Ortadoğu dünyasının problemleri sadece sınırlardan ibaret değil. Asıl önemli sorun ise şu: Maalesef ihtiyar Ürdün Nehri, Ürdün ve İsrail arasındaki su paylaşımı sorunlarına hizmet edecek takatte değil. Bölgenin en önemli sorunu bu.
Ortadoğu dünyasının problemleri sadece sınırlardan ibaret değil. Asıl önemli sorun ise şu: Maalesef ihtiyar Ürdün Nehri, Ürdün ve İsrail arasındaki su paylaşımı sorunlarına hizmet edecek takatte değil. Bölgenin en önemli sorunu bu.
GEÇEN hafta 25 Şubat Pazar günü Ürdün Amman´da Arap Düşünce Forumu´nda bir toplantı vardı. Türkiye-Ürdün ilişkileri bu toplantıda konuşulan ama bütünü kaplamayan bir konudur. Arap ve Ortadoğu dünyası bu tip ilişkileri artık tek tek ele alacak durumda değildir. Çünkü olaylar ve umumi gelişmeler ülkeleri ve kavimleri birbirinin içine iteledi. Bir kesinlik var, İsrail ve ABD hakikaten değişik bir Ortadoğu haritası istiyor. Suudi veliahtının son darbesinden sonra Suudi Arabistan, ABD ve İsrail´in tamamen yanında ve her şeye rağmen eski iktisadi kudreti ve zenginliği yok. ABD, Arap Ortadoğusu´nun artık pek hoşlanmadığı sadece Suriye´ye yönelmiş değil, Kürt hareketine de bitişik bir politika güdüyor.
SINIRLI UZLAŞMA
Rusya ise Suriye´de yer sahibi. Donanmasının Akdeniz üssü olacak bu bölgede ABD ile fazla çatışma niyetinde değil (Rusya´nın Libya´daki donanma üssü girişimleri de gizli değil ve başarıya ulaşabilir.) Rusya´nın ses çıkarmadığı ve ABD´nin İsrail´le birlikte çok arzu ettiği manzara ise şu anda Kuzey Irak´a sıkışıp kalmış hükümranlığı sınırlı Kürt unsurların Akdeniz kıyısına çıkması. Bu sadece Türkiye´yi değil, Arap Ortadoğusu´nu, hatta bizzat Esad Suriyesi´ni bile rahatsız edecek bir gelişme. İsrail ve ABD ile Arapların uzlaşma potansiyeli Biladüşşam yani (Suriye-Lübnan-Ürdün) ve Bağdat-Basra bölgesinde son derece sınırlı. Yeni gelişmelere göre bu uzlaşamayan tarafa Suudi Arabistan girmiyor.
PRENS HASAN FARKI
Ortadoğu dünyasının problemleri sadece sınırlardan ibaret değil. Hiç şüphesiz ki göçmen sorunu başta geliyor. Kendisi dahi parçalanma işaretleri veren Lübnan´da 1 milyon, Ürdün Haşimi Krallığı sınırları içinde 1.5 milyon Suriyeli göçmen var. Ürdün´de birkaç milyonla ifade edilen Filistinlilerin hepsi hâlâ bir yere rahatça oturmuş ve hayatlarını kampların dışına taşıyabilmiş değiller. Asıl önemli sorun ise şu: Maalesef ihtiyar Ürdün Nehri, Ürdün ve İsrail arasındaki su paylaşımı sorunlarına hizmet edecek takatte değil. Bölgenin en önemli sorunu bu. Birtakım dertlerin diplomat masalarında ve savaş alanında çözülebilmesi mümkün görünmüyor. Yapılacak şey en başta idaresi dağınık, gelirleri kontrol edilemez, coğrafi yönden parçalanmış vakıfların bir araya getirilip idare edilmesi. Kudüs vakıflarının yönetimi Ürdün Haşimi Krallığı´nın hanedanına daha doğrusu uluslar arasında saygın yeri olan Prens Hasan´a verildi. Türkiye de ilk defa olarak bu konuda tek elden bir yönetimi kabul etti. Bu isabetlidir. Prens Hasan çok bilgili, çevrilmesi mutlaka gerekli Ortadoğu medeniyetine hatta doğu Hıristiyanlığına ait kitaplar kaleme almış ve değişik gruplarla çalışmaya alışkın bir kişiliktir. Şüphesiz Kudüs vakıflarının parçalanmış bir dünyadaki kavgadan çok akil adamların girişimi ve uzlaşması, sabrı ve çalışkanlığıyla çözümlenebilir.
KARAKTER ŞEHRİ
Amman Ortadoğu´nun en karakter sahibi şehirlerinden. Filistin bölgesinin beyaz kireçtaşı yapılan acayip malzemelerle gölgede bırakılmamış, yüksek binalara iltifat edilmiyor ve ta ilkçağlardan beri tahayyül ettiğimiz 19. asırda gravürlerle bolca tasvir edilen manzara Ürdün´de süregidiyor. Birkaç günlük Ürdün konaklamasıyla görülecek Madaba, Nebo Dağı Kilisesi gibi dini abideler, Ceraş, Petra gibi Roma medeniyetinin kalıntıları, Ürdün çölünün gündüzü ve gecesi insanı dinlendiriyor ve Ürdün güzel bir ülke. Hem Akabe´de dalarsınız hem tarihi turlar atarsınız ve Ürdün görünmekten de öte hissedilecek bir coğrafya olduğu için ne kadar gitseniz doymazsınız.
Prof. İlber Ortaylı, Tevrat´ta geçen Nebo Dağı´nda
SOKAK İSİMLERİ
KAHİRE valisi Atıf Abdülhamid 6 Şubat´ta Kahire´de herkesin bildiği Selim I Caddesi´nin isminin değiştirileceğini bildirmiş. Mısır fatihi Yavuz Sultan Selim Han´ın ismi manasız siyasi kalıntılarla değiştirilmiş oluyor. Yavuz Selim, Memluk hâkimiyeti ve Memluk ordusuyla savaşarak şehre girdi. Miladi 7. asırda Amr bin As´ın Mısır´ı kan dökmeden fethettiğini söyleyerek, Yavuz Selim´i tenkit ediyorlar. Selim´in katlettiği savaştıkları Mısır´daki bir başka hâkim Türk-Kafkas kuvveti olan Memluklardır. Ortadoğu´da iki ülkenin tutumu arasında istesek de istemesek de görmemiz gereken bir fark var: Kudüs surlarını çeviren uzun caddenin adı Sultan Süleyman Caddesi´dir. Ben ilk önce bu ismi Kral Süleyman mı (yani Peygamber Hz. Süleyman) diye düşündüm, hayır bizim Kanuni Sultan Süleyman´dır. Kimse rahatsız olmuyor. Tarihi gerçek ve kaybolmayan zamanın kalıntıları isim değiştirmekle ortadan kaldırılamıyor. Bunu anlamak maalesef her kula ve her topluma nasip olmamış.
MÜSTESNA İSMİ KALDI
BEN Ankara´daki Atatürk Lisesi´ne İstanbul´daki Sankt Georg Avusturya Lisesi´nden taşınma dolayısıyla girdim. Kurumun güçlükleri vardı; evvela Bruno Taut gibi büyük bir mimarın elinden çıkan binanın mimari bütünlüğünü bozacak acayip bir ilave yapılmıştı. O yıl okulda yatılı hayat sona erdirilmiş, yer darlığından çifte tedrisat başlamıştı. Bütün bunların sebebi de Milli Eğitim Bakanlığı´ndaki saçma kararlar almaya alışkın görüşü dar bürokratların yüksek öğretmen okulunu oraya yığmalarıydı. Yüksek öğretmen okullarının tarihi fonksiyonu sona ermek üzereydi. Nitekim bu mükemmel lisenin tedrisatını felce uğratan yapısal değişim sadece ve sadece yüksek öğretmenlerin orada barındırılması içindi. Bu önemli sorunu çözmek için tarihi bir kurumun hayatı felce uğratılmıştı. Gerek mezun olana kadar okuduğum dört yıl boyu gerekse sonrasında Atatürk Lisesi´nin eski kalitesinin gittikçe düştüğü gözlemleniyordu. Okulu hayatta tutanlar sadece orada kalmakta ısrar eden geminin tayfaları yani seçkin öğretmenlerdi. Bunların önemli bir kısmı Fen Lisesi´nin tedrisat kadrosu olarak seçildikleri halde gitmediler ve eğitime devam ettiler. Çoğundan önemli şeyler öğrendik. Öğrendiğimiz en önemli şey ise eğitime ve memlekete olan bağlılıktı. Bütün Türkiye´deki eğitimin çökme sürecinden okulu bazı fedakâr mezunlar kurtardılar. 1946 yılı mezunlarından Erol Üçer bunların başında geliyor. GAMA örnek bir inşaat şirketidir. O ve diğer bazı Atatürk Liseliler okulu önce Anadolu Lisesi´ne çevirttiler, ardından Bruno Taut´un bütün mimari kompleksini liseye tahsis ettiler, okul tekrar yatılı oldu ve de üstelik benim öğrenim hayatımda gördüğüm en şık sürprizlerden biri Mülkiye´de Atatürk Lisesi mezunu kız öğrencileri görmek oldu. Az görüşebildiğim Erol Üçer´in kişiliğine hayran oldum. Birçok sosyal kurum için cömert bağışlarda bulunmuş, maddi katkılarının yanında vaktini ve enerjisini harcamıştır. Her fani gibi o da bu dünyadan ayrıldı. Arkasında ismini yaşatacak eserler, rönesansına büyük katkıda bulunduğu bir okul, mezunların arasındaki müstesna ismi kaldı.