Ekopolitik Düşünce Merkezi’nin Kurucusu Tarık Çelenk “Yabancı destek polemiği yürütenlerin samimiyet sorunlarını fark edemeyecek bir toplumsal hamaset girdabının içinde bulunmaktayız” diyor.
Geçenlerde Medyascope YouTube kanalının ABD’li Jensen ailesinin kurduğu Chrest Fondation isimli vakıftan 5 yıldan bu yana aldığı destek, polemik açlığına duçar sosyal medyamızın gündemindeydi.
Medyascope’un künyesinde 5 yıldır yazılı olan bu yabancı sponsor listesi, ilgili vakfın Türkiye STK desteği listesine göz atan kamuoyunda ulusalcı çizgide kabul edilen maruf bir haber grubu tarafından 5 yıl sonra gündeme getirildi.
Tartışmalar beni 90’lı yılların renkli devrimlerine kadar götürdü. Bir uç örnek olarak, aklıma bizim muhafazakâr mahallenin şivesiyle “Saros” veya Açık Toplum vakfının sponsoru Macar Yahudi’si George Soros geldi. Açık Toplum Vakfı o yıllarda kendi liberal değerlerini savunan ve değişimi örgütleyeceğine güvendiği STK’lara ciddi fonlar aktarırdı. Ukrayna, Macaristan, Balkanlar ve hatta Rusya’da sonradan başarısız olan “Renkli devrimler” denilen toplumsal hareketlerde Soros’un sponsorluğunun etkisini görebilmekteydik.
Ciddi bir akademik kariyeri olan ve hocası Karl Popper’in felsefesinden de etkilenen Soros, bizim mahallede bölücülüğün başı ve ulus devlet düşmanı olarak kabul edilirdi. Ancak aksine, bu durumu kamu için açıktan eleştirmek zorunda kalan bazı siyasetçilerimiz dahi, bazen kendisinin gücünü ve kendisiyle iletişim içinde bulunmayı da önemserlerdi.
Aslına bakarsanız bundan yaklaşık 220 yıl önce ise püriten hayır-sever ve aynı zamanda “Amerikan Misyoner Toplumu” üyesi Christopher Rheilander Robert’in ve takipçilerinin de George Soros’tan fonksiyonel pek farkları yoktu. Bunlar için “Misyon” ve “değerler” belki de imanın bir parçasıydı.
Değişim veya dönüşüm için fedakârlık yapmak, adanmışlık önemli bir motivasyon kaynağı idi. Bizdeki vakıf insanlığı karşılığı her ne kadar İngilizcede philanthropy- sponsorship ise de uygulama ve anlayışta, özellikle sağ mahallede bu pek öyle değildir diyebiliriz. Kim bilir belki de yerli milli tavır ve yabancı destekle ihanet tartışmalarımızın içinde de uygulama ve kavramda olan bu çelişkiler yatmakta.
Yıllar önce İlahiyat mezunu doktora sonrası için İngiltere’ye giden bir arkadaşıma 2 yıl boyunca sponsorluk-burs veren yaşlı Hristiyan İngiliz bayanı o zamanlar anlamakta zorlanmıştım. Sonradan İngiltere’de ekonomik durumu yerinde birçok yaşlı insanın güvendiği kriterleri ölçüsünde farklı kimliklere burs verebildiğini öğrenmiştim.
Batı’daki çağdaş söz konusu vakıfların sponsorluk destekleri, kendi değerlerinin kriterleri ölçüsünde muhtelif konulardadır. Kitap bastırmak isteyenlerden, evlenme yardımlarına, çatışma çözümlerine kadar değişkendir. Zaman zaman bu vakıflar kendi devletlerinin ilgili bakanlıkları ve AB fonlarıyla da içli çalışmaktadırlar. Medyascope örneğinden gidersek de başvursalar dahi Jensen ailesinin Chrest Foundation’ın gelip de Türkiye’de bir cemaat vakfını veya ulusalcı bir yapıyı desteklemesini de vakfın değerleri açısından bekleyemeyiz.
Ülkemizde benzer sistemle çalışan Katar veya İslam Kalkınma Bankası fonlarının desteği ile de birtakım STK projeleri veya haber-yorum siteleri de faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Bizim zengin mütedeyyinlerimiz ise genelde bırakın farklı dinden olmayı 5 vakit namaz kılmak ve aynı hoca efendiden manevi ders almak kriterini bile burs-sponsorluk için koyabilmekteler. Bu anlamda Ekopolitik’e sponsorluk yapan merhum Tivnikli’nin “ Ben Ekopolitik desteği için Allah’tan ne bu dünyada ne de öteki tarafta bir beklenti içinde değilim” sözü hiç aklımdan çıkmamakta. Gönül, Bağdat’taki Beytül hikme veya Endülüs Kurtuba filozoflarını ve Grek çevirilerini koşulsuz destekleyen bağımsız prensler gibi bizim de helal kazançlı mütedeyyinlerimizin olabilmesini istemekte.
Tüccar ve esnaf muhafazakarlığı öteki dünya için de ticaret yapmak istiyor. İmam Hatip veya medrese misalini karlı görüyor. Düşünce kuruluşları veya felsefe ise onlar için biraz uzak konular. Taşrada ticaret elle tutulabilir boyutlarda sürmekte. Belki tüccarlıktan global nitelikte iş adamlığına mütedeyyin zenginlerimiz terfi edebilseler, öteki dünyanın da anlaşılmasına yönelik bir soyuta ve felsefeye ihtiyaç olduğunu bu tip alanların da desteklenmesi gerektiğini görebileceklerdir.
Ekopolitik Türk sağının öteki ile en özgün başarılı bir ilişkiyi kurabildiği yegâne bir kurum idi. Ancak Abdullah beyin desteği dışında mahalle içinde sürdürülebilir bir finans modeli bulması imkansızdı. Teklif edilen Hollanda fonunu şiddetle reddetmiştim. AB fonlarına soğuk bakmıştım. Sonradan AB fonlarında bizim de katkımız olduğunu öğrenince pişman olmuştum. Ekopolitik bu tip nedenlerle sürdürülemedi.
Akil insanlar çalışmaları esnasında TOBB başkanı Rıfat bey ile hukukumuz oluşmuştu. TOBB’un sınırsız imkanları vardı. Türkiye ve Ortadoğu’yu kapsayacak çatışma çözüm veya diyalog merkezi önermiştim. Bunun mükemmelini yapacak alt yapıya sahiptik. Rıfat beye birkaç defa sunu yaptım. Tek şartı başbakanlardan (o dönemde değişim olmuştu) uygun onayı ve tensiplerini almam olmuştu. Maalesef o onay hiçbir zaman denk getirilemedi.
Bugün Kürt sorunu gibi ülkemizin en tarihsel sorunları hakkında yerli ve milli tabirle bir STK veya platformu destekleyebilecek mütedeyyin sponsor bulamazsınız. Buna devlet destekli çözüm süreci de dahildi. Bu alanda mevcut olan birkaç liberal STK’da hala AB veya ilgili dış yasal fonlarla projelerini sürdürebilmektedir.
Emperyal ve Anayasal geçmişi olan bizim gibi bir ülke için kontrol ve denge kurumları olan STK’lar düşünce ve özgür medya kuruluşları elzemdir. Bu tip kuruluşlara iktidar ve muhalefetinde ayrı ayrı ihtiyaçları vardır. Bu kuruluşların tercihan yerli ancak otonom finans modellerinin olamayışı bizim ülkenin tarihsel bir gerçeğidir.