Taassub içtihada ve farklı düşünmeye açık olan bir alanda ve konuda yalnızca bir tek görüşün sahih, diğerlerinin hatalı veya batıl olduğuna inanıp farklı düşünen ve inananları İslam dışına atanların zihniyeti ve ruh halleridir.
Tekfir bir kimsenin kâfir olduğuna hükmetmek, kâfir ilan etmek demektir.
İslam mezhepleri içinden yalnızca ehl-i sünneti, mezheb değil, İslam´ın kendisi olarak kabul edip diğer (ehl-i bid´at) mezhebleri İslam dışına atanlar ile ehl-i sünneti daraltan ve mesela yalnızca Eş´arîleri veya Mâtürîdîleri yahut da selefi ehl-i sünnet, diğerlerini karşı olarak görenler taassub illetine yakalanmış arızalı Müslümanlardır, bunlar ümmeti bölmekte, birliği tahrib etmekte, tefrika fitnesine sebep olmaktadırlar.
İnsanları karalamak için pusuda bekleyen fesad ve fitne erbabına fırsat vermemek için hemen başta ifade edeyim ki, ben ehl-i sünnet çizgisindeyim ve genel olarak bu çizginin sahih İslam anlayışını temsil ettiğine inanıyorum. Ancak üç kayıtla:
1. Ehl-i sünneti, bu kavramın içine giren farklı anlayışları da katarak geniş çerçeveli görüyorum.
2. Ehl-i sünnet dışında kalan İslam mezheplerini de ümmetin mezhepleri olarak görüyor, sahiplenenleri -onlar İslam´dan çıktıklarını beyan etmedikçe ve söz ve fiilleri için bir tevil imkanı mevcut oldukça- tekfir etmiyorum.
3. İnandığı gibi yaşama konusunda tavizsiz olmak güzeldir ama taassub hangi tarafta olursa olsun caiz değildir, mezmumdur, bundan kurtulmak gerekir diyorum.
Buraya kadar yazdıklarım İmam Gazzâlî´nin Faysalu´t-tefrika isimli kitabından yapacağım özet için bir giriş idi. Bu özeti okuyanlar, yukarıda yazdıklarımın yalnızca bana ait bir görüş ve yaklaşım olmadığını anlayacaklardır.
İmam Gazzâlî kitabının başında şu önemli açıklamaları yapıyor:
Benim şefkatli ve mutaassıb kardeşim, dinimizin getirdiği hayat kurallarının hikmeti hakkında yazdıklarımın geçmiş büyük alimlerin görüşlerine aykırı olduğunu ileri sürerek ve Eş´arî mezhebinden en küçük bir meselede bile ayrılıp farklı düşünmenin insanı dinden çıkaracağını ileri sürerek aleyhimde dedikodu yapanların senin yüreğini daralttığını sanıyorum, için sıkılmasın, rahat ol.
Kendisine haset edilmeyen ve aleyhinde konuşulmayan kimseleri önemsiz gör, kafirlik veya sapkınlıkla ittiham edilmeyenleri büyük bilme.
Peygamberimizden (s.a.) daha kâmil ve daha akıllı kim olabilir; buna rağmen ona deli demediler mi?
Âlemlerin Rabbi´nin sözünden daha doğru ve yüce olan söz var mı? Buna rağmen o söz için ?Eskilerin masalları? demediler mi?
Onlarla uğraşma, ikna edip susturmayı ümit etme; her düşmanlık barışa dönüşebilir de hasetten kaynaklanan düşmanlığa çare yoktur.
Şunu bil ki: Küfrün ve imanın hakikati, hakkın ve bâtılın neden ibaret olduğu, mal ve mevki sevgisi ile ve bunların peşinde koşmakla kirlenmiş kalblerde aydınlığa kavuşmaz. Bunların gerçek mahiyetlerini bilebilmek için şu sıfatları elde etmiş olmak şarttır:
-Dünya kirinden arınmış olmak.
-Özel eğitim ile kalbi cilalanmış olmak.
-Hâlis zikir ile nurlanmış olmak.
-Doğru düşünce (tefekkür) ile beslenmiş olmak.
-Dinin sınırlarına titizlikle riayet ederek güzelleşmiş olmak.
İşte bunlar olunca müminin kalbi hakikate tutulmuş bir ayna halini alır.
Şimdi niteliklerini sayacağım şu kimselere yüceliklerden gelen deruni bilgiler nasıl ulaşabilir:
Tanrıları nefsani arzularıdır, taptıkları sultanlarıdır, kıbleleri altın ve gümüştür, şeriatları nefislerinin arzuladıklarıdır, iradeleri mevkiler ve şehvetlerdir, ibadetleri zenginlerine hizmettir, zikirleri vesveseleridir, düşünceleri durumlarını korumak için hile ve çare üretmektir.
İlâhî hakikatler böylelerinin kalbine ve aklına nasıl gelecek ve hakkı batıldan nasıl ayıracaklar; ilâhî bir ilham ile mi, yoksa necaset ve zaferan (safran) suyu gibi meselelerin ötesine geçmeyen yetersiz bilgileriyle mi!?
Gazzâlî bu girişten sonra ?Hak ve hakikat her bir mezhepte dolaşır durur? başlığı altında çok önemli şeyler söylüyor. Bunları da gelecek yazıya bırakalım.