Türkiye’de demokrasi, özgürlükçü-liberal değerler, hukuk duyarlılığı, bunlara eşlik eden yüksek sorumluluk duygusu denince, şüphe yok ki, akla gelen az sayıda yazardan birisi Taha Akyol’dur.
Günlük siyasi yazı zor iştir. Olaylar, siyaset ve siyasetçilerle at başı koşarsınız, o ana dair hemen o an, üstelik at üzerinde kalem oynatır, eleştirel okumalar yaparsınız. Mesafeli olmanız gerekir. Ama aynı zamanda gözlediğiniz o ortamın dolaylı da olsa parçası haline gelmeniz kaçınılmazdır. Kanılarınız, bakış açısınız, eğilimleriniz vardır. Onlardan etkilenirsiniz.
Türkiye gibi bir toplumda yaşıyorsanız, iş daha çetrefildir. Bu tür toplumlarda (siyasi, kültürel, ekonomik) cemaatler, onlara aidiyet hali, kuvvetli önyargı ve denetim mekanizmalarıyla hüküm sürer. Ortak değer sahası çok dardır. Faydacılık ve partizanlık had safhadadır. Siyasi hayatta sert iniş çıkışlar yaşanır, üyesi olduğunuz toplum, ilgilendiğiniz meselelerle ilgili olarak aşırı kutuplaşır. Siz de taraf olma baskısıyla karşı karşıya kalırsınız, sadece baskı değil, çıkar-konum ilişkisi de sizi oraya çağırır. Taraf olmak güvenli bir eve sığınmak gibidir. Taraftarlarla sarılır, sıkça onların arkasından bakarak yazarsınız. Zor olan ise ortada durmaya, yalnız kalmaya, doğru bildiğinizi yazmaya devam etmektir. Zordur çünkü devletten iktidar merkezlerine, sokaktan siyasete bir öfke, bazen nefret nesnesi haline gelirsiniz.
Zoru tercih eden doğal olarak azdır.
Taha Bey bunlardan birisidir.
Elbet tek meziyeti bu değil.
Entelektüel bir gazetecidir Taha Akyol. İşlek bir zekadır, merak duygusu güçlüdür, soru soran yanıt peşinde koşan, aldığı yanıtlardan korkmayan bir isimdir.
Bu özellikleriyle pek çok önemli kitap yayınladı.
Son kitabı yenilerde çıktı: ‘Onlar da Kahramandı...’
“Birçok millet gibi bizim de kültürümüzde ‘kahraman’ deyince aklımıza sadece savaş kahramanlarımız geliyor. Elbet o kahramanlara saygı, ortak milli değerlerimizden biridir (...) Fakat sadece onlar mı kahraman? (...) Mesela ‘yukarıdan’ gelen baskılara boyun eğmeden, sürülme riskini göz alarak adaletten ayrılmayan bir yargıç kahraman değil mi? (...) Kitlelerin ve siyasi otoritenin öfkelendiği zamanlarda bu öfkeye maruz kalma riskini göze alarak fikrini savunan bir politikacı, bir aydın, bir STK lideri kahraman değil mi?”
Kitabın girişinde yer alan bu cümleler kitabı tarif ediyor.
Akyol, az sayıda ama etkili, direnen, kendisine ve ahlaka saygı duyan örnekler, kendi familyasından adamlar üzerine yazmış kitabını.
Pek çok örnek arasında, Abdülhamit döneminde, 1884’te yayınlanan ‘Hukuk Felsefesi’ kitabında “hürriyet olmazsa kişilik olamaz, insan da alet mertebesinde kalır” diye haykıran Münif Paşa var. “İhtilal Mahkemesidir” diyerek Yassıada Mahkemesi Başkanlığını reddeden yargıç Recai Seçkin var. Abdülhamit’in haber göndermesine rağmen Namık Kemal için beraat kararı veren, “korkmadınız mı” sorusuna, “yarın hünkarın da benim de huzuruna çakacağımız bir hakim var ki, benden asıl ondan korkarım” yanıtını veren Suphi Paşa var.
Taha Bey’in kitabını okurken aklımdan pek çok isim geçiyor.
1915’de Ermeniler sürgün edilirken Talat Paşa’ya direnen, binlerce hayatı kurtaran Konya Valisi Celal Bey, Kastamonu Valisi Reşat Bey, Kütahya mutasarrıfı Faik Ali geliyor.
Bugün bu isimleri düşünmeye, anmaya her zamankinden daha çok ihtiyaç var.
Onlar ‘direnen adamların’ ahlak ve öz saygı mirasını temsil ediyorlar.
Demokrasi umudu ve fikrinin meşalesini bu miras taşıyor.