Şam düştü ve Suriye’de bir dönem bitti… Artık Suriye’de yeni bir dönem başlıyor. Hem ülkelerinden senelerdir uzak yaşamak zorunda kalan, mülteci durumuna düşen hem de son 14 yılın bütün belirsizliklerini ülkelerinde birebir yaşayan Suriye halkında büyük bir sevinç ve mutluluk var.
“Suriye” üzerinde çokça derin analizler, tahliller yapılabilir. Uluslararası savaş ve küresel dengeler üzerine stratejiler geliştirilebilir; sürece ve sonuçlarına dair birçok pencereden bakışlar yapılıp sonsuz öngörüler üzerinde durulabilir. Tarihsel gerçeklerden yola çıkarak göreceli gelecek okumaları da mümkün. Fakat bütün her şey bir tarafa, bugün Suriyeliler için mutlu bir gün. Hapishanelerdeki on binlerce siyasi mahkûmun hürriyetlerine kavuştuğu, ailelerinden haber alamayan insanların on yıllar sonra sevdiklerinin sesini duyduğu ve Bass diktatörlüğünün yıkıldığı tarihi bir gün.
Son iki gündür sosyal medyada birçok dilde “Artık Suriyeli bir mülteci değilim. Suriyeliyim. Sadece Suriyeliyim” cümleleri kuruldu. Bir milletin yaşadığı büyük ızdırabın dile gelişiydi bu mesajlar. Zulümden kaçmış, başka ülkelere sığınmak zorunda kalmış ama oralarda da itilmiş, kabul görememiş, horlanmış “Suriyeli mülteciler” olarak görülenlerin bu çığlığıyla “milletlerin vatansız olamayacağı” bir kez daha kayıtlara geçmiş oldu… Evet, bugünler, Suriyelilerin uzun zaman sonra geleceğe ilk defa umutla baktıkları günler…
ENDİŞELER, KAYGILAR, TEHDİTLER…
Esad rejiminin çökmesiyle birlikte Suriye’de bir dönem resmen kapandı. Aslında sadece Suriye’de bir dönem bitmedi, bölgemiz için de bir dönemin sonudur bu. Her sonun bir başlangıcı ifade etmesi gerçeğinden yola çıkacak olursak şimdi yeni bir dönemin kapısı aralanıyor. Zaten asıl üzerinde durmamız gereken konu da kapısı aralanan bu dönemin Suriye’ye ve bölgeye ne getireceğidir. Soru şu; bu yeni dönem kimin dönemi olacak!?. Bu soruyu sormak zorundayız çünkü Esad rejiminin çökmesi Suriye’deki ve bölgemizdeki bütün sorunların aşıldığı anlamına gelmiyor… İsrail’in çıbanbaşı olduğu, Büyük İsrail Projesi’nin (BOP) yürürlükte titizlikle yürütüldüğü, küresel aktörlerin ve küresel vekaletlerin hâlâ başat belirleyici pozisyonunu koruduğu bir coğrafyayı konuşuyoruz…
Bütün taşlar ancak gerçekçi ve samimi sorularla, düşüncelerle yerli yerine oturur. Hem Türkiye hem de Suriye bakımından... Bu coğrafyanın bütün devlet ve halkları bakımından düşünelim: Endişeler bitti mi? Hayır. Kaygılarımız son buldu mu!? Hayır. Daha da önemlisi, tehditler ortadan kalktı mı!? Kesinlikle hayır! Öyleyse asıl şimdi başlıyor Şam’ı fetih. Asıl şimdi başlıyor Suriye’nin özgürlüğü…
Tekrarda fayda var: Evet, Suriye’de bir dönem resmen kapandı ve yeni bir dönemin kapısı aralanıyor... Yeni bir dönem kimin dönemi olacak? Amerika, Rusya ve diğerleri Suriye’yi gerçekte terk edecekler mi!?
“BARIŞ VE HUZUR DÜZENİNİ KURABİLİRSEK BAŞARMIŞ OLACAĞIZ”
Asla unutmamamız gereken bir tecrübeyi hatırlatmış olayım: Coğrafyamız küresel güçlerin ister asli isterse vekalet varlığından temizlenmeden, kapısını araladığımız yeni dönem yine onların biçimlendirdiği dönem olacaktır. Amerika’nın, Rusya’nın ve emperyalist hesapların içerisinde olacağı bir dönem, Suriye ve bölgemiz için yeni bir dönem olmayacaktır. Amerika’sız, Fransa’sız, İngiltere’siz bir Ortadoğu ancak yeni bir dönem, yeni bir Ortadoğu olarak tam anlamıyla sıfatlandırabilir. Yoksa onların biçimlendireceği barış ve huzur ortamı Suriyelilerin ve coğrafyamızın barış ve huzuruna değil, İsrail’in güvenliğine ve kendi menfaatlerine hizmet edecektir.
Hiç şüphesiz, şimdi gidenin değil, gelenin önemli olduğu bir süreç başlıyor. Yeni statükonun nasıl oluşacağı, otoritenin nasıl biçim alacağı netleşmiş değil. Filistin başta olmak üzere bütün bir bölgede etkilerini göreceğimiz bir dönemin hemen başındayız. Giden düzen, baskı ve zulüm düzeniydi… Gelecek olan düzen, barış ve huzur düzeni olabilecek mi!? Baskı ve zulmün yerine barış ve huzuru tesis edebilirsek başarmış olacağız…
Geçici sevinçler değil, kalıcı sevinçler için… Gelip geçici, dönemsel bir barış ortamı için değil, kalıcı barış ve huzur için bölgemizde yeni bir dönemin başlangıcını hayal ediyor ve planlıyorsak… Suriye’yi ve coğrafyamızı Amerikan ve diğer bütün küresel güçlerin egemenlik alanı olmaktan çıkarmaya mecburuz.
“DAYTON BİR UZLAŞMAYDI VE UZLAŞMALAR ADİL DEĞİLDİR”
İsrail’in soykırımına tam destek veren, İslam ülkelerinin sınırlarını değiştirmeyi kafasına koyan ve BOP sürecini başlatan Amerika başta olmak üzere Batılılara bırakamayız bölgemizin salahiyetini… Bu ülkeler Ortadoğu’yu son yüz elli yıldır sadece sömürge coğrafyası olarak kabul ettiler ve paylaştılar. Emperyalizm dün coğrafyamızı nasıl böldüyse, parçaladıysa, hatta cetvelle sınırlarımızı çizdiyse bugün de başka bir niyeti yoktur. Büyük kahraman, büyük devlet adamı Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç, Bosna Hersek cihadından sonra istemeye istemeye imza attığı Dayton Anlaşması’nıı “Dayton bir uzlaşmaydı ve uzlaşmalar adil değildir.” cümleleriyle özetlemişti. Bosna halkı için gerçekte hiç de adil olmayan bir anlaşmaya mecbur edilmiştik. Şimdi Suriye süreci de küresel güçlerin bir uzlaşı alanı olarak değil, Suriye halkının özgürlüğü ve vatanı olarak yeniden ele alınmalıdır. Bunu sağlayacak olan da Amerika, Batı ve Rusya ve diğer hesabı olan ülkeler değildir. Türkiye, Suriye’nin şehirlerinin, binalarının inşasında değil, siyasi yapısının inşasında mutlaka başat rol almalı ve liderlik yapmalıdır. Hesapsız liderlik, Türkiye bakımından geçmişteki bütün yanlış politikalarımızdan kaynaklanan veballerin de giderilmesi bakımından mühimdir.
SURİYE’Yİ ŞİMDİ KİM VE NASIL BİÇİMLENDİRECEK!?
Demem o ki; bundan sonraki süreç, budan önceki süreçten daha da önemli hale gelmiştir. Çünkü otorite sürecine girilmiştir. Otorite; yaptırma, yasak etme, emretme, itaat ettirme hakkı veya gücüyse… Otorite, yetke, sulta veya velayetse… Otorite; hâkimiyet ve emretme kudreti; yaptırım koyma ve kullanma gücüyse... Otoritenin ortadan kalkması yani bir otorite boşluğu oluşması diye bir durum olamaz. Çünkü başkasının ele almadığı otoriteyi elbet bir ülke, bir grup ya da bir kişi kendi çıkarları veya organizasyonun bekası için iyi veya kötü eline alıyor. Konu yönetmekse eğer otorite öyle bir şeydir ki, asla boşluğu kabul etmez. Şimdi Suriye’de kurulacak otorite, sistem sadece Suriye’yi ilgilendirmiyor. Aynı zamanda Suriye’de oluşacak yeni durum bütün bölge ülkelerini ve halklarını yakından ilgilendiriyor. Suriye’yi yeniden biçimlendirmek, şekillendirmek bütünüyle Ortadoğu’yu da şekillendiriyor. Suriye’deki yeni durum, özellikle de Filistin’i, hepimizden daha çok ilgilendiriyor.
Esad’ın düşmesiyle Suriye’ye huzur ve barış elbette bir gecede gelmeyecek. Suriye’nin yeni dönemde baştan inşa edilmesi süreci yine sancılı geçecek. Sormamız, üzerinde düşünmemiz ve çözüm aramamız gereken konular yok mu?
- Ülke, üniter yapısını koruyabilecek mi?
- Federal bir yapıya mı evrilecek?
- Veya toprak bütünlüğünü koruyabilecek mi?
- Siyasi veya idari gücün istikameti ve mahiyeti ne olacak?
- Golan Tepeleri de Suriye’nin bütünlüğünden sayılacak mı?
- Filistin ve Gazze’nin özgürlük davasına nasıl bir etki yapacak?
Tüm bu sorular hâlâ önemini koruyor. Ve bu sürecin başat aktörleri küresel güçler değil, bölge ülkeleri ve halkları olmak durumunda. En büyük görev de Türkiye’ye düşüyor.
Esad rejiminin düşmesinden kârlı olan ülkeler veya kaybeden ülkeler çokça konuşuluyor. Esas olan, topyekûn kazanmaktır… Esas olan, Suriye halkının ve bölgemizin huzurunu, barışını kazanmasıdır… Süreçte yapılan değerlendirmelerde Türkiye’nin de kazançlı ülkeler arasında olduğudur. Ankara’nın HTŞ üzerinden doğru ata oynadığı ve Türkiye’nin, Suriye’nin geleceği hakkında söz sahibi olabileceği konuşuluyor.
TÜRKİYE İÇİN HER ŞEY TOZ PEMBE DEĞİL…
Fakat Türkiye için her şey toz pembe de değil. YPG’nin nüfuzunu artırması Ankara tarafından bir tehdit olarak görülüyor. Bununla birlikte, Suriye ordusu doğudan çekilirken elindeki yerleri ehven-i şer olarak gördüğü YPG’ye bıraktı. Bu vesileyle YPG, Suriye’nin yüzde 40’ını kontrolüne aldı. Son günlerde tamamen devraldığı yerler arasında petrol zengini Deyr ez-Zur da var. Burada kurulacak bir devletin hayatta kalabilmesi için petrol büyük önem arz ediyor. Türkiye’nin bütün bu gelişmelerden endişe duyması da çok tabii bir durum.
“Zulümle abad olunmayacağı” hakikati, bir zulüm döneminin daha bitmesiyle bir kez daha ders olarak karşımıza çıkmış oldu. Erbakan Hocamızın, “Tam bağımsızlık ve özgürlük bu topraklardan bütün Amerikan üslerini, askeri varlıklarını ve İsrail’i söküp atmadan mümkün değildir” ifadesi, bize asıl yapmamız gerekenler hususunda da yol göstermelidir. Suriye’de Baas düzeni gitmiştir, bölgemizdeki Amerikan düzeni ve emperyalist sömürü de bitmeli, gitmelidir…