Benim de inandığım ve desteklediğim bir teoriye göre, aynı sınıftan, aynı inanç sisteminden, aynı ideolojiden ibaret olan gruplar bir topluluk olma vasfı taşımazlar; onlar cemaatler ya da camialar olarak ifade edilirler. Topluluk nitelemesinin, kriteri aynılık değil, farklılıktır. Farklı dünya görüşüne, farklı inanç sistemlerine ve farklı ideolojiye inanan grupların birlikte yaşama iradesi ve kararlılığı bizi topluluk kavramına götürür. Toplulukların düşmana ihtiyacı yoktur; onların aradığı, barış içinde mutlu bir çoğulculuktur. Tekliğe itibar etmezler. Çünkü teklik için düşman vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Teklik düşman olmadan yaşayamaz, varlığını koruyamaz. O nedenle tekli arayışlar, hep savaş giysileri içindedir. Aynılık ölüdür, katı ve hiyerarşiktir. Çoğulculuk neşeli bir zenginliktir, çünkü öteki kabul gördüğü için bir tehdit değil, katılımın huzurlu enerjisidir.
Uzun zamandır kutuplaşmanın belirleyip yönlendirdiği ittifaklar siyaseti, sorunları çözmeyi öncelemiyor; onun önceliği ya iktidarı ele geçirmek ya da ele geçirilmiş iktidarı korumaktan ibarettir. Bu durum doğası gereği nesneldir ve iyi niyetli iradelere bağlı değildir. Siyaset böyle mevzilenince, ortaya sorun çözücü nitelikler ya da mekanizmalar çıkmaz, tam tersine korumacılık ve ne pahasına olursa olsun gücü elinde tutma ihtirası baş rolü oynamaya devam eder. Türkiye siyaseti, sırf bu siyasi mevzilenme nedeniyle çoğulculuğu değil, tekliği arıyor. Bunun kaçınılmaz sonucu da kutuplaşma oluyor ve kutuplaşma siyaseti de ittifaklar şeklinde her şeyi domine ediyor.
Siyaset böyle mevzilenince, ortaya sorun çözücü nitelikler ya da mekanizmalar çıkmaz, tam tersine korumacılık ve ne pahasına olursa olsun gücü elinde tutma ihtirası baş rolü oynamaya devam eder.
Amerikan seçimlerinden sonra, çok belli ki dünyanın istikameti değişti, değişiyor. Soru şudur; Türkiye’nin bu yeni istikamette yeni bir yolculuğa ihtiyacı var mı yok mu? Ben var olduğuna inananlardanım. Türkiye, kendisine yeni bir sayfa açmak istiyorsa, evrensel insanlık ailesinin itibarlı bir üyesi olmak istiyorsa, bu sayfayı açmak mecburiyetindedir. Ve bana kalırsa, yeni sayfa ikinci bir şanstır ve Türkiye bu şansı kullanmak zorundadır.
Hiç kimse, Türkiye’yi Milliyetçi Hareket Partisinin pervasız dili ve söylemine terk edemez. Hiç kimse bu vebali taşıyamaz. Aslında söz konusu cemaatleşme, taşralaşma ve kutuplaşmanın aynasıdır MHP’nin hiçbir şey söylemeyen ama her şeyi itibarsızlaştıran siyaseti. Türkiye’nin yüzü ve çehresi olamaz bu siyaset.
Türkiye MHP’yi aşmak zorunda. Bunun yolu ise tarihsel bir uzlaşmadır. MHP zihniyetinin çölleştirdiği bir taşra, Türkiye’nin kaderi değildir. Türkiye’nin coğrafyası değildir. Türkiye, gelişkin bir siyasi kültüre sahip bir ülkedir.
Hiç kimse kusura bakmasın, Türkiye’nin iki büyük sorunu var; elbette Türkiye’nin birbirinden önemli bir dizi sorunu var ama bu sorunların ikisi, Türkiye’de başta siyaset olmak üzere diğer bütün her şeyi belirleyen sorunlardır. Birincisi, eşitlikçi ve özgürlükçü bir sivil anayasa yapmaktır. İkincisi, Kürt sorununu bir siyasi sorun olarak kabul edip, siyasi çözümler için uygun koşullar yaratmaktır.
Yeni ve sivil bir anayasa yapmayan bir ülkenin, yama niyetine reform yapma kabiliyeti de olamaz. Anayasasını sivilleştiremeyen bir ülke adalet reformu filan yapamaz. Bütün tarafların iradesiyle oluşturulacak bir anayasa, Türkiye’ye nefes alabileceğimiz bir bahar armağan eder.