Tarih: 30.03.2019 07:29

Tarihselcilik hisselerimi devrediyorum

Facebook Twitter Linked-in

Son aylarda özellikle ismimiz etrafında yürütülen Kur´an ve tarihselcilik konulu tartışmalara, Karar gazetesinin ?Görüşler´ sayfasında birkaç makale yayımlayarak iştirak eden ve bu makalelerin ilkinde hem tarihselciliği ulvi bir dava gibi sahiplenen hem de ?Biz Ehl-i Sünnet tarihselcileriyiz; siz bizi Mekkeli müşriklerden pek farklı bir Tanrı tasavuruna sahip olmayan Deist tarihselcilerle karıştırmayın? diyen bazı arkadaşlar da iştirak etti. Anlaşılan o ki tarihselcilik bu günlerde hayli kıymete bindi. Hem savunanlar hem karşı çıkanlar için tarihselcilik tartışmasına müdahil olmak sanki çok iyi bir yatırım alanı gibi... Ancak benim temel bir prensibim vardır ve bu prensip gereği bir şey ne ölçüde popülerleşmişse, o şeyden aynı ölçüde uzaklaşmam gerekir. Bu yüzden, son zamanlarda tarihselcilik alanına yatırım yapan arkadaşlara sesleniyorum ve bol rant temennisiyle, tarihselcilik alanına ait tüm hisselerimi kendilerine devrediyorum. Ayrıca tarihselcilik fikrini cami avlusunda bulup sahip çıktığım yönündeki sözlerimi geri alıyor ve bu konuda ?tekelcilik? yapıp işin tüm kaymağını tek başına yediğim zehabına kapılarak ?Asıl tarihselci biziz? diye kaleme sarılan arkadaşlarımı büyük bir endişeye sevk ettiğim için de kendime kızıyorum. 

***

Bütün bunlara rağmen tarihselcilik görüşünden vazgeçmediğimi ve Kur´an´ı sağlıklı anlama ve yorumlama konusunda daha tutarlı bir fikrî/ilmî teklifle karşılaşmadıkça bu görüşte ısrar edeceğimi, ancak tarihselcilikte liderlik ve temsilcilik gibi unvanlara göz dikmeyeceğimi belirtmek istiyorum. Bu vesileyle, kendilerini ?Ehl-i Sünnet tarihselcileri? diye tanımlayan arkadaşlara tarihselciliğin yorum ve ictihadla değil, vahyin tabiatı ve inzal keyfiyetiyle ilgili bir mesele olduğunu da özellikle hatırlatmak gerektiğini düşünüyorum. Şayet vahiy hem lafız hem mana olarak Allah´a aitse, bu durumda Kur´an vahyinin tarihselliğini iddia etmek iman dairesinden çıkmakla eşdeğer hale gelir. Zira Allah´ın belli bir zaman ve mekana izafesi mümkün olmadığı gibi O´nun kelamının da zamansallığı söz konusu değildir. Ancak bu durumda ilahi kelamın kıdemi meselesi gündeme gelir. Şayet Kur´an kadim ise o zaman Mu´tezile´nin Halku´l-Kur´an (Kur´an´ın Yaratılmışlığı) nazariyesine temel gerekçe oluşturan ?teaddüd-i kudema? (birden fazla kadim varlık) problemiyle yüzleşilir. Bu yüzdendir ki Sünnî bazı kelamcılar dahi ?kelam-ı nefsî ve kelam-ı lafzî? şeklinde bir ayrıma giderek, istemeyerek de olsa Kur´an lafızlarının kadim değil, mahluk olduğunu kabullenmişlerdir.

Klasik tefsir ve fıkıh geleneğinde hemen hemen tüm âlimlerin ittifakıyla benimsenen nesh nazariyesi -ki bu nazariye ancak son dönem İslam dünyasında popüler hale gelen ?Kur´an bize yeter? (Hristiyan Prostestan gelenekteki ?Sola Scriptura? söyleminin bizdeki karşılığı) söylemiyle birlikte yaygın eleştiri konusu olmuştur- aslında Kur´an ahkâmının sosyolojik şartlar mucibince değişken ve dinamik olduğuna ilişkin en somut delildir. Hatta denilebilir ki şu veya bu kadar ayetteki hükmün mensuh yani bir daha uygulanmamak üzere ilga edildiğini söylemek, en uç/ekstrem tarihselciliktir. Bugün bizi İmam el-Mâtüridî´nin ?ve fi´l-âyeti delâletü cevâzi´n-neshi bi´l-ictihâd? (Ayette ictihad yoluyla neshin caiz olduğuna delil vardır) şeklindeki ifadesini veya Ebû Bekr İbnü´l-Arabî´nin ?ve kâne hâzâ hükmellâhi mahsûsen bi-zâlike´z-zamân fî tilke´n-nâzileti hâssaten bi-icmâi´l-ümmeti? (Allah´ın bu hükmü -ümmetin icmaıyla- hâssaten ayetin nazil olduğu zamana ve o zaman vuku bulan olaya mahsustur) şeklindeki görüşünü çarpıttığımız yönünde lafazanlık yapanların öncelikle gidip klasik dönemdeki ulemanın ?Bu ayetteki hüküm mensuhtur? gibi kesin yargılarda bulunmasının ne manaya geldiğini tartışmaları gerekir. Spesifik bir örnek üzerinden ifade etmek gerekirse, bugün tarihselciliği ilhad ve zındıklık gibi gören çok bilmiş zevat, sözgelimi, İbn Receb el-Hanbelî´nin, ?Haram aylarla ilgili ayetlerdeki savaş yasağı hükmü mensuhtur. Bunun delili de Rasûlullah´ın vefatından sonra hulefâ-i râşidîn, sahabe ve diğer müslüman yöneticilerin Ehl-i küfre karşı cihad ve kıtâl faaliyetlerini haram ay filan demeksizin kesintisiz olarak sürdürmüş oldukları gerçeğidir? şeklindeki ifadesinin tarihselcilikten farklı bir anlam taşıyıp taşımadığını izahla mükelleftir.

***

Bu noktada, tarihselciliğin İslâmî gelenekten kendine meşruiyet devşirmeye çalıştığı iddia edilebilir. Nitekim bir ulusal gazetenin Açık Görüş isimli ekinde yayımlanan ?Tarihselciliğin Tarihten Meşruiyet Arayışı? başlıklı makalede de aynen böyle söylenmekte ve bu makalade ?meşru gelenek-gayri meşru gelenek? ayrımına gidilmektedir. Ancak bu ayrımda, kolayca tahmin edilebileceği gibi, tarihselciliğe referans oluşturan geleneksel görüş ve yorumlar gayr-i meşru gelenek diye tarif edilirken karşıt görüş ve yorumlar meşru gelenek olarak tebcil edilmektedir. Geleneğin meşruiyeti ise söz konusu ayrımı yapan zatın paşa gönlünce belirlenmektedir. Kur´an´ın tarihselliği görüşünü ?fikrî terör? olarak gören bu zat Hz. Ömer´in müellef-i kulûbla ilgili uygulamasından söz etmekte ve ?Hz. Ömer ayetin hükmünü ortadan kaldırmamıştır. Müellefe-i kulûb sınıfına giren kişilere yapılan ödemeden sadece iki kişinin ödemesine son vermiş, asalak bir sınıfın üremesinin önüne geçmiştir. Zira hükmün illeti ortadan kalkmıştır, illet kalkınca da onlara dair hüküm de sona ermiştir. Bu bir usûl kaidesidir. Hüküm illetiyle vardır? demektedir ki tarihselcilik de sonuçta bundan farklı bir şey söylememektedir. Evet, hükmün illeti yoksa hüküm de yoktur. Nitekim bugünkü sosyolojide de sözgelimi kölelik/cariyelik kurumu, ganimet ve cizye hukuku gibi Kur´an´daki pek çok hükme menat oluşturan illetler yoktur; dolayısıyla söz konusu hükümlerin tatbik zemini de yoktur. Bu yüzden, laf kalabalığına hacet olmadığı gibi tarihselcilik hakkında güya anlamlı bir şey söylüyormuş gibi sözde eleştiri yapmanın âlemi de yoktur.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —