I-
Başlık, “Tarkan Konseri ya da...” olacaktı ve Turgut Özal’dan bu yana değişen “kurtuluş kutlamaları”nın, belleğe bir katkı olarak değil, eğlence rüzgârı eşliğinde tarihi unutturma hamlesi olarak düzenlenişine dair yazacaktım. Konser yazacak iken miting yazmış bulundum. Haliyle farkında olmadan yazdığım miting kelimesi bana bambaşka bir izlek açtı.
Farkında olmadan zihnimde meydana gelmiş olan konser-miting değişimi üzerine düşündüm ve günlerdir sosyal medyadan takip ettiğim Tarkan konseri üzerinden “yeni düşman inşa etme gayreti”ni yazının bel kemiği yapmaya karar verdim.
İzmir Büyük Şehir Belediye Başkanı, İzmir’in kurtuluşun 100. yıl dönümünde; sanki İzmir işgal edilmemiş gibi Yunanların Manisa ve İzmir çevresini yakıp yıktığını hiç dile getirmeden, kadınların ve çocukların hunharca öldürülüşüne hiçbir göndermede bulunmadan, Yunan askerlerinin İngiliz himayesinde Ege’de cirit atmasına hiç atıfta bulunmadan, biz ve onlar söyleminde ONLAR hanesine, Türkiye’yi işgal edenleri değil, şehit ve gazi torunlarını, BURADA olanları, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarını yerleştirdi. 100 yıl önce emperyalistlere karşı verilmiş mücadeleyi parantez içine alarak işgal güçlerinin torunlarına “mega star” aracılığı ile selam gönderip pop Kemalizm için resmi açılış töreni yapmış oldu.
II-
Zihin sürçmeleri, dil sürçmeleri üzerinde uzun uzun düşünmek gibi bir alışkanlığım var. Konser yerine miting yazmama yol açan zihinsel sürçme üzerinde fikrimi yorarken iki muhtemel sebep bulabildim düşünce silsilemin koridorlarında.
Birincisi, hükümet karşıtlarının “eğlenmek için eğlenmek” amacıyla değil de, İzmir’in Kurtuluşunu kutlama etiketi altında muhalefetin gövde gösterisine katkı sunmak üzere meydanı doldurması. Muhaliflerin, iki milyon kişinin katıldığı konseri CHP’nin iktidarı gönderme provası olarak sunup “Gittiklerinde daha çok eğleneceğiz” propagandasını yapması, konseri konser boyutundan çıkarıp miting olarak hafızaya yerleştirdi.
Ekonomik sıkıntının her geçen gün arttığı, insanların üç yıl öncesine göre alım güçlerinin bir hayli düştüğü Türkiye gerçeğinde, insanlar günlük eğlencelerden ziyade daha müreffeh bir yarın vaadi bekliyor. Yakın tarih bu vaatlerin pek gerçekleşemediğini, seçmenlere ateşin bir tecrübe ile göstermiş olsa da, insanlar umutları ile yarına tutunur ve bu umudun beslenmesi için siyasilerin tedbir alıp teklif sunması, sunduğu teklifleri anlaşılır içeriklerle kitleye ulaştırması beklenir. “İktidar gidince daha çok eğleneceğiz” söylemi, ancak orta üst sınıf için bir mutlu gelecek beklentisi inşa edebilir.
Konser yerine miting yazmış olmam, muhtemelen “Tarkan Mitingi”nin olduğu hafta Halide Edip Adıvar’ın 1922 yılında İkdam gazetesinde tefrika olarak yayınladığı Ateşten Gömlek romanını sesli kitap olarak dinlemem ile alakalı olmalı.
Karantina Günleri’nden bu yana ilk gençlik yıllarında okuduğum klasikleri, özellikle de Türk klasiklerini sesli kitap olarak dinliyorum ve metnin edebî değerinden ziyade sosyoloji için, sosyal tarih için katkı sunan sahnelerine odaklanıyorum.
Ateşten Gömlek romanı pek çok ilki bünyesinde barındıran bir roman. Kurtuluş Savaşı’nı anlatan, dönemin atmosferini tasvir eden ilk roman. Yayınlandıktan bir yıl sonra Muhsin Ertuğrul tarafından beyaz perdeye aktarılıyor. Halide Edip romanının filme çekilmesini tek şartla kabul ediyor. Senaryodaki Türk kadınlarını canlandıracak artistlerin de Türk olması. Nitekim Bediha Muvahhit (1896-1994), İzmir Kızı Ayşe karakteri ile Müslüman ilk kadın oyuncu unvanını alıyor.
Ateşten Gömlek başka bir yazarın isim hakkını borç almış bir roman aynı zamanda. Halide Edip, Yakup Kadri ile sohbet ederken Yakup Kadri Ateşten Gömlek adında bir roman yazacağını söyler. “Ateşten Gömlek” ismi tanık oldukları zamanı anlatan çarpıcı bir isim olarak Halide Edip’i sarsar ve “Ben de bir Ateşten Gömlek” yazacağım der.
Yakup Kadri Halide Edib’in cümlesini yarı şaka yarı ciddi “Yapmayınız, başka bir roman ismi yok mu?” der.
Halide Edip Ateşten Gömlek’i 1922 yılanda Haziran-Ağustos ayları arasında önce İkdam gazetesinde tefrika eder, ardından kitap olarak yayınlar. Yayınlarken Yakup Kadri’ye isim için teşekkür etmeyi ve aynı zamanda af dilemeyi de ihmal etmez:
“Size de bu kadar Anadolu’ya yakışan ve kendi başına bir şaheser olan isim için teşekkür etmek ve sizden af dilemek isterim, Yakup Kadri Bey! İsmin kudreti eserden kavi olması benim kabahatim değildir.
Benim “Ateşten Gömlek”i eğer zaman söndürüp bir tarafa atmazsa Türk romanları arasında iki tane “Ateşten Gömlek” olacak. Belki elli yıl sonra bir kütüphane rafına yan yana oturacak (kitaptaki imlayı korudum. F.B.) olan bu iki kitap Hans Andersen’in masallarındaki gibi belki dile gelir, birbirine geçmiş günleri söylerler. Kim bilir o uzak gelecekte Türk gençliğinin sırtındaki “Ateşten Gömlek” ne kadar bizimkilerden başka olacaktır.”
Romanı için düşündüğü ismi Halide Edib’e kaptırmış olmak Yakup Kadri’nin canını bir hayli sıkmış olmalı. Türk edebiyatında ikinci bir Ateşten Gömlek romanı yayınlanmadı.
Ateşten Gömlek üzerine geçen konuşmayı bir de Yakup Kadri’nin kaleminden okumak dönemin ruhunu anlamak açısından bize pek çok sahne sunacaktır. Halide Edip’in ölümü üzerine Milliyet gazetesinde 12.01.1964 yılında yayınladığı “Büyük Dostum Halide Edip” adlı yazısında Yakup Kadri şöyle diyor:
“Milli Mücadele devrinde Ankara’da, Kalaba köyünün bir çiftlik binasında olsun, harb cephesinde Polatlı’nın han odalarında bir arada geçirdiğimiz uzun zamanlar boyunca Kurtuluş Savaşının tozundan dumanından baş alıp da edebiyat ve san’attan bahsetmek fırsatını bulamadık.
Yalnız Sakarya Meydan Muharebesi kazanıldıktan sonra Garp Cephesi Karargâhının Sivrihisar kasabasına nakletmesi üzerine rahat sayılabilecek bir yaşama şartına kavuştuğumuz günlerin birinde Halide Edip bana milli mücadele romanı yazmak niyetinde olup olmadığımı sormuş, ben de ona “Evet” demiştim. Hattâ şimdiden adını bile koymuş bulunuyorum: “Ateşten Gömlek”. Bu ad Halide Edib’in o kadar hoşuna gitmişti ki “Ya siz bir roman yazmayacak mısınız?” diye sorduğum zaman “Yazmak isterim fakat Ateşten Gömlek başlığını bana verirseniz” demişti. Bunun üzerinedir ki zaferden sonra o “Ateşten Gömlek” ben de “Ankara” ile “Yaban” romanlarını yazmıştık.”
Yakup Kadri Yaban’ı 1932’de, Ankara’yı 1934’te yayımladı, yani zafer kazanıldıktan sonra. Oysa Ateşten Gömlek tam da işgal kuvvetleri tayyarelerle İstanbul’u bombalarken yazıldı.
Yıllar sonra Ateşten Gömlek’i dinlerken, dinlemeyi bıraktım, tekrar kitabın sayfalarına döndüm. İşgal İstanbul’unda İngilizlerin tayyarelerle İstanbul’u bombaladığı niye zihnimde kayıtlı kalmamıştı!
Oysa işgal kuvvetlerinin İstanbul halkına ettiği zulüm, Şişli sosyetesinin kadınlarının işgal subaylarına yaranma sahneleri, balolar hepsi zihnimde kayıtlı idi.
Yazı uzun oldu, gözden kaçabilir. Ezcümle şunu söylüyorum: Ateşten Gömlek hala sırtımızda, ama eğer hedefleri, yakıcı geçmişin üzerine basarak bir pop-Türk kimliği inşa etmek değilse Yunan işgalinden kurtuluşun 100. yılını Tarkan konseri ile geçiştirmek CHP belediyeciliğine yakışmadı.
Meraklısı için notlar:
Ateşten Gömlek romanını yayımlanışının 100. yılında muhakkak okuyun derim.
Ateşten Gömlek’i sesli kitap olarak da dinleyebilirsiniz. Okumaya vakit bulamayanlar için iş yaparken, yürürken, yolculuk yaparken sesli kitap dinlemek şifa gibi.
1987 yılında TRT’de dört bölüm olarak yayınlanmış Ateşten Günler dizisini ailecek seyretmenizi de tavsiye ederim. Ateşten Günler, Ateşten Gömlek romanından uyarlanmış, her bölümü yaklaşık 1 saat süren bir dizi.