Bu bir korona yazısı değil. Bir Doğu Batı savunusu ya da övgüsü hiç değil… Birilerine laf sokma hiç hiç değil. Bu sadece dünyanın başına musallat olan bir beladan yola çıkarak zihniyetimizi nasıl dışa vurduğumuzu, nasıl tepki gösterdiğimizi, tepkilerimizi hangi ölçülere ve kanıtlara dayandırdığımızı anlamaya çalışma yazısıdır.
Salgın dolayısıyla uğranılan maddi ve manevi hasarı bizim kadar başkalarının hata ve günahlarına bağlayan başka bir toplum yok. Yabancı dilde yazılmış onlarca yazı okudum, hiç biri bu belanın sebebi Yahudilerdir, Müslümanlardır, Mecusilerdir, Fransızlardır… gibi bir suçlama görmedim. Biz tepkimizi iki şekilde gösterdik.
1. Bu Allah’ın bir cezasıdır çünkü çok günah işledik, azdık. Bunu söylerken aklımıza yıllardır Afrika’da açlıktan ölenlerin, Afganistan’da onlarca yıldır savaşta hayatını kaybedenlerin, burnumuzun dibinde, Ortadoğu’da telef olup gidenlerin, Filistin’de gün aşırı katledilenlerin… hangi günahlarından dolayı böyle bir akıbete maruz kaldıklarını düşünmedik. Acı çekmekle günah arasında ısrarla bağ kuranlar niye Kerbela’yı konuşmazlar, Hz. Yunus’u düşünmezler. Açlık ve yoksulluk içinde milyonlarca insan neyin bedelini ödemektedirler… hani Allah sevdiği kuluna acı çektirirdi? Hani dünya Mü’minin cehennemiydi? Bu durumda bu bela Mü’minlere mi bir imtihan ve sevgi tezahürü?
2. Batı tanrı rolüne soyundu ve Allah onlara gerçek olduğunu gösterdi. Ne kadar rahatladık değil mi? Allah burunlarını sürttü işte. Nasıl Tanrı rolü oynuyorlar peki? İnsanın ve doğanın genetiğiyle oynuyorlar. Koyun kopyalıyorlar. Ölümsüz insan yaratmaya çalışıyorlar. Yapay zekâyla herşeyi kontrol altına almaya çalışıyorlar vs.
Bu çerçeveden bakıldığında en büyük günahkar Edison’dur, Buhar gemilerini icad edenlerdir, ateşi, transistörü, motoru bulanlardır. Çünkü bunlar bir şekilde doğaya müdahaledir; ayaklarımız, atlarımız, eşeklerimiz varken, otomobil ne, uçak ne!
Hastanede tedavi olurken kullanılan alet ve ilaçları icad edenlerden, böbrek, kalp, karaciğer, ilik nakli yapanlardan Allah razı olsun olmasına da, niye insanın doğasına müdahale ediliyor diye ses çıkarmıyorsunuz? Hangimizin cebinde telefon, hangimizin masasında bilgisayar yok? Oysa sesimiz var, telefona ne hacet! Niye parşömen yerine kağıt, daktilo yerine (ki o da yenidir) bigisayar kullanıyoruz?
Analarımız bacılarımız “şu buzdolabını, elektrik süpürgesini, bulaşık makinesini, elektrikli fırını vs. icad edenlerden Allah razı olsun” demelerini nereye koyacağız. Biz SİHA’ları, İHA’ları yapınca gururdan sekiz köşe oluyoruz, ki bunlar yapay zekâ dininin dibidir. Bunları başkaları yapınca neden Tanrılık iddiası oluyor? Oysa elimizden gelse, dünyadaki bütün teknolojik icatların sahibi olmayı isterdik.
Her gün, bilim insanlarımızın neden gelişmiş ülkelerdeki bilim adamları gibi icatlar yapmadığından şikâyet ediyoruz, yapabilmeleri için tekno-kentlere trilyonluk yatırımlar yapıyor, yurtdışına öğrenci ve öğretim üyeleri gönderiyoruz. Sahi biz ne yapmaya çalışıyoruz? Neden Tanrılık iddiasındaki bu insanlara ve ülkelere benzemeye çalışıyoruz?
Ama bu teknoloji insanlığın yararına kullanılmıyor, diyebilirsiniz. O zaman sen yap, sen kullan insanlığın yararına. Kemoterapi gören binlerce hastan var ve bunun için milyon dolarlar harcıyorsun. Niye? Bu eceli gelmiş birini yaşatmaya çalışmak yoksa Tanrıya kafa tutma değil midir? Milyon dolarlar ödeyerek aldığımız alet ve ilaçları üretememenin yarattığı aşağılık kompleksi mi?
Sonuca gelelim. Yarın bu belaya çözüm bulunduğunda ne diyeceğiz. “Ey seçkin bilim adamları ve bunları yetiştiren ülkeler Tanrı rolü oynamakta haklıymışsınız” mi diyeceğiz yoksa “Allah dert vermiş, beraber derman vermiş” diyerek onlarla yarışa mı koyulacağız?
Kabul edelim ki işimize gelen ve sahip olduğumuz her şeyi mübah görürken, sahip olmadığımızda ya şüpheyle, ya kıskançlıkla ya da öfkeyle bakarız.
Allah Aspirin’i bulandan razı olsun diyelim mi? Bence diyelim. Ve unutmayalım ki Tanrı yaratır, insanlar icad eder, aradaki ince çizgi ferasetimize ve takdirimize kalmıştır.
Kaynak: dibace.net