Mustafa Kaya yazdı;
Suriye bu aralar gündemimizde pek yok. Birçok dış politik sorunda olduğu gibi Suriye’de de sanki Amerika’da görevi 20 Ocak’ta devralacak olan yeni başkan Joe Biden bekleniyor. Bununla birlikte ABD-Türkiye ilişkileri Biden ile nasıl bir şekil alacak sorusu da her iki ülke tarafından çoktan sorgulanmaya başlandı. Önde gelen kriz başlıkları belli; S-400, F-35, CAATSA yaptırımları, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz. Aslında bütün bu sorunların merkezinde Suriye meselesi var. Neden mi?
Malumunuz Türkiye’yi S-400 alımına iten şartlar, Suriye’de yaşananlarla birlikte ortaya çıkan güvenlik tehditleri sonucunda oluştu. Kim ne derse desin Suriye’de yapılan hatalar, bir ülkenin kendi kendisine yapabileceği en büyük kötülüktü. Maalesef Türkiye bu tuzağa düştü. Arap Baharı’ndan önce de Suriye Türkiye için tabi ki çok önemliydi. Orada olup bitenlerin etkisi doğrudan Türkiye’yi etkileyecekti, öyle de oldu. İç savaşla birlikte bugün hâlâ Türkiye’nin en büyük güvenlik sorunu Suriye’dir ve ne yazık ki öyle olmaya da devam ediyor.
Bunun yanında bölgede bu sıralarda yaşanan sessizlik, problemlerin ortadan kalktığına da işaret etmiyor. Donald Trump’ın uzaktan kumanda ile işbirliği yaptığı bölgesel aktörler üzerinden müdahale ettiği bölge, Joe Biden ile bölgesel aktörlerin yanında daha da etkin bir şekilde birebir arazide olmak ile devam edecek gibi görünüyor. Suriye’nin kilidini elinde bulunduran İdlib ise hâlâ diken üstünde. 3 milyondan fazla insanın yaşam mücadelesi verdiği İdlib’de mevcut statüko ne kadar daha böyle devam edecek belli değil. Bir tarafta Rusya ve Suriye’nin kontrolü tamamen ele geçirme hedefi, diğer tarafta düne kadar terör örgütü olarak tanımladığı Heyet Tahrir-el Şam (HTŞ) gibi örgütlere meşruiyet zırhı giydirmeye çalışan ABD var.
Aynı zamanda İsrail’in bölgedeki rahatlığını da bir kenara not etmek lazım. Öyle ki İsrail geçtiğimiz Çarşamba günü Suriye içindeki Deyrezzor ve Ebu Kemal’e hava bombardımanı düzenledi. Yapılan açıklamada silah depoları ve askeri noktaların hedef alındığı iddia edildi. İran destekli grupların varlıklarından dolayı saldırıların yapıldığı öne sürüldü. Merkezi İngiltere’de olan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne (SOHR) göre yedisi Suriyeli asker ve 17 milis olmak üzere toplam 23 kişi bu saldırılarda hayatını kaybetti. Bu yapılan bombardıman İsrail’in yaptığı ilk saldırılar değil, böyle giderse son da olmayacak.
Bununla birlikte ABD’nin Fırat’ın doğusundaki PYD/YPG’ye alan açma çalışmaları titizlikle(!) devam ediyor. Türkiye’nin Fırat’ın batısı restine karşı geri adım atıyormuş gibi yapıp bu örgütleri Fırat’ın doğusuna çeken ABD bu bölgede her istediğini rahatlıkla hayata geçirmekten geri durmuyor. PYD/YPG’yi bölgenin petrolü ile finanse eden, bu da yetmezmiş gibi Delta petrol şirketini bölgeye gönderen Amerika şimdi fiili durumu nasıl hukuki hale getirebilirim sorusuna cevaplar arıyor.
Diğer taraftan Rusya ve İran ile yürütülen Soçi ve Astana süreçlerinin akıbeti de bu noktada belirsizleşiyor. Bölgedeki hiçbir sorunun artık tek başına önü ve sonuyla masaya yatırılması da mümkün görünmüyor. Bölgesel krizler matruşka halini aldı. İç içe geçmiş sorunlar yumağı ile uğraşmak gibi zorlu bir durumdayız. Türkiye için çıkış ise farklı, beklenmedik diplomatik yaklaşımlar içine girmesinden geçiyor. Şurası da çok önemlidir; İsrail ile yapılacak muhtemel işbirlikleri bölgede çözümü değil, çözümsüzlüğü derinleştirir. Zor olana odaklanılmalıdır. Suriye ve Mısır dâhil bölge ülkeleri ile köprüler kurulmalı, konuşmaya çalışılmalıdır. Bunun kolay olmayacağı elbette bellidir. Ancak küresel güçlerin çıkar çatışmaları arasında kaybolan bölgesel barışı yeniden inşa etmenin maalesef başka bir çıkış yolu da görünmüyor. Eğer beni bu noktada ikna edecek birisi varsa her zaman dinlemeye hazırım. Suriye’yi bataklığa dönüştürenlerin, Türkiye’yi bu bataklıktan çıkarma tekliflerini samimiyet testine sokmak bile abesle iştigaldir. Buradan bir kere daha uyarıyorum; Suriye’de günü kurtarmak, Türkiye’nin geleceğini karartmaktır. Suriye’ye hele de 20 Ocak sonrasında çok daha dikkat etmek gerekir.