâ, kapitalizmin bir çeşitlemesi olan devlet kapitalizminden başka bir şey değildi. Soğuk Savaş bitince görüşümüz en azından düzeldi. Ama kapitalist sistem tekillik üzerinden bir dünyâ işbölümü kuramazdı. Âcilen bir düşman bulunmalıydı. Uygarlık Çatışması tezleri, “İslâmcı terör” üzerinden yükselen İslâm karşıtlığı, Soğuk Savaş devrinde “düşman” olan Sovyet tehdit ve tehlikesinin yerini aldı. Doğrusu ben de hayli bir uzun zaman boyunca, bunun sistemin bir zaafını oluşturduğuna hükmeden değerlendirmelerin yanında yer aldım. İran, kapasite olarak hiçbir zaman Sovyetler’in yerini dolduramıyordu. İslâmî terör kaynakları olarak işâret edilen yapıların varlığı ise “bir düşmân edinme “sürecini bulanıklaştıran gelişimler gibi geliyordu bana. Artık sermâyenin yeni çekim merkezi olan ve orak-çekiçli bayraklarının altında kapitalizmin âdeta dibini bulan Çin’e ne diyecekler ki diye düşünüyordum. Artık o kanaâtte olmadığımı îtiraf etmeliyim. Bunun, çâresizlikten kaynaklanan, alelacele yapılan zaaflı bir iş olmaktan ziyâde bilinçli bir tercih olduğunu ve ince bir mühendislik üzerinden yürütüldüğünü artık görebiliyorum.
Ne bekliyorduk ki? Asır bir belirsizlik asrıydı. Klâsik mühendislik gerilemiş ve belirsizlik sosyolojisi ile berâber bir belirsizlik mühendisliği yükselmekteydi. Belirsizlik bir dezavantaj değil, tam aksine bir fırsat, hattâ avantaj olmaz mıydı? Evet, sorulması gereken sorular bunlardı. ABD’nin Çin’i veyâ Rusya’yı neler ile suçladığına bir bakmak tabloyu net olarak ortaya koyuyor. Çin’e doğrultulan suçlamaların en başta geleni “endüstri ve teknoloji hırsızlığı”. “Otokratik olmak” buna âdeta sos döküyor. Rusya mevzubahis olunca Çin’deki sos bizzât yemeğin kendisi oluyor. Putin “Yeni Çar” olarak târif ediliyor. Çin liderine “hırsız” diyenler, Putin’e “kâtil” diyor. “Yeni Osmanlı” “Saray sâhibi” Erdoğan’a gelindiğinde ise günah hânesi kabarıyor. Hırsız, despot ve İslâmcı radikal suçlamaları peşi sıra yükseliyor. Düşmanlıklar eskiyince işlev görmez hâle geliyor. İran bu sebeple devreden çıkarılıyor. Türkiye hızla bir zamanlar İran’ın yerine konuluyor.
Artık elimizde bir günah cetveli var. Bu cetvelde “otokratik olmak”, dinsel obskürantizm” ,”çevre duyarsızlığı” ,“hırsızlık”, “cinsiyet ayırımcılığı”, ”kara para aklamaları”, “narko ağda yer almak”, ”çocuk istismârı”, bunun da son halkası olarak “çocuk asker kullanmak” gibi temel başlıklar var. ABD’nin bu cetveli çalıştırarak yapmak istediği bir tecrit savaşını yürütmek. Bu açık. Tecrit savaşını karşılamanın yolu ise bu suçlamaları yok saymak değil. Kararlı bir şekilde bu cetveli etkinsizleştirecek adımları atmak. Daha genel olarak ifâde edecek olursam, bu saldırıları karşılamak için gerekli kurumsal ve ekonomik tâzelenmeyi sağlamak. Suçlamaları yapanlarının elini boşaltmak.. Tabiî ki sonuna kadar direnmek.. Bu savaşın acıması yok çünkü…