İran Dinî Lideri Âyetullah Ali Hamaney’in basın bürosu tarafından geçtiğimiz hafta paylaşılan bir resim, Ortadoğu’nun mevcut siyasî haritası hakkında dört başı mamur bir özet gibiydi. “Kudüs’te namaz kılacağız” başlığıyla sunulan çizimde, İran’ın çeşitli ülkelerdeki uyduları ve temsilcileri olarak öne çıkan bazı şahsiyetler, hep birlikte Mescid-i Aksâ’da bayram namazı kılıyordu. Resimde kimler yoktu ki? Birinci safta Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, Bahreyn Şiîlerinin başı Şeyh İsâ Kâsım, Hamas lideri İsmail Haniye… İkinci safta İslâmî Cihad Örgütü lideri Ziyâd Nahhâle, Nijerya Şiîlerinin başı Şeyh İbrahim Zakzakî, Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaânî, Yemen’deki iç savaşta İran adına çarpışan Şiîlerin lideri Abdulmelik el Hûsî… Üçüncü safta ise Suriye Devlet Başkanı Beşşâr Esed… Aralarda da çeşni niyetine serpiştirilmiş bazı anonim Sünnî figürler… Ve en tepede, gökyüzünde bir bulut şeklinde tasvir edilen Kâsım Süleymanî silueti…
“İran’ın Kudüs’ü fethi” temalı bu resimde en dikkat çekici nokta, Hamas’ın “İran’ın uydusu” gibi takdim edilmesi ve Hizbullah’ın yanı başına yerleştirilmesiydi. İran’la uzun yıllara dayalı ilişkileri bulunan ve bunu da inkâr etmeyen Hamas, özellikle İsmail Haniye’nin Hâlid Meşal’den liderliği devraldığı 2017’den bu yana giderek daha fazla “İrancı” bir görüntü sergiliyor. Son olarak Kâsım Süleymanî’yi “Kudüs şehidi” ilan etmek suretiyle çıtayı daha da yükselten Haniye’nin bu tavrında, Arap dünyasının önemli ülkelerinin Filistin’i yalnız bırakması çok etkili kuşkusuz. Ancak, Hamas’ın İran vesayeti altına girmesinin (veya İran tarafından dünyaya böyle lanse edilmesinin) Arap kamuoyu nezdinde doğurabileceği risklerin de önemsenmediği anlaşılıyor.
Bayram namazı tasvirinin göze çarpan ikinci unsuru, Beşşar Esed’in en arkaya ve geriye ittirilmiş olmasıydı. İran gibi görsel propagandaya çok önem veren ve ayrıntılardaki en küçük noktayı bile tesadüflere bırakmayan bir ülkenin, Esed’in konumunu “öylesine” belirlediğini söylemek zor. Lübnanlı Şiî lider Mûsa Sadr’ın Nusayrîliği “Şiîliğin meşru kollarından biri” olarak kabul eden 1973 tarihli ünlü fetvasına kadar, On İki İmam Şiîlik inancının, Esed’in mensup olduğu itikada bakışı gayet olumsuzdu. 1979 sonrasında ise, Hâfız Esed, İran’ın Ortadoğu’daki en sıkı müttefiklerinden biri konumuna yükselirken, “Nusayrîliğin dinî meşruiyeti” hiç sorgulanmadı. (Enteresandır: Esed ailesi, kamuya açık alanlarda ve basın önünde namaz kılarken, Sünnîler gibi ellerini göbek üzerinde bağlıyor. Bu da, Nusayrîliğin Suriye’nin Sünnî çoğunluğuna -zâhiren de olsa- uyması gibi düşünülebilir.) 2011’deki halk ayaklanmasıyla birlikte İran’ın Suriye’de artan nüfuzunu ve gücünü gösterir şekilde, Esed’in arka safa atılması, herhalde Şam’ın da gözünden kaçmayacak bir mesajdır.
Üçüncü olarak, Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaânî (bir de tabii, buluta dönüşen Kâsım Süleymanî) dışında, Aksâ’da namaz için toplanan isimlerden hiçbirinin İranlı olmaması ilginçti. Birçok ülkede vekâlet verdiği örgütler kanalıyla güç mücadelesini sürdüren İran açısından, Kudüs gibi sembolik bir yerden feragat ediyor görünmek, ancak “Biz bu işi kendimiz için istemiyoruz” vurgusuyla anlaşılabilirdi. Her ne kadar pratikteki uygulamalar tam tersini söylüyorsa da, İslâm dünyasında bu mesajın alıcısı da yok değil.
Gözden uzak tutulamayacak dördüncü husus, karede, Türkiye’den herhangi bir ismin veya aktörün bulunmamasıydı. Türkiye’de de İran’la son derece yakın çalışan (hatta düpedüz İran’ın etkisi altında hareket eden) odaklar bulunmasına rağmen, “Kudüs pastası”ndan Türkiye’ye pay verilmemişti. Kudüs’ün ve Mescid-i Aksâ’nın sembolik değeri, Osmanlı’nın Filistin’deki hizmetleri ve Osmanlı-Safevî çekişmesi akıllara getirildiğinde, İran’ın bu “dışlamacı” tavrının psikolojik altyapısını anlamak zor değildi.
Ve elbette ayrıca altını çizmeye gerek olmayan son nokta şu idi: Kudüs’ün özgürlüğü İran’ın ve Şiîliğin eliyle gerçekleşecekti. Ve Sünnî oluşumların bu zafer fotoğrafında yer alabilmesinin şartı da, İran’ın uydusu olmaktan geçiyordu.
Tam bu resmin anlamlarının tartışıldığı bir zamanda, Suriye’nin Maarrat en-Nûmân bölgesinde bulunan Ömer bin Abdulazîz ve yakınlarının kabirlerinin, İran destekli teröristler tarafından deşildiği haberleri geldi. Hamasî sloganlar, Kudüs’ün özgürlüğü vaatleri ve diğer dinî söylemler havalarda uçuşurken, sahadaki tatbikat da bu idi işte. Şiîliği yaymayı ve İslâm dünyasında baskın ideolojiye dönüştürmeyi devlet politikası haline getiren İran’ın, Kudüs’ün özgürlüğüne giden yolun taşlarını ne ile döşediğinin de bir işareti…