1989´da gerçekleşen Berlin Duvarı´nın yıkılışına bağlı olarak Sovyetler’in çöküşü ve onun peyki olan sosyalist cumhuriyetlerin birer birer yıkılışı sonucu, dünyanın tek kutupluluğa döneceği artık önemli bir şekilde öngörülüyordu. Devam eden süreç, daha da belirginleşerek tek kutuplu bir dünya gerçeğini artık gelip bizlere dayatmıştı. Duvarın yıkılışı, bir nevi kelebek etkisi yapmış ve on yıllar içerisinde oluşan yapılar domino taşları gibi yıkılıp yerle yeksan olmuşlardı…
89´dan 91´e geldiğimizde, baba Buşh küresel kapitalist dünyanın selameti(!) adına, aldığı emirler ve elde tuttuğu güç muvacehesinde, aslında olmayan bir takım olguları, olayları bahane ederek Irak´ı işgal etmişti. Onun da gerekçesi, Saddam yönetiminde Irak´ın Kuvveyt´i işgal bahanesi idi. Ki bu da tutmuştu; gerekçeler, hakikatmiş gibi ele alınan bahaneler ve yerel ve küresel ölçekte oluşturulan algılar sonucu Irak işgal edilmiş, koca bir coğrafya parçalanmaya başlanmış, ABD artık komşumuz olmuştu.
İşte bu işgal döneminde, tıpkı 91 işgali sürecinde, ABD ile birlikte hareket ederek, sözde “bir koyup yirmi almak” gibi gayet masumane davranış sergileyen dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal´ın işgalci ile birlikte dost ve kardeş bir ülkeye asker gönderme sevdasına benzer bir şekilde, dönemin AK Parti iktidarının karar vericilerinin de istediği, ama o dönem AK Parti içerisinde bulunan ve önemli bir kısmı İslamcı çizgiden gelen milletvekillerinin tezkereye red oyu vermeleri sonucu tezkere meclisten geçmemişti.
Bu konuda, tezkereye red oyu veren milletvekillerinin kararları etkilemek adına, sol cenahtan birçok kuruluş, dernek ve çevre ile birlikte, İslamcı cenahtan da mütekabiliyet esası mucibince olaya el koyan Müslümanların hep birlikte KÜRESEL BAK(küresel Barış ve Adalet Platformu) çatısı altında ülke çapında eylemler düzenlenmişti.
Bu eylemlerden birisi, en önemlisi ve sonuca bakıldığında işgalci gücün payandası olmadığımızın resmi olan ve 1 Mart 2003 günü Ankara´da yapılan red eylemi idi?
O günden bugüne, mevcut iktidarın giderek otoriterleşmediği bir vasatta, ülkenin geleceği açısından birlikte eylem pratiği ortaya koymaya çalışan İslamcı ve sol grupların tezkereye red oyu vermeleri, zamanla oluşan durumlardan dolayı birtakım avantaj ve dezavantajda oluşturmuştu.
Red oyu verilmiş, Türkiye emperyalist bir gücün payandası hükmüne düşmemiş, akıtılan kana ortak olmamıştı.
Bunun yanında ABD Türkiye´de tezkereye sıcak bakan karar vericilerin acziyetlerini görmüş, bunu kabul edememişti, ama örgütlü muhalefetin de gücünü görmüş oldu. Her ne kadar kendisine yönelik muhalefeti demokratik çerçevede bulmuş olsa da, böyle bir demokrasinin, kendi çıkarlarını zedeleyen muhalifliğin hiç de iyi bir şey olmadığını düşünüyor olmalıydı!
O günden bugüne, ABD´de yaklaşık dört yılda bir başkanlık seçimi oldu. Başkanlar değişti.
Baba Buşh´tan sonra birkaç başkan iktidara geldi. Bunlardan sözde, ´Afrika kökenlidir´ diye ezilen halkların dostu olduğu, olacağı öngörülen Barack Obama döneminde de işgal hız kesmemişti.
Şimdi dahi, birçok ülkede olduğu üzere, Irak ile birlikte Suriye´de bu işgal sürecine katılmış oldu. Bir önceki başkanları Trump´ın, sözde Amerika için yerleşik olan düzene karşı çıktığı savlanan hareketleri ile ilgili olarak yapılan/yapılacak olan tahlillere bakıldığında, işgal bir kadermiş gibi algılanmaya başlanmıştı.
1 Mart tezkeresinin reddi aslında, ülkenin Irak´ta ve birçok bölgede akıtılan kana ortak olmaması gibi elimizde haklı bir gerekçe olduğu halde, bir açıdan “bir koyup yirmi alınmadı/alınamadı” gibi afaki gerekçelerle red oyuna karşı çıkışların o günden bugüne birçok çevre tarafından eleştiri konusu yapıla gelmektedir.
Tezkere kabul edilse imiş, biz bölgede hem güçlü bir konumda olacakmışız, Arap baharı sonrasında Suriye üzerinden bir beka sorunu yaşamayacaktık” türü söylemler, analizler gırla gitmekte?
Bizce o tezkereye red oyu vermek, ülke ve toplum olarak -o da emperyalistin bize sunacağı bir parça ulufe olacaktı- bugün “güçler tarafından” birçok sıkıntı ve kontrollü eziyetler çekiyor olsak da, dönemin İslamcılarının, solcuların ve tabiî ki de halkın inisiyatifi sonucu işgale ortak olmamış, akıtılan kana ortak olmamış, mazlumların döktükleri gözyaşlarına sebep olmamış ve en önemlisi de bu toplumun, sözde ali çıkarlar uğruna emperyalistleşmek istemediğini görüyor ve şahit oluyorduk!
O gün şartlar onları gerektirmişti. Bugün böyle bir tezkere tekrardan oylanması için gündeme gelecek olsa, mevcut iktidar, onun taraftarı olan muhafazakâr bir kitle, ona, yine emperyalizme ve emperyalistleşmeye karşı çıkacağını umduğumuz muhalefet gelinen süreçte ne yapardı? Bu da üzerinde düşünülmesi gereken bir konu idi? Kısacası 1 Mart 2003´de red oyu verilmiş, dönemin iktidarının yanlış yapması önlenmişti; alacağımız düşünülen paylara rağmen.
Kaynak: Farklı Bakış