Günümüz dünyasında, her toplumda, kimi zaman ideolojik mistifikasyon, kimi zaman da popülist-din’i mistifikasyon yoluyla kitleler aldatılıyor, gerçek dünyaya yabancılaştırılarak, istenilen doğrultuda yönlendirilebiliyor, kontrol edilebiliyor. Bu nedenledir ki, Türkiye, ontolojik ve epistemolojik anlamda bir sömürgeciliğe maruz kaldığı halde, her şeyden önce bu sömürgecilikten özgürleşmesi/bağımsızlaşması gerekirken, bunu yapmıyor, yapamıyor, “şanlı tarih”, “ezan”, “bayrak” ve “yedi düvel’le savaş” retoriğini gündemde tutarak, ontolojik ve epistemolojik sömürgeciliği ısrarla ve sürekli olarak dikkatlerden uzaklaştırıyor. Kitleler, bir şekilde narkoz almışçasına gerçeklere uyanmak istemiyor.
Bugünün toplumlarında, gerçek’le yalan arasındaki sınırlar belirsiz hale geliyor; değer yargılarının yerini siyasal/resmi bürokratik yargılar; adalet devleti idealinin yerini ise, devlet adaleti uygulamaları alıyor. Türkiye’de, Cumhuriyet tarihi boyunca, kimi dönemlerde çok yoğun, çok etkili bir şekilde ideolojik mistifikasyona tabi tutulan halk-toplum, içerisinde yaşadığımız dönemde de, aynı şekilde, aynı yoğunlukta sağcı-muhafazakar-popülist mistifikasyona tabi tutuluyor. İdeolojik anlamda, ideolojik dil ve içerikle konuşmakla, popülist-hamasi dil ve içerikle konuşmanın hiçbir şey söylememekle aynı anlama geldiği hiç mi hiç düşünülmüyor.
İdeolojik dil ve içeriğe maruz kalan toplumlarla, popülist dil ve hamasete maruz kalan toplumların derin bir kültürsüzlükle malûl hale geldikleri, özgün-bağımsız-derinlikli-nitelikli kültür üretme yeteneklerini bütünüyle kaybettikleri için, sömürgeci kültüre açık hale geldikleri hiçbir sorgulama ve tartışma konusu yapılmıyor. Özgün-bağımsız-nitelikli kültür üretme yeteneğini kaybettiği için bugün, Türkiye’de derin bir entelektüel çürüme yaşanıyor. Sözünü ettiğimiz entelektüel çürüme nedeniyle, bugün, Türkiye’de kimi Müslüman aydınlar/ilahiyatçılar vb. kimi gün modernliğe, kimi gün sekülerizme, kimi gün milliyetçiliğe, kimi gün demokrasiye, kimi gün gelenekçiliğe-mistisizme göz kırparak, İslam’dan parça parça uzaklaşıyor.
İdeolojik tercihlerin, popülist tercihlerin ve siyasal duruşun, çıkarlara ya da korkulara göre belirlendiği toplumlarda, ahlaki bütünlükler, entelektüel bütünlükler, ahlaki yapılar, entelektüel yapılar paramparça olur.
Bu nedenlerdir ki bugün, kendilerini “muhafazakar” olarak tanımlayan kesimler, çıkarlarını/ayrıcalıklarını ve saltanatlarını kaybetmekten korktukları için, haysiyetlerini kaybetmeyi göze alabiliyor. İçerisinde yaşamakta bulunduğumuz bütün bu olumsuz gelişmelerin, İslami aidiyetimizin/bağlılığımızın, sembolik-folklorik ve duygusal düzeye gerilemesiyle ilgili olduğunu belirtmek gerekir. Bütün ideolojik, popülist ve muhafazakar çevreler, ilgili toplumlarda çok derin anlam boşlukları ve düşüncesizlikler oluşturuyor. Her düşüncesizlik, ideolojik-popülist propaganda klişeleriyle varlığını sürdürdüğü için, ilgili toplumları, Türkiye’de de içerisinde yaşayarak tercrübe ettiğimiz üzere, anlam ve bilgelik alanlarından uzaklaştırıyor. Kitleler büyük sürüler halinde popülist ya da ideolojik propaganda alanlarında toplanıyor, yoğunlaşıyor. Propaganda alanlarında toplanan kitlelere, hamaset dili/söylemiyle hitap edildiği, kitlelere bu yolla narkoz verildiği için, hiç kimse, Filistin halkına yönelik İsrail vahşeti-barbarlığı-ırkçı sömürgeciliği karşısında yaşanan mutlak irade felci’nin nedenleriyle yüzleşmeye cesaret edemiyor.
Tarihi, bir antika müzesi gibi anladığımız-anlattığımız için, tarihsel çözümlemeler, yüzleşmeler, hesaplaşmalar, özeleştirel, analitik değerlendirmeler/yorumlar yapamıyoruz. İslamcılığın-İslami ideallerin, popülist-muhafazakar-sağcı iktidar ihtirasları tarafından barbarca değersizleştirilebildiği çok talihsiz zamanlarda yaşıyoruz. Hangi alanda olursa olsun her popülizm çok sefil varoluşlar/tercihler oluşturuyor. Her sefil popülizm anlamların/değerlerin/niteliklerin, dostluk ve dayanışma ilişkilerinin tükenişine neden oluyor. Düşüncesizlikler, bencillikler, benmerkezcilikler, parçalar/parçalanmaları çoğaltıyor. Muhafazakar kesimler kesimler, parçalar biriktiriyor. Hiçbir parça, bir diğer parçanın ne söylediğini, ne yaptığını merak etmiyor. Kibirle malûl olanlar, herkese kendilerini dayatır, herkese öğretmeye çalışır. Tevazu ise, herkesten öğrenmeye açık olmak anlamını taşır. Parçaların kendi bencillikleriyle büyülendiği toplumlar, bilgelik/irfan ufkunu bütünüyle kaybettikleri için, böyle hareket ederler.
Günümüzde, içerisinde yaşadığımız toplumlarda bilgi teknotratlığının ve uzmanlıklarının önem kazanması, bilge düşünürlerin, bilge entelektüellerin değer kaybetmelerine neden oluyor. Toplumlarımızda, her tür popülizmin-propagandanın-hamasetin kolaylıkla yükselişe geçmesi, toplumsallaşması, toplumlarımızın akılsız bir akıl’la malûl olduğunu gösterir. Akıllı bir akıl, tarihe, dünyaya, tarihsel gelişmelere kayıtsız/ilgisiz kalmaz. Tarihe, dünyaya, tarihsel gelişmelere, entelektüel dünyaya/hareketlere kayıtsız kalan bir kültür, bugün, yaşayarak gördüğümüz üzere, dijital sömürgeci müdahalelere/dayatmalara/saldırılara açık hale gelir. Bir düşüncenin, kültürün, dünya görüşünün, her şeyden önce, içerisinde yaşadığımız döneme hitap etmesi, bu döneme hitap edebilecek, bilgi-birikim-bilgelik ve ufka sahip olması gerekir. Geçmişe hitap eden bir kültür/düşünce/dünya görüşü, boşluğa hitap etmiş olur. Popülist-propaganda klişeleriyle büyülenen toplumlar, hayati sorunların, varoluşsal sorunların farkına ve bilincine varamazlar. Bugün, bizler, Müslümanlar olarak hiçbir şekilde sessiz ve kayıtsız kalamayacağımız tarihsel bir dönemde yaşıyoruz. Özellikle de bu dönemde, hamaset-propaganda dili/söyleminin içi boş umutlar ürettiğini hatırlatmak önemlidir. Hiç kimse ses çıkarmadığında, itiraz etmediğinde bütün aşırılıklar, anormallikler, otoriter patolojiler normalleşir. Bugün, çok ağır sorunlarla karşı karşıya bulunduğumuz halde, hakikat adına kamusal sorumluluk alabilecek, kamusal müdahalede bulunabilecek, radikal/bağımsız düşünürlerimiz ve bilgelerimiz yok. Kamusal sorumluluk ve kamusal müdahale iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak anlamı taşır.
Günümüz dünyasında, toplumlarında, politik dil, sloganlara/klişelere indirgendiği, utanç verici indirgemelere ihtiyaç duyduğu için, gerçek sorunlar yerine, sahte sorunlar üzerinde yoğunlaşılıyor. Sahte sorunlarla oyalanan toplumlarda etkili sosyo-analizler yapılmıyor. Popülist/partizan siyasal tercihlerle, dil ve söylemle; niteliklerin/bilgeliklerin çoğaltıldığı, toplumsallaştırıldığı görülmemiş ve duyulmamıştır. Her popülist dil-söylem-eylem her durumda bilinç dışına hitap eder, bilinç dışını tahrik eder, tahkim eder. Popülizmler, olmuş-bitmiş şeyler-olaylar hakkında konuşur, olması gerekenler konusunda konuşamaz. Kibrin-narsisizmin dayanılmaz küstahlığı ile malûl olanlar, hiçbir şekilde özeleştiri yapma ihtiyacı duymazlar. Samimi özeleştiri-eleştiri yapabilmek için, derin düşünme, derin sorgulamalar yapma yeteneğine sahip olmak gerekir. Ötekileştirici, aşağılayıcı önyargılara dayalı etiketler-klişeler yoluyla konuşma-çatışma-kutuplaştırma yolunu seçen çevreler, faşizan bir yapı’nın, iklimin etkisi altına girdikleri için böyle hareket ederler.
Günümüz dünyasında İslam toplumları, kimi zaman ideolojik-seküler, kimi zaman da popülist-muhafazakar mistifikasyona maruz kaldıkları için, hiçbir şekilde, bilgi-bilgelik-bilinç üretmiyor, ya yoğun bir biçimde ideoloji üretiyor ya da yine yoğun bir biçimde folklor veya romantik/nostaljik/duygusal kültür üretiyor. Her toplumda ideolojiler, statükoyu kutsamak ve sürdürmek için icat edilen mücadele araçlarıdır. Popülist-oportünist dil-söylem ve siyaset her toplumda bilinç’ten ve hakikatten kaçışın ifadesidir. İdeolojik ufuktan, ya da popülist ufuktan bakanlar, her durumda ya parçalı ya da kısmi olanı görürler, bütünü ve bütünlüğü göremezler. Her benmerkezcilik, her bencillik gerçekliği parçalı görür, parçayı bütünün yerine koyar. Anlam ve bilgelik alanlarını terk ederek, parçalı görmeyi tercih edenler, partizan/trol/aparatçik sürülerine dahil olur, ortak toplumsal değerlere/hassasiyetlere/ilgilere ve sorumluluklara bütünüyle yabancılaşır. Kayıtsız-şartsız itaati-sadakati dayatan cemaatlerde-topluluklarda-partilerde-otoriter yapılarda, eleştirel düşünme/yorum imkanı yoktur. Bu nedenle de bu tür yapılar kendilerini yenileyemez, hiçbir şekilde yeni bir dil kuramazlar. Popülizmler malûmatfuruşluklarla sürdürülür. Kabile, etnik köken, mezhep bencillikleri, ortak bir dilin-düşüncenin- ufkun ve mücadelenin kurulmasını imkansız kılar. Popülist-oportünist resmi gerçekliğe eleştirel bir teyakkuzla yaklaşmaktan imtina edenler, ahlaki sınırlara ve sorumluluklara sahip olmadıkları için böyle hareket ederler.
Modernlerin yaptıkları gibi tarihi-geçmişi nesneleştirenler, nasıl tarihi-geçmişi yok sayıyorlarsa, geçmişi duygusallıklarla/nostaljiliklerle sınırlandıranlar da geçmişi doğru yorumlayamaz, anlamlandıramaz. Hangi toplumda olursa olsun, popülizmler kültürsüzlüğü, yüzeyselliği, lümpenliği sıradanlaştırır. Bu tür toplumlarda, popülist resmi gerçekliği sorgulayarak, başka türlü düşünmenin, başka türlü davranmanın mümkün olduğunu kanıtladığımızda, hakiki gerçekliğe giden yolları açmış oluruz.
Ahlaki bağımsızlık, bütünlük ve ahlaki duruşa sahip olmadıkları için, çıkarlar ve ayrıcalıklar doğrultusunda savrulmayı seçenler “hiç kimse” olmaktan kurtulamazlar. Popülist-oportünist ihtirasları-tercihleri içselleştirmek, hiç’liği içselleştirmek demektir. Kişi olmayı başaramayanlar araç olma yolunu seçerler. İslami-ahlaki bütünlük bilincini temsil ve tecrübe ettiğimizde, İslam’ı temsile ehliyet ve liyakat kazanırız. Taklit yoluyla edinilen düşünceler-fikirler, tercihler gibi, ithal edilen, ithal yoluyla dayatılan düşünceler-fikirler ve tercihler de bir toplumun zihin ve ruh dünyasını çölleştirir, kuraklığa mahkûm eder, ilgili toplumları her durumda sömürgeleştirilebilir hale getirir. İdeolojik-seküler propaganda dili ve söylemi gibi, muhafazakar-din’i hamaset dili-söylemi de, özgün/bağımsız/nitelikli/derinlikli bir kültürün üretilmesine engel olur. Modern olanı, ya da geleneksel olanı takit yoluyla sahiplenen toplumlar, bağımsız/özgün zihinsel üretkenlikten söz edemezler. Taklit’e dayalı zihin dünyası, varoluşsal meselelere nüfuz edemez. Epistemik bağımlılığın, entelektüel ve akademik bağımlılığın, bugün, İslami bilgi’yi, dil’i, dünya görüşünü, bu dünya görüşünün temelini teşkil eden kavram ve kurumları mutlak anlamda değersizleştirdiğini, işlevsiz kıldığını görmek/anlamak/anlatmak gerekir. Hangi alanda olursa olsun alternatifsizlik, teslimiyetçiliği seçmekle sonuçlanır. İnternet’le başlayan ve coğrafyanın sonuna işaret eden bir çağ’da, İslami aidiyeti/duyarlılığı/sorumluluğu yerli-milli sınırlara hapsetmemek, İslami bir coğrafya için sınırları/mekanları/mesafeleri yeniden tanımlamak zorunludur. Entelektüel bağımlılık, akademik bağımlılık içerisinde bulunan toplumlar bilgi üretemez, bilgiyi işleyemezler. Bağımsız bilgi üretme ve işleme iradesine yeteneğine, bilincine sahip olmayan toplumlar zihinsel mahkumiyete maruz kalırlar, bu mahkumiyete süreklilik kazandırırlar. İslam dünyası toplumlarının her durumda hamasete-popülizme-propaganda diline başvurmaları, sözünü ettiğimiz bu çok ağır sonuçları olan mahkumiyetle ilgilidir.