Amerika’da Ermeni tasarısına karşı niye kimse çıkıp Türkiye’nin tezlerini savunmadı, Türkiye’nin jeopolitik önemini, Türkiye’nin müttefik olduğunu niye kimse hatırlatmadı?!
Asıl üzerinde durmamız gereken sorun budur.
Aynı soru, daha iki hafta önce Beştepe’de ABD ile imzalanmış olan anlaşmanın ihlali niteliğindeki yaptırım tasarısı için de sorulmalıdır.
Öteden beri Amerika’da Ermeni tasarıları Kongre gündemine getirilir, her defasında Türkiye’nin kuvvetli savunucuları çıkar, en sonunda yönetimin devreye girmesiyle bu tasarılar kadük kalırdı.
Bu defa Kongre’nin Temsilciler Meclisi kanadında tek kişi Türkiye lehine konuşmadı, sadece 11 üye “hayır” oyu verdi; 405 üyenin “evet” oylarıyla tasarı kabul edildi.
Böyle giderse Senato’da da kabul edilebilir… Trump veto edebilir fakat “üçte iki çoğunluk” tarafından yeniden kabul edilirse Trump da onaylamak zorunda kalır.
Yok hükmünde… Evet ama “tazminat davaları”na zemin oluşturursa Türkiye büyük sıkıntıya uğrar.
DİPLOMATİK SATRANÇ
Her defasında bu tasarılara karşı çıkan “Türkiye’nin dostları” vardı. İyi temaslarımız vardı, inançla ve bilgiyle Türkiye’nin tezlerini ve önemini savunurlardı.
Prof. Sedat Laçiner’in “Ermeni Sorunu, Diaspora ve Türk Dış Politikası” adlı kitabında gördüm: Şubat 1990’da tasarı gündeme geldiğinde Senatör Robert Byrd tartışmalar boyunca toplam 14 saat konuşarak Türkiye’yi savunmuştu. (Sf. 223)
Birçok üye Türkiye lehine konuşmuştu.
Şimdi niye yok?
Aynı sorunu AB ülkeleri için de sorabiliriz.
Elbette Batı’da kimlikçi aşırı sağın yükselmesi, jeopolitik dengelerdeki kısmi değişmeler, dış politikadaki ihtilaflar gibi faktörler var ama Türkiye bu kadar ‘tek başına’ kalmamalıydı değil mi?
2007’de yine Amerika’da tasarı gündeme geldiğinde, Yahudi lobilerinin olumsuz eğilimleri sebebiyle Başbakan Tayyip Erdoğan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e telefon açarak, “ben Yahudi lobilerinden ‘barış ödülü’ aldım, tasarıya destek verirlerse iade ederim” diyerek İsrail’in de zarar göreceği uyarında bulunmuş, bunun üzerine Yahudi lobisi Türkiye lehine vaziyet almış, tasarı kadük kalmıştı. (Sf. 488)
TÜRKİYE’NİN TECRÜBELERİ
Meselenin ‘yumuşak güç’ tarafını hiç gözden kaçırmayalım. 1985’te yine tasarı gündeme geldiğinde Amerikalı 69 tarihçi, 19 Mayıs gününde NYT ve WP gazetelerinde deklarasyon yayınlayarak tasarının Temsilciler Meclisi’nde reddedilmesini istemişlerdi. Bunlar içinde Bernard Lewis, Stanford Shaw, Heath Lowry, Dankward Rustow, Justin McCarthy gibi tanınmış akademisyenler de vardı.
Akademisyenlerin bu davranışlarındaki bir faktör entelektüel kanaatleri, ama öbür faktör Türkiye’nin iyi imajıydı.
Birkaç defa yazdım, Sayın İbrahim Kalın akademik literatürü çok iyi takip eder. Son yıllarda yurtdışındaki üniversitelerde yapılan ‘siyaset bilimi’ araştırmalarında Türkiye için ortaya konulan tablo hiç pozitif değildir.
Politikacısı, gazetecisi o yayınlardan etkileniyor.
İş dünyasını da hiç ihmal etmemek gerekir. Sadece ticari ilişkiler değil, “kamu diplomasisi” denilen geniş anlamlı diplomatik ilişkilerde iş dünyası 1990’larda çok başarılı çalışmalar yapmıştı.
Amerika’daki tasarıların önlenmesi dahil.
Sanayici Jak Kamhi’nin “Gördüklerim Yaşadıklarım” adlı anılarında, sanayici Şarık Tara’nın da “Şarık Tara Anlatıyor” adlı anılarında, iş dünyasının o yıllardaki başarılı “kamu diplomasisi” çalışmalarını örnekleriyle okuyabilirsiniz.
YUMUŞAK GÜÇ
Görülüyor ki çağımızda milletler için “yumuşak güç” de çok önemlidir: Demokratik toplumun dinamizmi, dışa açıklığı, çoğulculuğu, üniversitelerin ve medyanın kalitesi, nihayet toplam “entelektüel kalite” milletlerin “yumuşak gücünü” oluşturuyor ve çok etkili oluyor.
Kısaca ülkelerin imajı diyebiliriz.
Çağımızdaki bu gelişmeleri siyaset bilimi açısından teorileştiren Joseph S. Nye Jr’ın “Yumuşak Güç” adlı kitabı dilimize çevrilmiştir. Josph S. Nye Jr. bu eser dolasıyla “2019 Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülü”ne layık görülmüş, törende kendisi de bir konuşma yapmıştı.
Sadece dış politika sorunları için değil, iktisadi gelişme için de “yumuşak güç” yani ülke imajı ne kadar önemli, anlatmaya gerek var mı?
Ermeni tasarısı bu açıdan bize ders olsun!
Türkiye’nin “yumuşak güç” potansiyeli çok yüksektir; kabaca 2010 yılına kadar iyi kullanmıştır. Türkiye yeniden “yumuşak güç” niteliğini ortaya koymalıdır; askeri operasyonlar için bile bu gerekiyor çağımızda.