Ahmed -el Şara ile Mazlum Abdi bir entegrasyon anlaşmasına imza attı. Biri Esed’i deviren HTŞ’nin lideri olarak geçici Cumhurbaşkanı, diğeri Suriye Demokratik Güçleri (SDG) diye bilinen ve önemli parçası PYD-YPG’den oluşan örgütün lideri.
Anlaşmaya Türkiye’nin yaklaşımını Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladı ve “mutabakatın eksiksiz uygulanması” gerektiğini söyledi.
Şimdi anlaşmanın ne anlama geldiği yorumlanıyor. Bir yaklaşım, SOG’nin PKK’dan da önce davranarak, Öcalan’ın çağrısına uyduğu, dolayısıyla “silahları merkezi yönetime devretme kararı aldığı” şeklinde. Belli ki Türkiye böylesini tercih ediyor. Bir başka yaklaşım ise anlaşmada silah teslimi gibi gibi açık bir maddenin bulunmadığı, evet bir entegrasyon iradesine yer verildiği ama Kürt varlığının da kabul edildiği yönünde… Daha farklı bir yaklaşım ise, Fırat’ın doğusunda merkezi hükümete bağlı ama bir Kürt özerk bölgesinin temellerinin atıldığı şeklinde okuyor anlaşmayı…
Cumhurbaşkanı Erdoğan kamuoyundan farklı neyi biliyor olmalı ki “mutabakatın eksiksiz uygulanması gerektiği”ni ifade etmiş olmalı.
Anlaşmanın maddeleri şöyle:
1- Tüm Suriyelilerin siyasi süreçte temsil edilme ve devlet kurumlarına katılım hakkı, dini ve etnik kökenlerinden bağımsız olarak liyakat esasına göre güvence altına alınacaktır.
2- Kürt toplumu, Suriye devletinin asli bir unsuru olarak kabul edilecek ve vatandaşlık hakları ile anayasal hakları güvence altına alınacaktır.
3- Suriye topraklarının tamamında ateşkes sağlanacaktır.
4- Suriye’nin kuzeydoğusu (PKK’lıların “Rojava” dediği bölge) tüm sivil ve askeri kurumlar, Suriye devleti yönetimi çerçevesinde entegre edilecek; sınır kapıları, havaalanları ve petrol ile gaz sahaları devlet kontrolüne alınacaktır.
5- Tüm Suriyeli mültecilerin kendi şehir ve köylerine geri dönüşü güvence altına alınacak ve korunmaları Suriye devleti tarafından sağlanacaktır.
6- Suriye devleti, Esad rejiminin kalıntılarıyla ve ülkenin güvenliği ile birliğini tehdit eden unsurlarla mücadelede desteklenecektir.
7- Bölünmeye yönelik çağrılar, nefret söylemi ve toplumdaki ayrışmayı körükleyen girişimler reddedilecektir.
8- Uygulama komisyonları, anlaşmanın yıl sonuna kadar tamamen hayata geçirilmesi için çalışmalar yürütecektir.
Şöyle bir soru soralım:
Türkiye de bir süredir PKK’nın silâhları bırakmasını konuşuyor. SDG’nin silâh bırakması da bunun uzantısı olarak gündeme geliyor. Acaba Türkiye adına PKK ile böyle bir anlaşma yapılır, imzalanır mı? Öcalan’la, Karayılan’la vs ile. Hele böyle bir anlaşma Cumhurbaşkanı tarafından imzalanır mı?
Bunun net cevabı sanırım “Asla” şeklindedir. Ama Suriye’de böyle bir anlaşma imzalanmasını kimse yadırgamıyor. Niye? Çünkü Suriye adeta “Yeniden kuruluş” halinde bir ülke. Esed devrildi, devirenler ülkeye hakim olmak için çaba sarf ediyor, devrede Amerika, Türkiye, İsrail (başkaları da) dahil bir çok dış güç var, içerdeki farklı etnik – mezhebi güçlerin dış bağlantıları var, dolayısıyla “yeniden kuruluş”un bütün sancıları devrede…
Durum, daha çok Saddam sonrası, bir anlamda “yeniden kuruluş” sürecine sokulan Irak’a benzemiyor mu? Orada tek belirleyici Amerika idi, işgal etmişti ülkeyi… Orada Kürtler, Sünniler, Aleviler arasında kendi çıkarlarını gözeten bir paylaşım yaptı ve ortaya Bağdat’taki yönetim kargaşası ile birlikte Barzani – Talabani ağırlıklı Kürt Özerk yönetimi çıktı.
Suriye’ye yeniden dönersek…
SDG Amerika’nın inisiyatifinde oluşan, PYD-YPG ağırlıklı bir yapı. “IŞİD’le mücadele” gerekçesiyle eğitti, donattı. Türkiye’yi rahatsız ettiğini bilerek. Türkiye – Amerika arasında Fırat’ın Kuzey – Doğusu ile ilgili çok çetin tartışmalar oldu.
Şimdi SDG’nin Şam ile anlaşmasında Amerika’nın etkisi olmamış olabilir mi? Mazlum Abdi’yi anlaşmaya ABD’nin yönlendirdiği biliniyor. Muhtemelen Türkiye’nin hassasiyetleriyle çatışmamak için ve muhtemelen böyle bir anlaşmanın SDG’nin beklentileriyle de ters düşmeyecek boyutlar taşıdığını düşündükleri için…
Anlaşma Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozmamayı öngörüyor, evet. Aynı şekilde “sivil ve askeri kurumların Suriye devleti yönetimi çerçevesinde entegre edilmesini; sınır kapıları, havaalanları ve petrol ile gaz sahalarının devlet kontrolüne alınmasını” da öngörüyor. Ama “Kürt toplumunun vatandaşlık ve anayasal haklarının tanınması” gibi bir hususu da kayda geçiriyor.
Uzun vadede ne olur?
Irak, 92’den bu yana durulmuş değil. Bu süreç içinden Kuzey Irak’taki “Federe Kürt yönetimi” yapısı çıktı. Türkiye “hassas”, zaman zaman geriliyor ama ama gene de ilişkiler “kötü değil.”
Sorular şöyle: Kuzey Doğu Suriye’de, SDG’nin etkili olduğu bölgede “ikinci bir Kürt özerk yapısı” oluşur mu, ABD Irak’takine benzer bir yapının Suriye’de de oluşmasını mı öngördü? Ve Türkiye, böyle bir yapının oluşumunu öngörüyor mu, bunu “tehdit” olarak değerlendiriyor mu, yoksa Kuzey Irak’la olduğu gibi onu da “tolere edecek” bir noktaya mı geldi? Yoksa hâlâ “Bu süreç Türkiye’nin içini de etkiler” kaygısı mı taşımakta? Ve nihayet Suriye’deki anlaşma, Türkiye’de yürütülmekte olan süreci nasıl etkiler?
Sonuçta Türkiye’nin zihin dünyasının “İç Kürtler – Dış Kürtler” denklemini nasıl en sağlıklı çerçevede değerlendireceği noktasına geliniyor. Tabii coğrafyayı “Barış coğrafyası” haline getirme sorumluluğunun tüm halkları ilgilendirdiği gerçeğini unutmadan… Suriye’nin bazı bölgelerinde devreye sokulan “İtlâf kafası” ile ise cinayetlerden ve kan banyosundan başka bir şey çıkmaz…