Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Suriye’nin 15 Temmuz’u Nelere Yol Açtı?

Bülent Şahin Erdeğer yazdı: "Suriye’de kimlikçi maskenin ürettiği şiddet karşı şiddeti ölçüsüz biçimde tetikliyor ve sonuç, Nusayri ve Sünni sivillerin katledilmesi oluyor. "

Suriye’nin 15 Temmuz’u Nelere Yol Açtı?

Suriye’de yaşanan gelişmelerin eşzamanlı olarak Türkiye kamuoyunda yankılanması doğal. Çünkü tarihsel olarak aslında her iki ülke de diğer komşularına nazaran iki devlet-tek millet denebilecek kadar ortak bir kültüre ve belleğe sahipler. Türkiye’deki İslamcı, Komünist, Milliyetçi siyasal akımların ideolojik akrabaları Suriye’de de mevcut. Yine Türkiye’deki anaakım tüm kesimlerin Sünni, Nusayri, Kürt ve Arap kesimlerin akrabaları Suriye’de yaşıyor. Tüm bu iç içe geçmişlik Suriye gündemini ülkemizde de yakıcı bir iç gündeme dönüştürüyor.  

 6 Mart’ta hareketlenen, 7 Mart’ta zirveye ulaşan devrik rejim unsurlarının başlattıkları isyan ve darbe girişimi ülkemizde “cihatçıların Alevi katliamı” olarak algılanıp algılatılmaya çalışılıyor. Bu söylem elbette tümden haksız ya da gerçek dışı değil. Ancak olayları bütünüyle anlamak yerine mezhep çatışması ve kimlik siyaseti üzerinden propaganda yapmak bölgedeki Nusayrilere de Sünnilere de Hristiyanlara da bir fayda sağlamıyor. (Suriye kamuoyunda Alevi olarak tanımlanan kesim ülkemizdeki Türk ve Kürt Alevilerden dinî inançlar ve kültür olarak farklı bir mezhep olduğundan birbirine karıştırılmaması açısından fırkayı 9’uncu yüzyılda kuran İbnü’n-Nusayr’ın takipçileri “Nusayri” olarak adlandırılmakta. Bu tanımlama herhangi bir düşmanlaştırma ya da tahkir içermediğinden biz de yazımız boyunca kullanacağız.) 

 

Kaç Kişi Öldürüldü? Katliamları Kim Yaptı? 

Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) Başkanı Fadl Abdul Ghani 11 Mart’ta yayınladığı ön raporda, SNHR’nin 6-10 Mart 2025 tarihleri arasında 39 çocuk ve 49 kadın olmak üzere en az 803 kişinin öldürüldüğünü belgelediği belirtti. SNHR, Esedci milis gruplar tarafından en az 172 güvenlik, polis ve askeri kuvvet üyesinin (İç Güvenlik Kuvvetleri ve Savunma Bakanlığı personeli) öldürüldüğünü kaydetti. Ayrıca, bir insani yardım görevlisi de dahil olmak üzere en az 211 sivil, bu gruplar tarafından gerçekleştirilen doğrudan silahlı saldırılarda öldürüldü.

SNHR ayrıca, askerî operasyonlara katılan silahlı kuvvetler (Savunma Bakanlığı’na bağlı fraksiyonlar ve düzensiz gruplar) tarafından, isyancıların konuşlandığı bölgelerde başlatılan kapsamlı askerî harekât sırasında 39’u 18 yaş altı çocuk/genç, 49’u kadın ve 27’si sağlık personeli olmak üzere en az 420 sivilin ve silahsız savaşçının öldürüldüğünü belgeledi.

Ghani, “Kamu Güvenlik Güçleri, yardımcı kuvvetler ve onlara katılan gruplar, en az 420 kişiyi öldürdüler. Öldürülenler sivillerden ve silahsız ele geçirilen militanlardan oluşuyordu. Bu yargısız infazdır” dedi. Ghani sivil, esir ve silahlı ayrımı gözetilmemesini “ağır ihlaller içeren mezhep karakterli intikam operasyonları” olarak tanımlıyor. 

SNHR’nin verilerine, isyana müdahale operasyonunda çatışırken öldürülen silahlı militanlar dahil değil. Onların sayısının eklenmesiyle 1.500’e yakın can kaybından bahsetmek mümkün. SNHR Başkanı Ghani bölgedeki Nusayri nüfusun tümünün Esed yanlısı olmadığına da dikkat çekiyor. Bu sebeple isyancı militanların Esed yanlısı olmayan Nusayrileri de terörize ederek kendi saflarına çekmeye çalıştıklarını belirtiyor. Bu tespit bölgede yaşayan Esed karşıtı Nusayri aktivistlerin ifadeleriyle de doğrulanıyor. 

İsyan sırasında yaşanan çatışmalarda ve çatışma dışı 1.000-1.500 civarında can kaybı olduğunu tahmin edebiliriz. SNHR ön raporu bu kayıpların 800’ünün sivil olduğunu belgeliyor. Peki kimdi bu insanlar?

  • Şam hükümetinden aldıkları af belgesiyle gündüz sivil olarak dolaşan gece ise kar maskeli-sivil kıyafetli silahlı faaliyet gösteren Nusayri milisler.
  • Şam hükümetine bağlı askerler ve onlarla ortak hareket eden Sünni silahlı gruplar. 
  • İsyana katılmayan Nusayri ve Sünni silahlı güçlerin hedefi olan Nusayri, Hristiyan ve Sünni siviller.

 

Bu üç kategoride bir ve ikinci gruptakiler çatıştılar. Çatışmalarda öldürülen sivil giyimli milisler olduğu gibi, sırf bu yüzden bazı askerlerin karşılaştıkları her sivil “eli silah tutabilecek” Nusayri erkeği potansiyel milis görüp öldürdükleri de başka bir gerçek. Ayrıca güvenlik güçleri isyanı bir ihanet olarak gördüklerinden, esir alınan sivil giyimli milisler de yargısız infaz ile öldürüldü. Bir de bunlara Nusayri isyancıların pusuya düşürerek ya da kuşatarak -çoğunu yakarak- katlettiği 172 güvenlik görevlisini ve en az 211 sivili de eklemekte fayda var. 

Tüm bu basit yüzeysel ilk okumadan dahi 7 Mart 2025’te Ceble’de başlayan olayların İran rejimi ile koordineli bir karşı-devrim girişimi olduğu, 8 Aralık’ın rövanşı olarak planlanan saldırıların karşılığında birçok Alevi/Nusayri sivilin de katledilmesi ile sonuçlanan olaylar dizisini başlattığını söyleyebiliriz. Bu açıdan tüm sorumluların taraf gözetmeksizin yargılanması ve cezalandırılması gerekiyor.  

 

Arka Plan

Suriye halkının ana gövdesini oluşturan yüzde 80’lik Sünni halk, 61 yıllık Baas diktatörlüğünün korku imparatorluğunda insan haklarından mahrum olarak yaşadı. 2011’de bu durumu değiştirmek için sivil gösteriler başladığında ağır devlet terörü ile karşılaştılar. Esed rejimi koltuk değnekleri Moskova ve Tahran sayesinde 2024’e kadar kanlı bir süreçle ülke, Şam rejimi tarafından insan eliyle gerçekleşen 9-10 şiddetinde bir depreme maruz kalmıştı. 14 milyon insanın yuvası yıkılmış, başka ülkelerde sığınmacı durumuna düşürülmüş, çoğunluğu sivil en az 1 milyon insan sistematik olarak katledilmişti. Hayatta kalanlardan da yüz binlercesi yer altı dehlizlerinde ve Sednaya gibi kale-zindanlarda işkencelerden geçiriliyordu. 2023’e geldiğimizde Rusya ve İran rejimlerinin İdlib’e sıkıştırılmış milyonlarca sivilin üzerine balistik füzelerle saldırılarına tanık olduk. Rusya’nın ABD ile uzlaşısı ve İran-Hizbullah güçlerinin zayıflaması sonucu Beşşar Esed’in koltuğunun altından değnekleri çekildi ve böylelikle 8 Aralık 2024’te rejim kendi içine çöktü. (Bu süreci ve 8 Aralık sonrası olumlu-olumsuz unsurları 17 Ocak’ta yayımlanan yazımızda ele almıştık.) 

8 Aralık Devrimi sonrası toplumsal barışın tesisi için yeni Şam yönetimi genel af ilan etti. Aftan önce sadece 16.200 rejim görevlisinin (6.724’ü subay, asker ve şebbiha; 9.476’sı yardımcı güç-milis) muaf olduğu açıklandı. Aralık-Mart ayı arasındaki bu süreçte de 80’lerde rejim eliyle Sünni bölgelere (Hama-Humus-Şam) yerleştirilen Nusayri sivillere yönelik hiçbir şiddet eylemi gerçekleşmedi.

Şam yönetimi ile dağılan eski rejim ordusu yetkilileri arasında genel af kapsamında bu 16.200 kişinin 9.476 kişiyi bulan yardımcı güçleri de af kapsamına alındı. Tartus, Lazkiye ve Ceble’deki tüm asker ve subaylarla uzlaşma yapıldı ve kendilerine resmî uzlaşma belgeleri verildi. Ardından, 150’den fazla diyalog oturumu düzenlendi ve Nusayri toplumunun ileri gelenleriyle müzakereler yapıldı. Bu görüşmelerin ardından toplumun temsilcileri Ulusal Diyalog Konferansı’na davet edildi.

Bütün bunlara rağmen yeni yönetim yalnızca birkaç tehlikeli suçlunun teslim edilmesini talep etti. Ancak Nusayri liderler bu çağrıya cevap vermediler.

Geçen hafta, Nusayri toplumunun önde gelenlerinden olan Basil Hatib, güvenlik güçleriyle yapılan bir toplantıda, devletle işbirliği yaparak toplumsal barış ve huzurun sağlanmasına destek vereceğine dair söz verdi. Üstelik bu söz, imzalı bir belgeyle kayıt altına alındı.

“Suriye’de Tedirgin Sevinç Dalgası” başlıklı yazımızda önem sırasıyla ilk sıraya koyduğumuz riski, 1. Risk: Devrik Rejim Unsurları ve Alevi-Sünni Çatışması başlığı altında irdelemiştik ve şu ifadeleri kullanmıştık: “İşte tam da bu noktada karşımıza devrik rejim unsurları olarak genel bir tanımlama ile ifade edilen gruplar çıkıyor. Bu milisler Humus kırsalından Lübnan’a uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapan mafyatik yapılar. Bunlardan biri de eski 7. ve 121. Tümen Komutanı Şeyh Salih Mansur. Lazkiye ve Banyas arasındaki Ceble bölgesini kontrol ediyor.” Mansur elbette burada yalnız değildi. 4. Tümen Komutanı Mahir Esed’e bağlı generallerden Gıyas Dalla, Sahil Kalkanı Tugayı isimli örgütün lideri eski Cumhuriyet Muhafızları Komutanı Mikdad Fetihe (Miqdad Fatiha) de bölgede etkin milis elebaşları. Esed yönetiminin iç savaşı yöneten generali Suheyl Hassan’a bağlı Bessam Husamuddin’in yönettiği “Dağ Aslanları” adlı milis şebbiha grubu da Ceble kırsalında mevzileniyor. Lübnan’a kaçtığı düşünülen Mihraç Ural’a bağlı İskenderun Kurtuluş Ordusu militanları da bu gruplarla ortak hareket ediyor. (Bu terör örgütlerine mensup tüm şebbihaların kimlikleri EekadFacts açık istihbarat araştırma grubu tarafından tespit edilerek BM kurumlarına raporlanıyor.) 

Tüm bu isimler iç savaş sürecinde düzenledikleri sivil katliamlarının yanı sıra birçok tecavüz ve işkence suçunun da sorumluları ve aynı zamanda Lazkiye-Tartus-Humus üçgeninde işleyen ve bir ucu Lübnan Hizbullahı’na diğer ucu Lazkiye Limanı’ndan dünya uyuşturucu pazarına açılan milyarlarca dolarlık uyuşturucu-silah kaçakçılığı ağının parçaları. 

Suriye’den çekilmek zorunda kalan İran yönetimi, Suriye’de yürürlüğe koyacağı kaos planına dair Aralık ayından bu yana bir çok mesaj veriyor. İran’ın üst düzey askerî liderlerinden Ali Ekber Ahmediyan, Beşar Esed rejiminin devrilmesinin ardından Suriye’de “yeni bir direniş grubunun ortaya çıkacağını” savundu. İran rejiminin en üst düzey isimleri arasında yer alan Muhsin Rızai “Bir yıldan kısa bir süre içinde Suriye’deki direniş farklı bir biçimde yeniden canlanacaktır” şeklinde konuştu. 

İran’daki teokratik rejimin lideri Ali Hamaney de Şubat ayında yaptığı konuşmada “Suriye’nin gayretli gençleri Suriye’yi geri alacak” ifadelerini kullandı. Tüm bunlar aslında uzun yıllardır yatırım uyguladığı Hizbullah ve Suriye’deki Nusayri ortaklarını yüzüstü bıraktığına dair yayılan tepkileri dindirmek için yapılıyordu. Ardından İran Devrim Muhafızları ve Hizbullah unsurları bölgeye sızarak Suriye-Lübnan sınırındaki bölgede “Suriye Alevi Halkı Direnişi” adlı bir örgüt kurdular. Tüm bu toparlanma girişimleri İran’ın Suriye’yi Türkiye nüfuzuna kaptırmama çabaları olarak da okunabilir. Türkiye Dışişleri Bakanlığı ve İran Dışişleri Bakanlığı arasında yapılan karşılıklı açıklamalar da gerilimi yansıtıyordu.

İran’ın Suriye’deki yenilgisi kendisi açısından önemli bir kırılma yarattı. 8 Aralık’ın ardından hızlı bir şekilde Neo-Safevici bir söylem öne çıktı ve İran basınında Anadolu Türkleri ile İran Türkleri vurgusu yer almaya başladı. Böylece Türkiye’deki Türkler ile İran’daki Türkler arasındaki kimlik farklarının altı çizilmek istendi. Çaldıran Savaşı ile Kerbela’yı benzeştiren anlatılarla Türkiye’nin yükselen etkisinin önüne kimliksel bir set çekilmeye çalışıldı. Özellikle kullanılan haber dilinde “Anadolu Türkleri” ile Suriye’nin tarihsel ilişkilerine yönelik çok sayıda vurgu yapılmaya başlandı ve birçok metinde “Anadolu Türklerinin” Suriye ile tarihsel ilişkilerinin çok karmaşık ve sorunlu olduğu yazıldı

İşte tüm bu hazırlanma evresinin ardından 6 Mart’ta eski-General Dalla imzalı bir bildiri ile “Suriye’nin Kurtuluşu İçin Askeri Konsey” (el-Meclisu’l Askerî li-Tahrirus-Suriye)  adında bir örgüt ilan edildi. Bildiride açıkça yeni Şam yönetimine savaş ilan ediliyor ve askerî darbenin başladığı belirtiliyordu. Eşzamanlı olarak İran’ın kurdurduğu Dera bölgesindeki “Suriye İslami Direnişi” ve sahil bölgesindeki “Suriye Alevi Halkı Direnişi” ortak isyan açıklamaları yaptılar. Darbe planına göre Lazkiye/Ceble’de başlayan büyük bir isyan dalgası durdurulamayacak, güneyden de kalkışma olduğunda yeni Suriye yönetimi yıkılacak ve Beşşar Esed ya da kardeşi Mahir Esed Şam’a dönüp iktidarı geri alacaktı. En azından planın sahil bölgesi ayağı başarılı olursa Esed-Mahluf ailesi bölgeye geri dönüp kendi Nusayri devletlerini kuracaklardı. 

Bu kapsamda 6 Mart gecesi 46 saldırı düzenlese de asıl büyük isyan 7 Mart akşam saatlerinde başladı. Harekete geçen isyancılar 50 güvenlik gücünü pusuya düşürerek öldürdü. Ayrıca bölgede bulunan yeni yönetime bağlı görevlileri kuşatma altına alarak saldırılar düzenlendi bu saldırılarda da birçok asker yakılarak öldürüldü. Aynı gece sokaklarda terör estiren isyancı milisler birçok sivili öldürdü. Bu terör eylemlerini ise Mikdad Fetihe yönetiyordu. 

 

“Mekke’nin Fethi”nden “Ridde Savaşları”na 

Tüm bu yaşananlar, 61 yıllık diktatörlük sürecinde 13 yıllık ağır yıkım içeren iç savaşla boğuşan ülkenin geri kalanı için yeni bir ihanet anlamına geliyordu. Tüm intikam çağrılarına kulak tıkayıp Mekke’nin Fethi’nde düşmanlarını affeden Hz. Muhammed’in tavrına referans veren yeni yönetim yetkilileri, isyan dalgası başlatan bedevileri bastırmak için üzerlerine yürüyen Hz. Ebu Bekir’in tavrına referans verir oldular. Saldırılarda 150’nin üzerinde güvenlik görevlisi öldürülmüş, isyancıların açtıkları ateşte birçok sivil hayatını kaybetmişti. Hayatlarını kaybeden güvenlik görevlilerinin büyük çoğunluğu bölgeden kişilerdi. Katledilen hükümet güçlerinin neredeyse tamamı bölge insanlarıydı; birçoğu yargısız infazla, yakılarak öldürüldü ya da diri diri gömüldü. Çatışmaların ilk gecesinde, Esed yanlısı silahlı kişiler rakip Sünni ve Alevi köylere de saldırılar düzenledi. Bu bilgileri de Mikdad Fetihe’nin tehdit mesajlarından öğrendi Suriye kamuoyu. Fetihe her konuşmasında Alevilerin bağımsızlığı için savaştığını, bu hedef dışında hareket eden, Şam yönetimiyle diyaloğa giren Alevilerin de hain ve düşman olduklarını vurguluyor. Fetihe’nin “hain” Alevilere yönelik ölüm tehditleri 7 Aralık gecesi gerçeğe dönüşecekti. Nusayri aktivist Nwar Alio, Fetihe’nin en az 400 Nusayri sivili katlettiğini iddia etti. Ayrıca isyancı militanların aileleri Hmeymin Rus Hava Üssü’ne sığındı. Bunun karşılığında Rusya hiç kimseyi ülke dışına çıkarmayacağını ilan etti.  

Sonuçta Nusayri/Alevi, Dürzi ve Hristiyan azınlıklar içerisinde toplumsal barış ve yeni düzenin tesisi için ilan edilen genel affı, zaman kazanıp fırsatını yakaladığında darbe ya da parçalanma için bir zafiyet olarak gören unsurlar mevcut. Bu unsurlar gerek İsrail gerekse de İran’la ya da her ikisi ile birlikte hareket etmekten de çekinmiyorlar. 8 Aralık öncesi işleyen silah kaçakçılığı ve narko-devlet düzeninin en önemli paydaşları olan Nusayri askerî elitlerinin bu ranttan vazgeçmeyecekleri, dahası 2011-2024 arası insanlığa karşı işledikleri suçların hesabını vermemek için ellerinden geleni yapacakları aşikâr. Beşşar Esed’in kuzeni Rami Mahluf, son günlerde Suriye’nin Lazkiye kentinde ve kırsalında yaşanan olaylardan, 4. Tümen komutanı Mahir Esed’e bağlı generallerden Gıyas Dalla’yı sorumlu tuttu. Mahluf, Facebook hesabından yaptığı paylaşımda, Suriye Genel Güvenliği’nin yürüttüğü operasyonlar sırasında sahilde birçok sivilin öldüğünü belirterek, Dalla’yı olayların fitilini ateşlemekle suçladı. Mahluf, Dalla’ya hitaben, “Ailemize neler yaptınız? Ailemizin kanıyla mı ticaret yaptınız?! Güvenlik güçlerine yaptıklarınızdan sonra tepkinin çok sert olacağını tahmin etmediniz mi? Neden bu zavallı sivilleri yanınıza aldınız ve onların para ihtiyacını suistimal ettiniz?” dedi. Dalla ve çevresindeki devrik rejim kalıntılarının parayı aldığını ve “ailelerin (Alevi toplumu) bedelini kan, zillet ve açlıkla ödediğini” ekledi.

 

Hatay’ı Türkiye’den Kopartmak İsteyen Lobinin Faaliyetleri

1971’den 2024’e kadar Esed rejimi tarafından Türkiye’ye karşı bir kart olarak kullanılan ve bu strateji doğrultusunda Suriye’de bir çok imtiyaza sahip olan Hatay ilimizdeki kimi din adamları ve siyasilerin de Suriye’deki krizi çarpıtarak Türkiye iç siyasetine taşıdıklarını belirtmekte fayda var. Her ne kadar 1939’da çözüme ulaşsa da Esed rejimi Hatay ilinin kendi toprakları olduğu iddiasını sürdürmüş ve Türkiye’ye karşı faaliyet gösteren Mihraç Ural’ın yönettiği  “İskenderun Kurtuluş Ordusu” adında bir terör örgütü kurdurmuştu. Bu örgütle de bağlantıları olduğu iddia edilen bir “din adamı” Selim Narlı da Samadağı ilçesinde yaptığı konuşmada “bölgedeki Nusayri din adamları tarafından resmî olarak görevlendirildiğini belirterek İsrail’den himaye isteyeceklerini” açıkladı.

 

İsrail ve İran’ın Çıkar Birliği

Bunun karşısında İsrail’in yeni yönetime karşı saldırıları ve işgal tehditleri sürüyor. Tel Aviv’in Suriye konsepti, Şam’ın istikrarsızlıkla boğuşan ve İsrail’e bir tehdit düzeyine ulaşamaması üzerine kurulu. Tahran’ın da Suriye’yi istikrarsızlaştırma projeleri Tel Aviv’in çıkarlarıyla örtüşüyor. Bu denklemde 8 Aralık sonrası bölgede nüfuz alanı genişleyen Türkiye’nin bu kazanımlarının geriletilmesi her iki başkent için de elzem. Ayrıca olası bir mezhep savaşı ve Suriye’de istikrarsızlığın sürmesi Batılı ülkelerin de aleyhine. Hem yeni bir IŞİD’in ve buna karşın bir Nusayri IŞİD’inin doğması tehlikesi hem de İran’ın yeniden bölgede aktifleşme riski, ABD ve AB’nin çıkarlarına aykırıdır. O halde yeni Suriye yönetiminin eksikleri, riskler neler ve çözüm için ne yapılabilir?

 

İsyanın Olası Riskleri

Critical Threats’tan ABD’li stratejist Brian Carter olası risklere şöyle dikkat çekiyor“Şiddet, Alevilere karşı mezhepsel misillemelere yol açtı ve bu da muhtemelen Esedci unsurları güçlendirecek, çünkü onlar ülkenin en iyi örgütlenmiş kesimi ve ayaklanmayı hızla güçlendirebilirler. Esedciler, Şam’ın azınlıkları yok etmeye ve Suriye üzerinde Sünni-Arap egemenliği kurmaya çalıştığını savunarak azınlık gruplarını harekete geçirmek için bu cinayetleri kullanmaya çalışacaklar. Esedci kalıntılar, askerî ağlardan ve deneyimden yoksun yerel savaşçılar arasındaki koordinasyonu iyileştirmek için isyancı askerî oluşumlardaki kadrolar gibi işlev görebilir. Esedciler ayrıca kalıntı ağlarını Suriye genelinde ve Lübnan veya Irak’ta koordinasyon sağlamak için kullanabilir ve burada ayaklanmayı hızla güçlendirmek için dışarıdan fon ve silahlara erişebilirler.

Esed yanlısı bir ayaklanma, henüz yapmadıysa, kendisini güçlendirmek için muhtemelen Rusya, İran ve Hizbullah’tan destek arayacaktır. Lübnan sınırına yakın bazı Esed yanlısı ayaklanmacılar, Hizbullah kaçakçılarıyla hâlihazırda koordine olmuş olabilir. Bu çabalar yalnızca bir ön hazırlıktır; Hizbullah ve İran, bu ayaklanmayı kullanarak Suriye üzerinden tedarik hatlarını yeniden inşa etmeye çalışacaktır. İran liderleri zaten Suriye’de açıkça silahlı bir ayaklanma çağrısında bulundular ve mevcut şiddetten yararlanmaya çalışacaklar. Bu olaylar, ABD’nin şu anda IŞİD, Rusya veya İran etkisinden uzak, istikrarlı bir Suriye yaratma fırsatının sonunu getirecek.

Büyüyen ayaklanma, Suriye azınlıklarının endişelerini giderecek ve Esedcileri suçlarından dolayı şeffaf bir şekilde adalete teslim edecek uluslararası toplum destekli bir uzlaşma ve siyasi sürece olan ihtiyacı vurguluyor. Şam hükümeti şimdiye kadar Esedcileri şeffaf bir şekilde sorumlu tutmada başarısız oldu. Bu durum, hükümetin Esedcilere karşı yumuşak davrandığını iddia eden katı görüşlü geçici hükümet destekçilerinin ortaya çıkmasına neden oldu ve bazı Alevilerin soykırım saldırısı altında olduklarına ve ‘benzersiz’ bir şekilde Esed sonrası sorunlar yaşadıklarına inanmalarına yol açtı. Bazı Sünni mezhepçiler, algılanan veya gerçek suçlar nedeniyle Alevileri çoktan katletti. 

Uluslararası toplum geçici hükümete genel veya kısıtlanmamış yardım sunmamalıdır. Bunun yerine, tüm inanç ve mezheplerden savaş suçlularını adil bir şekilde yargılayacak, şeffaf, hesap verebilir, uluslararası toplum tarafından desteklenen uzlaşma çabalarını gerektiren koşullar altında önemli ekonomik yardım sunmalıdır. Bu koşullu yardım, aynı zamanda isyana desteği besleyen ekonomik şikâyetleri azaltacaktır, uzlaşma çabaları mezhepsel korkuları yatıştıracaktır, ancak ekonomik yardım tek başına Suriye’yi etkileyen sorunları çözmeyecektir. Uluslararası toplum ayrıca, azınlık gruplarından Esed karşıtı liderlerin her düzeyde hükümete entegre edilmesi için bir siyasi süreç konusunda yardım koşulu olarak ısrar etmeye devam etmelidir. Şam hükümeti şimdiye kadar Suriye’nin geleceğini belirleyecek olan geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş Şara’nın sadıklarına üst düzey pozisyonlar verdi. Uluslararası toplum, Şam’ın isyanı kontrol altına almasına yardımcı olmak için destek ve baskıyı kullanmalı, aksi takdirde isyanı ABD ve müttefikleri ile bölgenin zararına besleyecektir.”

 

Düzenli Ordu Eksikliği

Bu durum üzerine yüz binlerce Sünni sivil araç konvoylarıyla Hama, Humus ve İdlib’den bölgeye akın ederek isyanı bastırmak için seferber oldu. Şam yönetimi ise kitlesel saldırılar ve çatışmaları önlemek için bu konvoyları bölgeye sokmadı. Ancak 7 Ekim 2023’te Gazze’den İsrail’e yönelen örgüt operasyonunun kontrolden çıkması ve sivil-asker ayrımının ortadan kalkmasına benzer bir durumun 7 Mart’ta Suriye’de tekrarlandığını görüyoruz. Örgüt mantalitesi düzenli ordu mantığı ile çalışmaz. Gerek operasyonu yönetme-koordine etme gerekse de kontrolünde tutma, düzenli orduların operasyonlarına göre çok daha zor hatta imkânsızdır. Çatışmalara dahil olan militanların keyfî davranışları, dahil olan sivillerin ve belirsiz grupların saldırganlıklarını kontrol edebilecek bir üst merci yoktur. Bu durum da yargısız infazların, sivillere yönelik şiddetin ve kötü muamelenin önünün açılmasına neden olur. O sebeple ivedilikle Suriye’de askerî mahkemelerin askerî akademilerin olduğu düzenli ordunun tesis edilmesi gerekir. YPG’nin ana gövdesini oluşturduğu SDG’nin Şam yönetimine entegrasyon kararı alması bu açıdan çok önemli bir gelişmedir. PYD güçlerinin düzenli ordunun bir parçasına dönüşmesi hem Türkiye hem Şam yönetimi için büyük bir rahatlama sağlayacaktır. Kendisini fesheden HTŞ’nin çatısı altında bulunan selefi grupların ve Ceyşul İslam, Ahraruş Şam gibi diğer İslamcı örgütlerin de bu düzenli orduda artık örgüt mantalitesi ile değil ordu olmanın gerekleriyle eğitilmeleri ve yeniden yapılanmaları gerekiyor.

 

Hukuk Düzeninin Yokluğu

8 Aralık ve sonrasındaki süreçte 61 yıllık diktatörlükten kurtulan halk kesimlerinin onlarca yıldır uğradıkları zulümlerin faillerini yakalama ve cezalandırma isteği insani bir durum. Ancak çökmüş bir rejimin dağılmış ordusunun yanı sıra dağılmış bir hukuk sistemi karşısında şayet hukuk düzeni ivedilikle inşa edilemezse devrimler karşı çıktıkları hukuksuzlukları tekrar eder ki insanlık tarihinde bunun onlarca örneği vardır. Özellikle insanlığa karşı suçlar işlemiş failler yakalanıp can güvenlikleri sağlanmalı, adil ve şeffaf mahkemelerde tüm dünya kamuoyu önünde deliller ile suçlarını itiraf etmeleri sağlanmalıdır. Kişilerin, suçlu dahi olsalar yargılanmadıkları sürece ne derece suçlu oldukları ve hangi cezayı hak ettikleri belli olmadan yargısız infaza tabi tutulmaları, aslında bu suçların örtülmesine hizmet edecektir. Ayrıca böylesi bir keyfilik süreç içerisinde yaşın yanında kuruların yanmasını artıracak ve devrimin ilkelerinden sapılacaktır. O sebeple Suriye’de dünya standartlarında bir hukuk düzeninin hızla kurulması gerekiyor ki Şam yönetimi bu yolda da Ulusal Diyalog Konferansı’nı başlatarak olumlu ilk adımı attı. Ancak ülkede istikrarın sağlanması için bu sürecin hızlandırılması gerekiyor.

 

Çözüm

Askerî ve hukuki düzenin tesisi konusundaki süreçlerin hızlandırılması için özellikle AB, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar tarafından eş-Şara yönetimine şartlı yardım mesajı verilmelidir. AB, yaptırımları, süreçlerdeki takvimin netleştirilerek somut biçimde işletilmesi karşılığında kaldıracağı, diğer devletler de aynı şartlarla ekonomik yardımların yapılacağına dair bir tavır alırlarsa Şam yönetimi de keyfiliklere yol açan düzensiz ordu ve hukuksuzluk-kaos alanından hızlı biçimde çıkabilir.

5-6 Mart’ta başlayan, 7 Mart’ta zirveye ulaşan geniş kapsamlı isyanın temelinde aslında bir mezhep hassasiyeti yok. Gerek uyuşturucu trafiği ve mafyatik egemenliğin sürdürülmesi gerek geçmişte işlenen suçların hesabını vermeme çabası gerekse de İsrail ve İran’la bu uğurda girilen kirli ilişkilerin üzeri Alevi kimliği ile örtülüyor. Bu kimlikçi maskenin ürettiği şiddet ise karşı şiddeti ölçüsüz biçimde tetikliyor ve sonuç, Nusayri ve Sünni sivillerin katledilmesi oluyor. Bu sebeple Türkiye iç siyasetinde de meseleye bir endüstriye hammadde olarak bakılmamalı, çatışmanın sosyolojik sebepleri tespit edilip çözüm de bölge halklarının maslahatı eksene alınarak aranmalı. 

Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile PYD lideri Mazlum Abdi’nin uzlaşısı ve Kuzeydoğu Suriye’nin Şam yönetimine entegrasyonu için anlaşmaya varılması, Suriye’de istikrarın sağlanması için çok önemli bir adım. Bu adımın Dürzi ve Alevi/Nusayriler ile de atılmaması için mantıklı bir sebep yok.

 

Kaynak: perspektif.online



Anahtar Kelimeler: Suriye’ Temmuz’ Nelere ?

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER