imse çocuğunu bir kayığa bindirmez,
Su karadan daha güvenli olmadıkça.
Warsan Shire (Somalili bir şair)
Bu hafta Edirne Pazarkule’de Pfungstadt şehrinin Avrupa değerleriyle övünen başkanı geldi aklıma. “Avrupa değerleri, II. Dünya savaşının ardından ırkçılık Avrupa’da bitsin, savaş olmasın diye geliştirildi” diyen entelektüelleri düşündüm. Yalan mı olmuştu koskoca bir tarih…
Frankfurt yakınlarındaki Pfungstad şehrinin Belediye Başkanı Patrick Koch mülteci çalışmalarından dolayı, başarılı kabul edilip ödül almıştı. Somalili bir mülteci iken şimdi bir Alman olan Halima’yı belediye meclis üyesi yapmıştı. Halima, Somali’de siyasi bir ailede doğmuş ve Somali iç savaşından tek başıma reşit olmayan bir mülteci olarak kaçıp buraya gelmişti.
Patrick Koch buradaki Suriyeli mültecilerle ilgili çalışmalardan Halima ve 5 kişilik bir ekibi sorumlu kılmıştı. Bahailer gibi dini guruplar da bu çalışmalarda aktifti. Yaptıkları şey mültecilerin sisteme uyum sağlamalarına destek olmaktı. Avrupa sığınma sistemi çerçevesinde merkezi yerleştirmeyle şehirlerine gelen, mülteci kotası çerçevesinde sayısı yasayla belli olan mültecilere destek oluyorlardı. Bu konuda kiliseleri, camileri de devreye sokuyor, aradaki uyumsuzlukları gidermeye çalışıyorlardı. Avrupa değerleri adına gururla anlatılacak işler yapıyorlardı. Halime, “Almanya’da ben bu alanda resmi olarak çalışan ilk mülteciyim’’ derken övünç içindeydi. Doğrusu bu mevcut AB fonları tarafından finanse edilen, mevcut bir sistemin içine uyumlanmayı kolaylaştıracak çalışmaların öyle çok büyük fedakârlık isteyen bir tarafı olmasa da toplumsal barışa katkısı büyüktü.
Nihayetinde işsizlik maaşıyla, sosyal konutlarda yaşayan Almanların tepkilerinin, gelecek endişelerinin önüne geçmek, Suriyeli yabancıların onların refahını tehdit etmediğini anlatmak gerekiyordu. Patrick Koch tüm bu unsurları gözeterek şehri yönetmekte başarılıydı. Buraya kadar anlattığım bu harika ve gerçek hikâyenin öznesi olan mültecilerin sayısı ise 300!!! Aslında şehrin mülteci
kotası 400… 100 mülteci daha alabilirler ama bunun için henüz hazır değillerdi…
BU NEYİN ENDİŞESİ?
Danimarka’nın Roskilde şehrinde mülteciler ülkeye şehre kimseyi rahatsız etmeden hızla entegre olsun diye çaba sarf eden Belediye Başkanı Joy Morgenson’u, bunun için içten çaba sarf eden Maria’yı düşündüm. Onların şehrinde de biraz daha çok, 700 civarı mülteci vardı. Mülteciler için şoförlük kursu, yaşlı bakım kursu düzenliyorlardı. Avrupa için önemli projelerdi. Şoförlük kursunda 15 mülteci, yaşlı bakım eğitiminde 5 mülteci vardı.
Yaşlı bakım merkezinde mülteciler ile yaşlılar arasındaki ilişkiyi gözlemlerken kameralara yansıyan bir sahne aklımda takılı kaldı. Takılı kaldı çünkü genç mülteci delikanlıda aşırı iyimserlik, bakımını üstlendiği yaşlı hanımda ise aşırı kaygı vardı. Genç büyük bir sevgi ve içtenlikle onunla ilgileniyor, gülümsüyor, konuşuyor, ama yaşlı hamının yüzünde bir panik ve korku ifadesi. Güzel sözlere hiç cevap vermeden endişeli gözlerini sürekli ondan kaçırıyordu.
Belediye yetkilisi Maria uyum için uğraşıyor, istihdamı kolaylaştırmak için fuarlar düzenliyordu. Elindeki Avrupa fonlarını değerlendirmeye çalışıyordu. Kısmen başarmıştı. Şehirde mültecilerin varlığı hissedilmiyordu bile. Ve de Hollanda Parlamentosu’nda yapılan 120 mülteci mi yoksa 126 mülteci mi alalım oylaması geldi gözümün önüne… O fazladan 6 mültecinin maliyeti ne olacaktı? Bunları düşünürken bizim belediye başkanlarımızı düşündüm. Acaba bu rakamlar onlara ne anlam ifade ediyordu?
HURAFELER VE IRKÇI KAMPANYALAR
Edirne Pazarkule’de Yunanistan’ın attığı gaz bombalarının, sislerin içinden kaçan kadınların- çocukların arasında “Avrupa değerlerine” inanan bu insanları düşündüm. 500 milyon nüfuslu Avrupa’ya 100 bin insan gelse ne olurdu ki? Bu rakam dağılınca bu ıssız şehirlerin her birine 100-200 insan düşüyordu.
Ve Yunanistan’a övgüler düzen Avrupa’yı, “Hayatlarını kolaylaştırmayalım” diyenleri, bu insanlara bir sürü gözüyle bakanları, Türkiye karşıtı lobilerin çalışmalarını, Türk toplumuna tokat atma çabasına odaklanıp yaşanan trajedilere kör-sağır kalanları düşünürken, olayın mülteciler meselesinin ötesinde bir kayıp olduğunu düşündüm.
Russel, Sartre, Derida, Wallerstein, Zygmunt Baumann, Habermass… Hani düşün tarihinin yapıtaşlarının söyledikleri Avrupa değerleri, konulan yasalar adeta buharlaşıp yok olmuştu. Yerini, modern teknolojinin marifetiyle hızla üretilip yayılan hurafelere, mitlere, ırkçı kampanyalara bırakmıştı. Tarih adeta hortlayarak geri gelmişti. Tıpkı Türkiye-Rusya görüşmelerinin Büyük Katerina’nın heykelinin olduğu salonda yapılması gibi.